Yazılarımızın sert olduğundan şikayetçi olanlar varmış! Bana göre, böyle bir değerlendirme yapılabilmesi için, haklarında sert yazı yazıldığı iddia edilen kişi, kurum, kuruluş ve de ülkelerin, günümüzdeki hal ve tutumları incelenip değerlendirildikten sonra, bizim yazılarımızın yorumlanması daha objektif olabilir...
Yazılarımızın sertliği hususunda şunları söyleyebilirim: Yazılarımız gayet açık, net ve de gerçekçidir. Kaynaklarla desteklenmiştir. Fakat bu gazetede, yer sorunu gibi sebeplerden dolayı, yazılara dipnotu düşerek, kaynak gösteremiyoruz... Bu durumu, bilen bilir...Yazılarımızı, iyi niyetli olarak okuyan ve de yazdığımız konuların yer ve zaman dilimi ile ilgili gelişme ve olaylarını takip edememiş olan ya da belirli kişilerin etkisinde kalmış bulunanlar ile kötü niyetli insanlar için, buradaki yazılar sert ve hatta kocaman bir kazık olabilir...Bu yazıları sert olarak niteleyen iyi niyetli şahıslara diyoruz ki, yazılarımızda zikrettiğimiz kişilerin, kendi ülkelerinde Türk milletinin evlatlarına geçmişte ve de halen yapmış olduklarını ve de yapanlara yardakçı olma durumlarını bilseler, her halde bu yazılara sert diyemezler... Üstelik, ‘o olumsuz şahıs ve kuruluşlar için, çok ama çok az bile, yazmışsınız’ derler... Aynı şekilde, eğer o ülkelerde öyle bir şey yokmuş ta, bizde bunları yazmış olmak için yazsak, gerçekten haklıdırlar diyebilirdim...Fakat biz güneşi ne balçıkla sıvıyoruz; ne de yağ ile ovuyoruz...Aynı zamanda, ne korkaklığın iplerine sarılıyoruz, ne de cüzdanların sıcaklığına ... ‘Efendim, her şeyi açık ve net olarak söylemenin zararı olur’ diyenler, elbette olabilir... O durumu da çok iyi biliyoruz...Neyi, ne zaman, açık ya da gizli yapacağımızı da...Aynı şekilde Türk milliyetçiliğinin geçmişten günümüze gelinen tarihsel ve de güncel yolunda, kimin diken, kimin çalı, kimin purovakatör olduğunu da gayet iyi biliyor ve de görüyoruz. Fakat bizim bildiğimizi, gördüğümüzü, en az biz kadar, bu bölgede, çıkarı, gözü ve eli olanlar da çok iyi biliyor...Mesela Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının çıkar ve güç odakları...O zalim ittifakın, kaşarlanmış elemanları, istasyon şefleri, derebeyleri ve de diktatörleri de durumu gayet biliyor...Ve hakim güçler, bizim bildiğimiz malum şahısların, para ya da makam karşılığı beyinlerinin dümenine geçip, onların aracılığıyla, kamuoyuna istedikleri gibi yön de veriyorlar/verdiriyorlar...Neden? Tabi ki, Türklüğün önünü sise bulayıp, tıkasınlar diye...Bu malum yönlü ve alçak basınç kökenli, rüzgarlara yakalanıp gidenlerin, vay haline!Yakın dönem tarihi, bunlara yönelik örneklerle çok ama çok dolu...Şurası da unutulmamalıdır ki, bunları içimizden, midemizden kazıyamadığımız, atamadığımız sürece, Türk milleti için hiçbir şekilde, çıkış yolu yoktur! Kurtuluş yolu yoktur! Ne ülkemizde, ne de diğer Türk yurtlarında!..
Sürekli olarak, Türklük için gerçekte olumsuz olan tipleri sembolleştiren belirli kişilerin, yazılarındaki uyutma, aldatma ve de yanlış hedef ve istikametlere yönlendirme yumuşaklığından, niçin rahatsız olunmuyor da, bizim yazıların sertliğinden rahatsız olunuyor?..Bu konulara yönelik olarak, yumuşak yazı yazanlara, niçin bizim yazdıklarımızdaki, gerçekleri soru olarak sormuyorlar? Gerçeklerin sertliği ya da sahtekarlığın yumuşaklığı hususunda, neden beyin fırtınası yapmıyorlar? Bu ülkede, Türklük cephesinde şu anda bile, sadece var olan görüşlerin doğruluğu ya da yanlışlığının düzlemi, objektif bir şekilde yorumlanılamıyor, tartışılamıyor!..Bunda sadece Türk milliyetçiliğine düşman olup, önüne tuzaklar kuranlar mı suçludurlar? Bizler kendi kendimizi düşünsel anlamda sorgulayıp, yanlışlıklar hususunda özeleştiri verebilme yürekliliğine ulaştırabildik mi? Töre vs. adına, içimizdeki yanlışlara niçin dokunamadık ve de dokunamıyoruz? Merkeziyetçilik, yanlışla yatıp kalkma mıdır ya da yanlışları bağrında taşımak mıdır? Nedense ülkemizde, onlar diyebileceğimiz bazıları ve onlar gibiler, her şeyi çok iyi bilirler, doğaldır ki Türklüğü de(!) Ülkenin ve ülkeden de öte, bu milletin bataklığın, pisliğine içine doğru çekildiği süreçlerin en keskinlerinden birisini, günümüzde yoğun olarak yaşamıyor muyuz? Size göre de sadece birilerinin sertliği değil, tüm bilinçli, ilgili ve de bilgili Türklerin sertleşmesi gerekmez mi?
Yine içimizdeki bazılarının, yarım asırlık köhneleşmiş, kemikleşmiş ve de tarihsel hayinlik rüzgarlarını, Türk dünyası üstüne, yıllarca terör şeklinde estiren ateyist diktatörleri, koruma ve de utanmazca pohpohlama altına almaları, ne ruh, ne vicdan, ne de aklın kabulleneceği bir şey midir? Bu tip olumsuz durumları, olumluymuş gibi sunmak, sadece Türklük onur ve gururunu zedelemekle kalmadığı gibi, malum bazı zevatın, tekrar tekrar edip, sabah akşam içilen ilaç gibi, özellikle üzerinde durduğu ve sürekli sılogan yaptıkları ‘insanlık onuru’ kavramına da sığar mı? Ben, tarihsel diktatörleri kahramanlaştırıp, toplumun beynine işleyip kabullenenleri de kabullenemiyorum...Üstelik olmayan, yaşanmamış durumları, Türk milletinin üzerine, üç-beş satırlık yazılarla, kuru sıkı bir şekilde atmalarını ya da saçma-sapan anlayışlarını da benimseyemiyorum...İşte bu nedenle, yağcılık üstüne düşünceler üreten kişilerin, kimlerin akrabaları olduğu ya da atalarının kimler olduğu ve de kazançlarının ne olduğu sorularını, niçin gündeme taşıyamıyoruz? Bu ülkede herkes, ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ anlayışına mı büründü? Gerçekten laf kalabalığında ya da makam, unvan yolunda ve de sılogan palavralığında Türk olanlar mı, her yere hakim oldular? Yoksa bizler, bu çeşit insanların şirretlikleri ya da iftiraları karşısında, yiğitçesine durmayı mı unuttuk, korkuyor muyuz? ‘Korkunun da ecele faydası yok derler’...Elbette, çok doğru bir söz. Ya onuru, şerefi kaybetmenin ecele ne kadar faydası var? Yoksa kıralların, diktatörlerin, sultanların çıplak olmadığını söyleyince, bu dünyada bizler, daha mı rahat yaşayacağımızı sanıyoruz?..
ÇORABI DEĞİŞTİRME ZAMANI MI?..
Haydar Aliyeviç üzerine yazılar yazdığımız son dönemde, görüyoruz ki nedense Aliyeviç ve familyasına en çok sahip çıkan guruplar arasında, bazı milliyetçi geçinenlerle, Doğu Perinçek çizgisindeki kişilerin olduğu anlaşılmaktadır. Eskiden sol içinde Maocu olarak nitelenen bu gurup, Aliyeviç ve familyasını, nedense çok seviyor ki, sürekli onların kalıcılığına yönelik görüşler ileri sürüyor...Bu konuda onlar, mantık oyunu yaparak, hayali komplo teorileri üretmektedirler. O teorilerinde de şimdiki Azerbaycan muhalefetinin en etkin gücünü, Amerikan yanlısı olarak gösterirken, acaba Aliyeviç familyası ne yanlısıydı? Ülkenin doğal kaynaklarının, kimlere pazarlandığı ve bu pazarlayıcıların kimler olduğu ve Azerbaycan’da son on yılda kimlerin cebinin dolduğu, kimlerin zevkü sefa içinde yaşadığından, hiç bahsedilmiyor...Sanırsınız on yıldır Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, Azerbaycan’da değil! Ayrıca son on yılda, Amerikan ve İsviçre bankalarındaki hesaplarına milyon demiyorum, milyar dolarlar istif edenler kimlerdir? Bunlar hakkında da çıt edilmiyor!
Azerbaycan gibi halkının yoksulluktan inlediği ve de inletildiği bir ülkenin vatandaşlarının halinden de bahsedilmiyor. Aynı şekilde bu durumun Aliyeviçler eliyle kaynaklandığını bile bile itiraf etme yürekliliğini de gösteremiyorlar! Kendilerinin Aliyeviç yanlısı görüşlerinin, kamuoyu tarafından desteklenmesini sağlamak için de, ABD korkusunu sürekli gündemimize taşıyorlar...Bizim ABD’ye bakış açımızı bildiğiniz için, ABD şakşakçılığı yapmamız da mümkün değildir...Kaldı ki ABD ve ondanda ötesi Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, son on yılda Azerbaycan’ın her yerine, midesine, bağırsağına ve hücrelerindeki köklere kadar, her şekil ve kılıkta girmiştir ve de üstelik Haydar Aliyeviç eliyle girmesi perçinlenmiş ve kalıcılığı da sabitlenmiştir. Bunları çok kolay bir şekilde, petrol sahalarının pazar hisselerinde, havyarların dağıtım-tüketim zincirinde de görebilirsiniz...
Şimdi ise, oğul Aliyeviç eliyle de, pek çok sahadaki hakimiyetlerini de sürdürüyorlar ve de sürdüreceklerdir...Ne zamana kadar? Tarihsel Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı sıtratejistlerinin, bilhassa İkinci Dünya Savaşı sonrasında, geliştirdikleri, uzaktan kumandalı ve söz de yöresel özellikli iktidarların liderlerinin, yıprandığı ana kadar!.. Kim gibi? Bizde ki, idam edilen Menderes ve arkadaşları gibi...Güney Amerika ülkelerinde, kirli çoraplar gibi sürekli değiştirilen liderler, yönetimler yok mu?Azerbaycan’daki çorabı değiştirmenin zamanı ne zaman gelecek? Onu da, yaşayanlar elbette görecek!..
Düzeltme, Ufuk Ötesi’ndeki köşemizde, Şubat 2004 tarihli sayısında ne yazık ki, On birinci sayfanın altıncı paragrafının altıncı satırındaki cümlemizde atlama olmuştur. Buna göre cümle Atatürk’ten günümüze değil de; Atatürk’ten sonra Türkiye Cumhuriyeti’inde yönetimin en üst makamına Cumhurbaşkanı olarak gelen İsmet İnönü’den günümüze olacaktır.