“Dostlar beni hatırlasın” diyordu Aşık Veysel. Ölümünün üzerinden otuzbir yıl geçti. Dostlar onu unutmadı. Dostların çocukları, torunları da Aşık Veysel’i gönüllerinde yaşatıyor. Türkülerini dinliyor.
Aşık Veysel, “Üçyüzonda gelmiş idim cihana” diyor. 1894’te Sivrialan köyünde anası koyun sağmaya giderken, doğurmuş Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş.
Yedi yaşına girdiği 1901’de çiçek salgınında bir gözünü, bir süre sonra bir kaza sonucu ikinci gözünü de kaybetmiş. Babası da şiire meraklı, bir saz vermiş Veysel’in eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalış oğlunu.
İlk hocası, babasının arkadaşı olan, Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa (Âşık Alâ) olmuş. Usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Ruhsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışmış.
Seferberlik, Âşık Veysel’in hayatının bir başka aşaması olmuş. Kardeşi Ali ve yaşıtları cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır. Gözlerinin görmezliği, onun vatana olan borcunu ödemesine engel olmuş. Sonradan şöyle şiire dökmüş duygularını:
“Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına.
Veysel’i akrabalarından bir kızla evlendirmişler. Bir kızı, bir oğlu olmuş. Oğlan daha on günlükken ölmüş. 1921’in 24 Şubat’ında annesini, bir süre sonra da babasını kaybetmiş.
Bir gün Veysel hasta yatarken, Veysel’in eşi, evlerinin yanaşmasıyla kaçmış. Veysel’in acılarına bir acı daha eklenmiş. Altı aylık kızı kucağında kalmış. İki yıl bu çocuğa bakmış. Ama o da yaşamamış.
1928’de Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evlenmiş ki, şimdiki çocuklarının annesi bu Gülizar anadır.
1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer’le tanışması ve 1931 yılında Sivas Halk Şairleri Bayramına katılması, hayatında yeni bir döneminin başıdır. Veysel, 1933’e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söylemiş. Veysel’in gün ışığına çıkan ilk şiiri, Cumhuriyetin Onuncu yılı münasebetiyle söylediği “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası”... dizesiyle başlayan şiiri olmuş. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkışıdır.
Bu destanı Atatürk’ün huzurunda okumak arzusu ile arkadaşı İbrahim’le yayan yola düşmüş, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya gelmişler. Ama, destanı Atatürk’e okumak kısmet olmamış. Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde gazeteye vermişler. Üç gün yayınlanmış. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlamışlar, sevilmiş, saygı görmüşler.
Aşık Veysel, Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, çeşitli Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapmış. Bu okullarda birçok aydın sanatçıyla tanışmış. Şiirini geliştirmiş. Türküleri plaklara alınmış. 1952 yılında ona büyük bir jübile düzenlenmiş. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Ana dilimize ve milli birliğimize katkılarından dolayı “ vatanî hizmet tertibinden aylık bağlanmış.
1971 yılında rahatsızlanmış. Çeşitli hastanelerde tedavi gören Aşık, 1973 yılı ocak ayında doğum yeri olan Sivrialan'a getirilmiş. Artık hayatından ümit kesilmiş. Bu arada son şiirini de yazdırmış. Bu, bir veda şiiridir:
Selam, sevgi hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne karaya, ne denize
Gelmez yola gidiyorum.
Ne şehire ne de köye,
Ne yıldıza ne de aya,
Uçsuz bucaksız deryaya
Gelmez yola gidiyorum.
Gemi bekliyor limanda
Tayfalar hazır onda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum.
Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum.
Aşık Veysel, 21 Mart 1973'te doğum yeri olan Sivrialan'da hayata gözlerini yummuştu. Vasiyetinde 'Mezarımın üzeri betonla kapatılmasın, ot bitsin, koyun yesin, süt olsun, kuzu olsun, et olsun, memlekete hizmet olsun' demişti.
Aşık Veysel’in iki dünyası vardı. Biri dışa dönük olarak yaşadığı karanlık dünyası. Diğeri ise içe dönük, derin, geniş, zengin ve aydınlık iç dünyası. Veysel, iki dünyayı birlikte işleyerek bağdaştırabilen büyük bir sanatçıydı.
Karanlık dünyasını aşan düşüncesi, çağdaş insan sorunlarına çözüm arayacak yol gösterecek kadar gerçekçi olmuştu. Aşık Veysel, 20 nci yüzyılın yeni ve ileri Cumhuriyet Türkiye’sinde, Cumhuriyetçi halk aşığı olmuş, çağdaş yörüngede gönüller fethetmiştir.
Veysel’in şiirleri, birlik, beraberlik, sevgi, hoşgörü kaynağıydı. Bütün iyi niyetli, babacan insanlarımız gibi, o da çalışmayı öğütlerdi. Çalışma güzelliğini anlatırdı şiirlerinde. Yalanın, hilenin zararlarını işler, ahlâklı olmanın erdemini yansıtır. Tutumlu olmayı öğütler. Gereksiz tutuculuğa karşıydı.
Batıl inançlara, çağdışı tutuma karşı olan Veysel, bu konuda da oldukça duyarlıydı.
Bırak sar’öküzü varsın yayılsın
Set çekme gözlere herkes ayılsın
Her köşeye bir fabrika kurulsun
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş ...”
Görüldüğü üzere, o toplumdaki değer yargılarını hayatın somut gerçekleriyle örneklendirerek eleştiriyor. Veysel burada bilimden yana, aydınlıktan yana, gelişmeden, somut gerçeklerden yana taraf oluyor. “Bırak sar’öküzün varsın yayılsın” derken, “Dünyanın sarı öküzün boynuzları üzerinde durduğu” inancıyla alay ediyor.
Dünyanın en zengin aklının okul olduğunu vurgular. Bir başka özelliği, tarım macahidi olduğu ve toprak sevgisini, ağaç sevgisini şiirlerinde öğretmesidir.
Yirminci yüzyılın Türkiye’sinde, Cumhuriyetçi Halk Aşığı Veysel, halkın dili ile, halk öğretmenliği yapmış ve Cumhuriyet’e kol kanat germişti. Şiirlerinde Atatürk’ü anlatmış, devrimlerini dile getirmiş. Pek çok şiirinde ise Türklüğü ile öğünmüş:
“Muhabbetin canda haslardan hastır,
Avutur Veysel’i bir şen piyestir.
Türk adı babamdan bana mirastır,
Daha bundan başka adı neyleyim.
diyen Aşık Veysel için sevgilerin en yücesi Vatan sevgisidir:
Cumhuriyetin temeline konulacak en tehlikeli dinamitin ayrılıkçılık olduğunu biliyor ve dikkat çekiyordu. Bugün de aynı tehlike ile karşı karşıyayız Aşık Veysel, yurdumuzun çeşitli yerlerinin güzelliklerini anlatmış. Ama Türk’lüğü bir başka coşku içinde dile getirmiş.
.......
Türklerdir bizim atamız
Halis Türküz kanı temiz
Şarkı gazeldir hatamız
Türküz türkü çağırırız
........
Aşık Veysel Şatıroğlu bir halk şairi olmasına rağmen bütün Türk dünyasını etkilemişti. Arı bir dille yazdığı şiirleri SSCB döneminde bile Türk devletlerinde biliniyordu. Hatta Glasnost öncesinde Nahcıvan'da Aşık Veysel ile ilgili bir film yapılmış ancak o kapalı dönemde filmin gösterimine izin verilmemişti. Kırım'da bir tepeye 'Veysel Tepesi' adı verilmişti.
Azerbaycan'ın ünlü şairi Prof Dr. Bahtiyar Vahapzade, Aşık Veysel için şunları yazıyor: "Yunus Emre'den 700 yıl sonra, Türk halkının bağrından Aşık Veysel'in sesi yükseldi. 20. yüzyılda, Aşık Veysel'in dilinde, Yunus Emre konuşmaya başladı."
Dış dünyanın rengini, biçimini, çiçeğini, kelebeğini, çocuk yaşının hatıralarından bilen Aşık Veysel’in çok renkli ve aydınlık bir iç dünyası vardı. Kulaktan eğitilmiş olmasına rağmen, halk şiiri geleneğinin kaynağına kadar uzanan köklü bilgisi bulunuyordu. Eski ustalarımız “aşıklık yolu gül dikenli yoldur, ondurmaz insanı ama gönül coşkusu içinde yaşatır bir zaman “ derler. Aşık Veysel’in gül dikenli yolu, onu bir zaman değil ebediyen geleceğe ulaştıracak.