Toplumu neler yönlendiriyor? İnsanlar neleri düşünüyor, neleri konuşuyor, nelere önem veriyor? Büyük çoğunluğun şahsiyetlerine, zihinlerine hiçbir fayda sağlamayacak olan konularla vakit geçirmesi, kafa yorulması gereken bir meseledir.
Şu anda cemiyeti yönlendiren üst değerlerin değersizliğini ve seviyesizliğini hakkıyla fark edebilmemiz için bugüne kadar zihnimizi dolduran peşin kabulleri asli ölçülerin süzgecinden geçirmeye ihtiyaç vardır. Okuduğumuz okulun ve televizyonun bize, kendi zihnimizi bir imkan kaynağı halinde ortaya çıkarmak için dişe dokunur bir faydası olamayacağını idrak etmek, gelişmenin başlangıcıdır. Asli ölçüleri bilirsek kendimizi ne zannettiğimizi fakat aslında ne olduğumuzu belirlemek kolaylaşacaktır. Her şartta doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilecek bir ölçü hassasiyetiyle yaşayamadıktan sonra kendi ayaklarımız üzerinde durmamız mümkün olamaz. Özellikle kitle iletişim araçlarının gelişmesinden ve yaygınlığını arttırmasından sonra “tek tipleştirme” bütün dünyada daha kolay uygulanabilir hale geldi. Eğitim sisteminin ezberci, ruhsuz karakteri, kitle kültürünün yüzeyselliği ile birleşince ortaya düşünemeyen ama çok şey bildiğini zanneden kafa yapısı çıktı. “Düşünemeyen” bir kafa yapısı en çok tekrarlandığını gördüğü şeyin en değerli ve en gerekli olduğunu kabul eder.
Bugün birçoğumuzun üslubunda, davranışlarında belirleyici kaynağın “çoğunluğun tercihi” olduğu açıktır. Herkesin yaptığını yapıyor olmaktan başka bir hayatiyeti bulunmayan insan asla hür değildir. Aynı imkanlar sunulduğunda, aynı tezgahtan geçmiş herkesin ulaşabileceği bir noktayı yani sadece bir merhaleyi idealize etmekle, gaye haline getirmekle ne kazanabiliriz? Kazancımız sadece müşahhas planda olabilir. Hayatın mana ve gayesi üzerinde ciddi olarak düşünebilecek bir sabra, feragate, devamlılığa sahip olmayınca sadece nefse ait olan günlüğü ve müşahhası yaşayabiliyor insan...
Hayatımızın bütünlüğünü sağlayabilmek bugün ne yazık ki çoğu bizim için “kelime” haline gelmiş bulunan asli ölçüleri parlatmakla, iyi anlayıp yaşayabilmekle mümkün. İçinde bulunduğumuz buhran ve yaşadığımız kavram kargaşası uzun süreli, düzenli bir okuma faaliyetini gerektiriyor. “İki günü eş olan zarardadır.” Düsturunu şiar edinerek manevi lezzet ve zihni tekamül arayışının sürekliliğe kavuşturulduğu bir hayat, her tavrımızı, her sözümüzü gerçekten hissederek ortaya koymayı sağlayacaktır. Biz okumazsak zaten kendimiz koyun gibi güdülmeyi, kalıplara dökülmeyi kabul ediyoruz. Sistem ve kitle kültürü bize “okuma” ve “iddia et” diyor; kaliteli insan olduğunu iddia et, milliyetçi olduğunu iddia et ve öyle zannet, böyle olunca kısa süreli deşarjlar, sloganlar ve tatminler dışında her türlü basitlikle, boş işlerle muhatap olmaktan, bunları düşünmekten imtina etme diyor. Hissetmeyen, anlamayan itidali bulamaz. “İlgileniyorum” dediği kısa zamanlarda dahi ancak aşırılıkların sözcülüğünü yapabilir. Ben “üzerine basa basa” yaşıyorum diyebilmek için hakikat aşkının, samimiyetin ve ciddiyetin en ufak basitliğe boy gösterme imkanı vermeyecek bir canlılığa sahip olması gerekiyor.
Modern dünyanın insanı, modern kelimesine olumlu bir mana verildiğine göre, daha kaliteli, kendi kafasıyla düşünebilen, hayatında bir şekilde varolan unsurları tercih edebilecek insan olmalıdır. Fakat modern dünya modaların insanı yönlendirdiği bir dünya. Özgürce, kimseye hesap vermeden yaşadığını zanneden insan aslında düşünceleriyle, hedefleriyle günlüğe ve modalara hapsolmuş durumda. Popüler kültürün unsurları 1-2 aylık sürelerde her şey haline geliyor. Kimse bunlara itiraza cesaret edemiyor. Ancak üzerinden belli bir süre geçtikten sonra en başta 1-2 aydır sadece onları konuşanlar tarafından unutuluyor. İnsanlar artık konuşmak için düşünmeye gerek görmüyor. En yakın zamanda en çok tekrar edilen şeylerden kopyalıyor-yapıştırıyor.
Günlüğü yaşamak zihinde maddi ölçülerin yarleşmesine, istikrarsızlığa yol açıyor. Çünkü maddi ölçüler insanı çıkarcı yapıyor ve maalesef dün ak dediğine bugün kara dedirtebiliyor.
Bu halden kurtulabilmek için, ruhumuzun sağlığı ve gönlümüzün huzuru için her şeyde asliyeti arayan bir şuur halini gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bunun bizi dünden bugüne değiştirmesini bekleyemeyiz ancak müdahale edebileceğimiz, düzeltebileceğimiz yanlışları fark edip ilgilendikçe daha kuvvetli olacağımız açıktır. Kitle kültürünün ve modaların bizi seline katıp götürmemesi, hayatımızdan çalmaması için dar çevrelerde de olsa kendi gündemimizi oluşturabilmek gerekiyor. Önce kendimize ve sonra da etrafımıza kalıcılığın, orijinalliğin kıymetini anlatabilmek boynumuzun borcudur.