Kasım 2008

Ö T E S İ

 

3.12.2024 



Röportaj

 
Yücel Velioğlu

İsmail Güneş’in son filmi, “Gülün Bittiği Yer” in VCD’si çıktı


Baskıların yıldırımadığı film Bir çok önemli filme imza atan Yönetmen İsmail Güneş’le, “Gülün Bittiği Yer” isimli filmiyle ilgili görüşlerini aldık. “Güneş bu filmle ilgili çektiği sıkıntıları ve filmin etkilerini açık yüreklilikle bizlere anlattı;

‘Gülün Bittiği Yer’ filmi hep sorulan, aranılan ama bir türlü bulunamayan bir filminiz olmuştu. Sonunda VCD’sini çıkararak filme ulaşmak isteyenleri sevindirdiniz.
-Biliyorsunuz Gülün Bittiği Yer salon işletmecilerine uygulanan baskı ve korkutma nedeniyle çok az sinemada gösterime girdi. İstanbul’da bir , Ankara da bir İzmir’de de bir… Oysa on beş kopya basılmıştı film. Yani büyük kentler dahil bütün Türkiye de göstermek üzere bir hazırlığımız vardı. Sinema işletmecilerine, salon sahiplerine bir baskı olunca bizle olan sözleşmelerini, sözlerini bozmak zorunda kaldılar. Kopyalarımız bile elimizde kaldı.
Uzun süre sinemalarda Gülün Bittiği Yer’i tekrar gösterime sokabilir miyiz bekleyişi içinde oldu. Bu baskının bir gün düzeleceğini düşünüyorduk. Fırsat kolladık anlayacağınız. Bu imkan elimize geçmedi bir türlü… Film hakkında, içeriği, yapısı, cesareti, hatta yasaklanması hakkında çok yazılmıştı. Okuyanlar merak ettiler ama filmi görecekleri bir salon bulamadılar. Bu istek artarak devam etti. Son yıllarda Gülün Bittiği Yer’in VCD’sinin piyasa çıkarılmasıyla ilgili çok yoğun talep gelmeye başladı. Bunun üzerine VCD çıkarma kararı aldık.

VCD sadece Türkiye’de mi dağıtılacak?
-Hayır, çok başarılı, güzel bir VCD hazırladık. Almanca, İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca altyazı seçeneklerinin yer aldığı bir menü. Ayrıca filmin kamera arkası, çekim notları, senaryosu ve üç versiyon halinde filmin soundtrack klibi…

Haluk Levent mi seslendirmişti filmin şarkısını…
-Evet, en az film kadar iddialı bir şarkı yapmıştık filme… Üç versiyon klip hazırlandı.

Ama şarkı filmin içinde yok.
-Filmin estetik boyutları açısından konuşulmuş birkaç mevzudan biri de filmin içinde müziğin olmaması... Hep söylemişimdir, sesli film çekersem film müziği kullanmayı düşünmüyorum diye. Hayatın kendisinde müzik var zaten. Bazen rüzgar müzik olur, bazen trenin gidişi müzik olur. Bu film o açıdan çok müsaitti ve şarkıyı filmin içinde kullanmak da mümkündü ve belki de daha popüler hale getirilebilir... Ama ben onu bütün dünyanın yaptığı gibi bir jenerik müziği olarak kullanıp seyircinin son anda duygularını müzikle dışarıya vurmalarını sağlamak istedim. Ama onun da talihsizlikleri var. En azından müzik kanallarında yayınlatamıyoruz içeriğinden dolayı...

Filmi yaptığınızda bu yana toplumsal şiddet, işkence adına bir değişim, gelişim var mı?
-İşkencenin bittiğini düşünmüyorum. Ülkede işkencenin kültürel olduğunu söylüyorum. Eski dönemlerdeki kadar bu tür şiddete dayalı olmasa da işkencenin azalarak devam ettiği kanaatindeyim. Ülkenin Avrupa birliğine girme çabası, bize bunun birinci madde olarak dayatılması , kanun yapıcıları daha radikal tedbirler almaya zorladı. İşkence yapanlar mahkemelerde büyük cezalar alınca bu işe tevessül edenler eskisi kadar rahat değiller. Bir gün hesabının görüldüğünü, bir gün filmlerinin çekildiğini biliyorlar…

Batılının gözünde zaten Türkiye’de işkence yapıldığına dair bir görüş var. Bu imajı filminizin desteklediğini düşündünüz oldu mu? Türkiye’yi bir kötülemek duygusuna kapıldığınız oldu mu?
-Bu ülkeyi dışarıda asıl kötüleyen şey işkencedir. Bu film Türkiye’yi kötülemez, Türkiye’yi aklar. Nasıl aklar? Görenler der ki bunlar yapılıyor ama filmi de çekiliyor, haberi de yapılıyor. Ama siz hem işkence yapacaksınız, hem filmini çektirmeyeceksiniz, haberini yaptırmayacaksınız, hem yapanları yakaladığınız zaman ceza verdirmeyeceksiniz o zaman kötü imajınız olur. Bizim filmin anlaşılmayan bir noktası daha var. Biz herhangi bir müesseseyi karşımıza almıyoruz. Bütün toplum karşımızda. Çünkü çocuğu anne, baba dövüyor, hocası dövüyor, lisede dövülüyor.. Hayatın her aşamasında eğitim aracı olarak kabul edilen dayak sonuçta sorgunun da bir parçası olarak görülüyor. Biz bir atasözünden yola çıktık. ‘..vurduğu yerde gül bitmek..’ Genelde anne, baba ve hoca için kullanılır bu söz. Yani terbiye eden insanların vurduğu yerde gül biter. Sözü açarsak, vurulan yerde oluşan kızarıklık güle benzetilmiş. Zararsız bir şeydir yani.. Gül Peygamber simgesi.. dolayısıyla kötü bir şey olmaz. Böyle çirkin bir mantığı var. Oysa ki Peygamber sevginin, aşkın simgesi.. Gül, tasavvufta aşkın, peygamberin simgesi.. Siz bu kadar çirkin bir eylemi böyle güzel bir şeyin arkasına gizliyorsunuz. Bu atasözünden başlıyor çirkeflik, bunu kabullenme duygusu... Biz yaramazlık eden çocuğa tokat patlatıyoruz, o işkence değil mi? Bir baba kendi çocuğuna bunu yaparsa iktidarını kurabilmek için.. ‘Benim devletimi, benim iktidarımı sen nasıl rencide edersin?’ e kadar gider ucu. Bütün problem bu.. Bazen de iktidar sahipleri insanları suça teşvik ediyorlar, suç işlemelerini sağlıyorlar. böyle çok cinayet işlenmiştir bu ülkede. Önemli olan suçun işlenmemesi değil, suçlunun yakalanması, itiraf ettirilmesidir başarı. Çünkü suçu önlediğiniz zaman başarıyı ölçemiyorsunuz.

Gülün Bittiği Yer İsmail Güneş’in en cesur filmlerinden. 12 Eylül döneminde işkenceye maruz kalan bir gencin dramı.. Peki neden 12 Eylül ve işkence ?
-Bunu insanlık problemi olarak gördüğüm için.. Toplum acılarını hep birlikte çekmediği için bu hale geliyoruz. 12 Eylül’de ülkücülerin neredeyse tamamına yakın kısmı işkence gördü. Aynı ülkücüler 12 Mart’ta solculara işkence yapıldığı zaman bunları öldüreceksiniz mantığındaydılar. Ama 12 Eylül’de işkencenin ne menem bir şey olduğunu gördüler. Çünkü devlet sağcı sorguculara solcuları, solcu sorguculara da ülkücüleri sorgulattı. Dolayısıyla herkes işini en uç noktada yaptı. İşin garip tarafı şu anki Meclis’te en az yirmi tane 12 Eylül’de A’sından Z’sine kadar işkence görmüş insan var. Buna rağmen o insanların 19 yıl sonra işkenceye bu kadar duyarsız kalmalarını fevkalade şaşkınlıkla karşılıyorum. Demek ki değişen bir şey yok. Erki eline geçiren insan hemen işkenceyi normal, bu toplumun hastalığı olarak görüyor. Niye tedavi etmek için bir çaba sarf edilemiyor? Kol kırılır yen içinde. Ama o kol kanser oluyor.

İşkence sahneleri çok sert bulunmuştu. İşkenceyi anlattığınız için mi sert bir anlatım kullandınız?
-Ben vahşetin iyice gösterilmesinden yanayım. Çünkü insanların hayal gücü sınırlıdır. Yargıtay işkenceyi tarif ediyor, gazeteler manşetten veriyor; sövmek, soymak, su sıkmak, falaka, elektrik, cop sokmak, hayalarını sıkmak.. Bunları insanlar hayal edemiyorlar. Bu filmin temel özelliği uyumakta olanlara Yargıtay raporundaki resimlerin karşılığını göstermek. Çünkü hiç kimse ‘Yapma yaa’ demiyor bu ülkede. Ben bu filmde bunları gösterdiğim zaman sansür kurulundaki Ali Kocatepe odayı terk etmiş ben dayanamayacağım diye. Peki içerdekiler nasıl dayanıyordu? Herkesin yaşamaması için göstermek gerekiyor. Bunu daha uzak, daha gizli öğelerle verebilirdim. Ama insanlar bunun nasıl yapıldığını görsünler..

Halit Refiğ bile Gece Yarısı Ekpresi’ne benzetmişti bir konuşmasında Gülün Bittiği Yer’i…
-Asla Gece Yarısı Ekspresi değil bu film. Bu ülkeyi sadece filmcilerden koruyabiliyoruz zaten. Bir ormanda filmciler o kadar zor film çeker ki, tonlarca izin alınır. Ama hırsız gidip yakıverir. Ondan koruyamaz devlet ama filmciden çok iyi korur. Tarihi bir yerde çekim yapmak istersiniz, yasak ama insanlar malı götürürler onlara yasak değil. Siz işkence yapıyorsunuz, oluyor, bu tescilleniyor, kitaplara dökülüyor, herkesin kabullendiği bir şey. Ama filmini yapamıyorsunuz. Bana filmin sonuna 'Bu filmdeki polisler cezalarını gördü ve polislikten men edildiler' şeklinde bir ifade kullanmamı teklif ettiler. Bu olmadı ki... Bakan Türk, bir sürü işkence davası var ama cezasını görmüş insan yok diyor.

Filmdeki işkence sahnelerini özellikle mi uzun tuttunuz. Sanki belgesel duygusunu veren sahneler var. Seyircide o sahnede oynayanlara da bir şiddet uygulanmış gibi geliyor. Oyuncular açısından bir problem olmadı mı?
-Bu rolü sadece bu sopaları yemen için sana veriyoruz gibi bir dayatmamız olsaydı işkenceden farklı bir şey olmazdı. Ama biz bunu oyuncumuzla konuştuk ve filmin gerçekçi olabilmesi açısından bir özveride bulundu. Çünkü bizim seyircimizin o tarz kaçmalarda hemen bir 'yerli film işte' gibi bir küçümseme tavrı var. Biz seyircide böyle bir kopmayı önlemek için falakalarda filan yapmadık ama su sıkmaktan, Filistin askısına, tokatlara bütün bunlar gerçekti. O gerçekliği oyuncunun da algılayabilmesi için onu bir miktar yaşaması gerekiyordu. Suyu sahte nasıl sıkacaksınız? Mecburen getireceksiniz bir tanker su, üzerine boca edeceksiniz.. Elektriği tabi ki gerçek vermedik. bizim elektrik sahnesi kontrast bir sahnedir.

Gülün Biitiği Yer filmini almak isteyenler aşağıdaki site ve mail adresinden ulaşabilirler... www.ismailgunes.net ismailgunes@ismailgunes.net


yucelvelioglu@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002