Haftalarca kulaklarımız tırmalanacak… “Halkı düşündüğünü”, her şeyi “halk için” istediğini söyleyenler, bir kez daha bencilliklerini sergileyecek ve seçim otobüslerindeki hoparlörler aracılığıyla, halkın “kulak sağlığı” -daha da önemlisi- “ruh sağlığı” önemli ölçüde zedeleyecek…Gürültü, -her seçim öncesi gibi- konuşmaların anlaşılmasına bile izin vermeyecek yeğinlikte olacak…
Seçilmek için yüz milyarlar harcayanlar, seçmenin “beynine girmek” için, ses düzeninin en büyüğünü, en gürültülüsünü kullanacak...
Bunlar hep böyleydi işte !..
Gürültü kirliliği, “çevreci” olduğunu ileri sürenlerimizin ve ilgili kuruluşlarımızın, üzerinde en az durduğu konu olagelmiştir ne yazık ki… Oysa uygar ülkelerde, yaşamsal önemi vardır bu konunun. Olağan gürültülü fabrikalarda-işletmelerde bile, çalışanların işitme duygusunun ve ruh sağlığının korunmasıyla ilgili türlü izlenceler uygulanır. Planya tezgâhlarının vb. çalıştığı işyerleri için alınan önlemlerse, bu konudaki “pişkin”lerimizin aklının almayacağı boyuttadır.
Gelişmiş ülkelerde, 70 desibeli aşan ses yeğinliği, “gürültü” olarak nitelenir. Gürültü, “istenmeyen ses”tir ve doğrudan kulak sağlığını, dolaylı olarak da ruh sağlığını olumsuz yönde etkiler; gerilim yaratır. Seçim otobüslerinin haftalar boyunca saçtığı gürültü, kimi zaman 140 desibele yaklaşır...
“Desibel” sözcüğüne yabancı olanlar için, şöyle bir açıklama yapılabilir:
Sessiz bir evin ve fısıltılı konuşmanın desibeli, -ortalama- 20-40 arasıdır. Gürültülü olmayan bir büronun ya da olağan bir konuşmanın desibeli 40-60; orta gürültülü bir işyerinin 60-80; gürültülü bir işyerinin 80-100; çok gürültülü bir fabrikanın desibel ortalaması 110-120’dir. 30 metre ötemizden geçecek bir jet uçağının yaratacağı gürültünün desibeli ise, 125-135’tir.
Bir an için bırakalım “büyük gürültü”leri bir yana; günlük “olağan gürültü”lerin bile “canlı”yı ne duruma getirdiğini düşünelim: En uysal sokak kedisini eve alıp elektrik süpürgesinin, ya da saç kurutma aygıtının vb. yanına koyup, aygıtı çalıştıracak olsak, daha önce mıncıklamamıza bile izin veren hayvanın, birden yabanıl bir yaratığa dönüştüğünü, kaçacak yer aradığını, ona bu olanağı sağlamazsak, bize zarar verme eğiliminin başgösterdiğini gözleyebiliriz…
“Gürültü”nün, “istenmeyen ses”in neden olduğu bir “etki-tepki”dir bu.
Peki, bu tepkiyi bile gösteremeyecek olan sokaktaki çocuğun, ya da annesinin kucağındaki bebeğin, yanından geçen o “cehennemi” seçim otobüsünden nasıl etkileneceğini düşünen var mı ? Yaşadığı “savaşa benzer o an”ın yaratacağı, gelişimini tamamlamamış benliğinin ta derinlerinde bırakacağı onulmaz izlerin, ilerki yıllarda hangi “belirti”lerle gün ışığına çıkacağını düşünen var mı ?
Yok tabii ! Yok, çünkü ilgililerin, yetkililerin, bilim adamlarının kitaplarını okumak gibi bir alışkanlığı da yok ! Olmadığı için de, her sokak, ev ev işitsel “taciz”e uğratılabilir seçilmek adına. Önemli olan falancanın seçilmesidir. Bebeğin ruh sağlığı değil !
Koca kentlerin haftalarca kâğıt çoplüğüne dönüşeceğine, hiç değinmiyoruz.
* * *
Her seçimden önce, belediye başkan adayları “şunu yapacağız-bunu yapacağız” diye oy avına çıkar… Şeçilip, o tatlı koltuktaki yıllarını doldurduğunda, “şunu yaptık-bunu yaptık” diye, aynı filmi ikinci kez izletmek üzere, yeniden seçmen peşinde koşar…
“Şunu yaptık-bunu yaptık…”
Peki, şunu, şunu, şunu niye yapmadınız ?..
Belediye Yasası’nda, sokak satıcılarının “bağırma”sını ya da hoparlörle satış yapmasını yasaklayan maddeler var.
Hanginiz uyguladı ?
Gece boyunca çalışmakla yükümlü olanlarımız, hastalarımız, bebeklerimiz, sabah uykusundan fırlamak zorunda mıydı ?..
Köklü ailelerin oturduğu Pangaltı’nı ve daha birçok “nezih” semti “pavyon cehennemi”ne çevirdiniz; o pavyonların açılışına katıldınız, sahiplariyle öpüştünüz...
“Gürültü kirliliği” konusundaki bu aymazlığınızın, giderek daha hırçın, daha sinirli bireyler, dolayısıyla daha kavgacı bir toplum oluşturduğunu algılayabilmeniz için, çok okumanız, kültür edinmeniz ve uygar dünyaya bir göz atmanız gerekiyor.
Belediyecilik, çöp toplayıp, kaldırım boyamakla sınırlı değildir.
Bunu böyle bilesiniz saygıdeğer başkanlar !
(NOT: Bu yazıyı Mart ayında “Gene aynı şeyleri yaptılar...” diye yazabilirdik. Yazımız kupür ajansları aracılığıyla önlerine gider de, belki utanıp bu kez yapmazlar umuduyla şimdiden yazdık.)