Kuşkusuz ki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle, her yıl olduğu gibi bu yıl da birçok etkinlikler düzenlenecek. Demeçler verilecek, kimimiz geçmişimizin gurur verici sayfalarından yansımalar yaparken, kimimiz karamsar tablolar çizecek, konferansları, panelleri ağlama duvarına çevirecek. Ben homurdanarak kendi kendime soracağım; “neyin günü” diye. Kadın olmadan erkek olur mu? Öyleyse kime karşı kimin günü?
Yalnız Kadınlar Günü değil, Sevgililer Günü, Anneler Günü, Babalar Günü, Yaşlılar Günü ve daha pek çok gün, ticari amaçla var edilmiş günler…
Birleşmiş Milletler tarafından 1977 yılında ilan edilen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün geçmişi çok eskilere dayanıyor. 8 Mart 1857’de New York'ta yaşayan bazı işçi kadınlar iş koşullarını protesto etmek için toplanmışlar. Düşük ücreti ve kötü çalışma koşullarını düzeltmek için greve gitmişler. Grev, polis tarafından sona erdirilmiş..
Bu sırada çıkan yangında 140 kadın işçi hayatını kaybetmiş. Kadın işçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katılmış. Bu olayın anısına, 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul edilmesi önerilmiş. Öneri 1977 yılının aralık ayında Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi’nde kabul edilmiş. Günün öyküsü böyle.
Kadınlar Günü’nde feminist söylemli feryad-ı figan edenler bulunacak. İşi şakaya vuranlarımız olacak: Murat Birsel’in “Kadınlara Dair” şiirini hınzır bir gülümseme ile okuyanlara rastlayacağız:
Öperseniz beyefendi değilsinizdir,
Öpmezseniz adam değilsiniz.
İltifat edersiniz yalan der
Etmezseniz bırakır gider.
Her isteğine evet derseniz karaktersiz olursunuz
Karşı çıkarsanız anlayışsız.
Çok yanına giderseniz sıkıldım der
Az giderseniz küser.
İyi giyinirseniz çapkınsın der
Dikkat etmezseniz zevksizlikle suçlar.
Kıskanırsınız huyun kötü der
Kıskanmazsınız sevmiyorsun der.
Siz bir dakika geç kalın kıyamet kopar
Kendisi bir saat gecikirse bunda ne var.
Arkadaşınızla buluşursunuz adı ihmal olur
O buluşur 'Bizim kızlar' olur.
Siz başka kadına bakacak olsanız gözleriniz oyulur
Başka bir adam ona baktığında adı hayranlık konur.
Konuştuğunuz anda dinlemenizi ister
Dinlediğiniz anda 'Neden konuşmuyorsun?' der
Kısacası...
Sade ama çok karışık.
Zayıf gibi ama çok güçlü.
Akıl karıştıran ama hayranlık uyandıran.
İnsanı çıldırtan ama mükemmel!
Bir bakacaksınız, muzip bir arkadaşınız, elektronik posta adresinize, Yüce Atamız’ın Gençliğe Nutku’ndan tornistan yaparak bir mesaj gönderecek:
“Ey Türk Kadını
Birinci vazifen bulaşık, çamaşır ve kocana sahip çıkmaktır. Mevcudiyetinin yegane temeli budur. Kocan en kıymetli hazinendir. Seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek kaynanan, kaynatan ve görümcelerin olabilir.
Bir gün evliliğini kurtarmak mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için bulaşık ve çamaşırı düşünmeyeceksin.
Bu durum elektiriğin ve suyun kesildiği anda ortaya çıkabilir. Evliliğine tecavüz etmek isteyen kaynanan kaynatan ve görümcelerin hayatta emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Hayatta kılıbık kocan zor bir ihtimal de olsa başka kadınlara göz dikmiş olabilir. Aileniz fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey asil Türk kadını, işte bu ahval ve şeriat içinde dahi vazifen yuvanı kurtarmaktır. Anasının kuzusu olan kocanı adam etmek senin elindedir. İhtiyaç duyduğun merdane dolabın sol üst kösesinde saklıdır.”
Bir hanım köşe yazarımız çıkar, yarı şaka, yarı ciddi nalına mıhına vurur: “Neden ‘Kadınlar Haftası’ değil de, ‘Kadınlar Günü.’ Zamanında ‘Yerli Malı’na bile bir hafta ayıran bu ulusun gözünde kadının Sümerbank basması kadar kıymeti yok mu?" diye sorabilir. Arkasından Kadınlar Günü’nü kutlama programları yapacaklara ilginç, anlamca yüklü öneriler sıralayabilir:
Örneğin, eskiden ‘Verem Savaş Haftası’ vardı, hafta boyunca her tarafa konuyla ilgili uyarıcı afişler asılırdı, mesela ‘öksürürken ağzınızı mendille kapatın’ gibi... ‘Kadınlar Günü’nde de sevişen bir karı-koca resminin altına ‘Kadın dövülmez, sevilir’ yazılamaz mı? Ya da meydanlara erkek heykelleri dikilip, altına ‘Kadına vuran taş olur’ denemez mi?
Kuşkusuz ki bunlar şakadır. Gerçek olan şu: Kadınlarımız bizim başımızın tacıdır. Geri kalmışlıktan, ezilmişlikten, acizlikten söz edeceksek, bu kadınlarımızın alın yazısı değil, bütünüyle toplumumuzundur. Çünkü, kadına kalkan eli doğuran da bir kadındır.
“…..kadınlarımızda / onlar hüznü bir çeyiz / çileyi, ince bir nergis / ve gülerken bir dağ silsilesi / taşırlar / ve birer / acıdan ibarettiler / kayıtlarımızda / kadınlar ki alınlarımızda / doğuyu mavi bir nokta / ve yazgıları çok uzakta /bir nehir yoluna /karışırlar /ölümleri /duvaktan beyaz /ve Ahlat, Erciş, Adilcevaz / üzerinde geçen bir kederle / yarışırlar /ve birer yazmadan ibarettirler …….”
Hilmi Yavuz’un bir bölümünü yukarıya aldığım, “Doğunun Kadınları” şiiri gerçeğin anlatımı değil midir? Anlatımıdır. Ama, eğer konu kadın haklarıysa; kadının toplum içindeki yeriyse, kadının namusu, vatan sevgisiyse, kadını kadın yapan değerlerin bütünüyse işte orada durmak, Anadolu Kadınının, Türk kadınının önünde saygı ile eğilmek gerekir. Bu geçmiş için de, bugün için de, yarınlar için de böyledir. .
Eski Türk toplumlarında, kadın, Türk ırkının tek bereket kaynağıydı. Hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygı ile eğildikleri bir onur anıtıydı.. Türk destanlarında kadın, ilahî bir varlık konumundaydı. Erişilmesi, dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanması olanaksızdı. Yaratılış Destanı’nda, Tanrı'ya insanları ve dünyayı yaratması için fıkir ve ilham veren "Ak Ana" adında bir kadındı. Oğuz Kağan'ın ilk karısı, karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insan üstü varlıklardı. Yakutlarda "Ak Oğlan" ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan Kitabesi'nde Kağan: "Sizler anam hatun. büyük annelerim, ablalarım, hala ve teyzelerim, prenseslerim..." diye söze başlamakta.
Dede Korkut’un "Deli Dumrul"u, canının yerine can bulma çabasına girince, bunu kadınında bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden "canını vereceğini" söylememiş miydi? Şu Kazak atasözü ne güzeldir: "Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik kadındır."
Gelelim yakın tarihimize: Anadolu’nun düşmana karşı şahlanışında, Türk kadını, erkeği ile omuz omuzadır.. Türk kadınının hayatını hiçe sayarak, vatan uğrundaki özverileri, Bağımsızlık Savaşımızın kazanılmasında etken olmuştu. Atatürk, Anadolu köylü kadınının çalışma ve gayretleri için şöyle demişti:
“Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasından söz etmek imkânı yoktur. Dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluş ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim.’ diyemez.”
Ulu Önderimiz, kadının erkekle birlikte öğrenim yapması, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatta görev alması görüşünü benimsemişti. Türk Medenî Kanunu'nun kabul edilmesiyle, toplumsal ve ekonomik hayatta kadın erkek eşitliği sağlanmıştı. 1930'da kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanındı. 1933'te muhtarlık seçimlerine katılma hakkına kavuştu. 1934'te yapılan Anayasa değişikliği ile Avrupa ülkelerinin birçoğundan önce, milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazandı
Yüce Ata, bir konuşmasında; "Türk kadını dünyanın en aydın, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır." demiştir. Atatürk "Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şey, erkek ve kadının beraber olarak ilim ve bilgiyi kazanmasıdır" sözü ile toplum hayatında kadının önemini belirtmişti.
Günümüzde Yüce Atamız’ın gösterdiği hedefe ulaştığımız söylenemez. Ancak, çok aşamalar katedildiği de bir gerçek. Öteyandan, Bosna-Hersek- Kosova, Afganistan, Irak, Cezayir, Çeçenistan ve pek çok yerdeki kadınların durumunu, içler acısı tablolarla sergileyebiliriz. Bir yandan bombalarla mücadele ederken, bir yandan tecavüze uğrayarak savaşta en büyük bedeli ödediklerini anımsayalım ve bir empati yapalım. Tanrı, beterin beterinden korusun.
Varsın Dünya Kadınlarının bir günü, ama bizim kadınlarımızın her günü kutlu olsun.