Rahmetli Dündar Taşer “Osmanlı Gerçeği” başlıklı makalesinde şöyle diyor: “Türkiye’de kimse ilerici veya gerici değildir. Herkes tarihine yabancı, milletine saygısız, devletinden kopuktur. Kimsede müsamaha yoktur. Herkes mutaassıptır. Yalnız taassubun cinsi değişir.” Burada anlaşılması gereken şey herhalde milletimize ait altyapıyı bilmek ve yerli düşünceyi işlemek noktasında ne kadar birbirimizden farklı olduğumuzu zannetsek de aynı bilgisizlik ve meraksızlığı göstermemizdir.
Mehmed Niyazi “Ecdadımız kültür teorileriyle uğraşmamıştır, bizzat yaşamıştır.” diyor. Bu tavır yaşadığı hayata hakim olan, ayakları yere sağlam basan tavırdır. Ve bize vereceği çok şeyler vardır. Erol Güngör’ün “Bizden evvelki nesiller medeniyet teriminin alışılagelmiş manasıyla belli bir hayat tarzını insana ve dünyaya belli bir bakışı temsil ediyorlardı.” ifadesi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Eskinin mahallesi şimdiki gibi belediye teşkilatının bir cüzü değil adeta bir vücut gibiydi.” Cümlesinin üzerinde derin derin düşünmek lazımdır. Çünkü bizler nereye gittiğimizin farkında değiliz. O insanların taşıdığı kendine güven duygusundan, vekardan, mesuliyet şuurundan alacağımız çok şey olmasına rağmen bihaber kalmaya devam ediyoruz. Eğer yanında bulunmaktan tanımaktan rahatsız olmayacağımız iyi insanları yetiştirmek istiyorsak bunun anahtarı bellidir: Birikimimizi, tarihi tecrübemizi harekete geçirmek. Temel dinamiklerin yani dil, din ve tarihin etrafında yaşadığımız zamanın sıkıntılarına deva olacak bir şuur ve canlılığı ortaya koymak gerekiyor. Yani biz Ali Paşa’nın 1571’de Mallorca adasına çıktığını bir futbol maçı dolayısıyla İspanyol gazetelerinden değil, şahsımıza yani şahsiyetimize ait bilgi olarak kendiliğinden öğrenmeliyiz. Bunu yapmadığımız zaman gerek fert gerek toplum bazında hedefsiz kalacağımız açıktır. Hedefsiz,projesiz kalmış,iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı şaşırmış bir millet nereye gidebilir? Medeniyetimize kaynaklık etmiş ölçüler zihnimizde bulanıklaşırsa Türk-İslam kimliğini devam ettirecek insanı nasıl yetiştireceğiz?
Şimdi bu topraklarda yaşayan milletin doğrudan bağlantı kurabileceği tarihi tecrübeye,kültür birikimine bu kadar ihtiyacımız varken, yapıldığı sıralarda Avrupa’da ders olarak okutulmaya başlanan Plevne savunmasını, 550. yılında Amerika’daki Evanjelistlere toplantı yaptıran İstanbul’un fethini, bir milyona yakın şehidimizin bulunduğu Yemen’i ne kadar biliyoruz? Bunların üzerinde çalışmak, bunları araştırmak,gündemimiz haline getirmek, büyüklerimizin hangi değerler uğruna nasıl bir ruh birlikteliğiyle şehitliğe koştuğunu anlamak gerektiği halde bizim zaten kısıtlı olan kültür bütçemiz nasıl olur da Hititlere, Urartulara, Mavi Anadolu’ya, Opera’ya harcanır?
Ben bugün insana ve dünyaya belli bir bakış açısına sahip değilsem kaliteli ve farklı insan yetiştirebilmem mümkün değildir. O bakış açısını oluşturanlar birbirleriyle konuşabilirler, birlikte düşünebilirler yani birlikte yaşadıklarını hissedebilirler. O bakımdan, önceliğimiz bu topraklarda yaşayan insanların birlikte yaşama iradesini güçlendirici faaliyetler yapmak olmalı. Bunun içinde Allah hepimize kendi nefsini aşabilmeyi nasip etsin diyoruz. Bin yılda dokunmuş bir kilim varsa eğer bu kilimi dokuyan dünya görüşüyle sahici teması sağlamalı ve ortaya koyduğu herşeyi anlam çözümlemesine tabi tutmalıyız. Tabii en başta samimiyet ve şuur lazım bunu gerçekleştirebilmek için. Yoksa Türkiye’de Türk insanının kendine ait bilgisi çerçevesinde anlaşılması gereken değerleri ve eserleri incelemek, araştırmak yerine Hitit, Urartu belgeselleriyle, tiyatrolarıyla uğraşmaya devam edilir. Bugün bu milletin tekrar kendini bulabilmesi için, kendisini yaşayacak insan potansiyeli bulunmayan arkeolojik kültürlerle iştigal etmek yerine beş bin yılın temel dinamiklerini dikkate almak gerekmektedir. İnsan çoğu zaman bilmediğini yok zanneder. Süleymaniye’nin, Selimiye’nin inşasında neler düşünülmüş, yapılanlarla neler hedeflenmiş bunları bilmiyoruz.
Necip Fazıl “Dava, yer altındaki bilmem kaç milyon reyde/ Yerüstü milyonlarla varılamaz bir şeyde” diyordu. Geçmişiyle irtibat kuramayan, ölüleriyle birlikte yaşamaya çalışmayanlar gidişattan rahatsızlık duyamaz. Bugün ne yapılması gerektiğini anlayamaz. Şimdilerde hepimizi boyamaya çalışan seküler Batı zihniyetinin alternatifi olan medeniyet ve kültür birikimini bilmezsek “bizim de söyleyecek sözümüz var”, “biz varız” diyebilmek zorlaşır. Bütün bunlara rağmen varolma iradesini göstereceğiz. Erimeden, çözülmeden, dönüştürülmeden yerin altındakilere layık olmaya çalışacağız.