Kedi köpek mamalarına, muzuna, kivisine, avokadosuna alıştık. Ama bizim sokaktaki bakkalın kapısında ithal elmaları da görünce, yüreğimin cızlaması gözlerime yansıdı. Erkekler ağlamaz, sözüne aldırış etmeden için için ağladım. Sokağın ortasında “Verin benim çocukluğumu” diye haykırmamak için kendimi zor tuttum.
Biliyorum ki, her yıl, aralık ayının ikinci haftası “Türk Malları ve Tutum Haftası” olarak kutlanır.
Yerli malları haftasında mahalle bakkalında satılan ithal elma ve tutum... Bakmayın gözlerim. Ağlayın. Ben çocukluğumu istiyorum. Çoraplarımı onaran annemi, Elinde sefertası ile evden çıkan babamı ve bize yerli malları piyesi oynatan öğretmenimi istiyorum.
Götürün beni, Ne olur götürün. 45 yıl önceki Şarkışla’ma götürün. Adı neydi öğretmenimin unuttum. Ama, ülkü dolu, şefkat dolu, sevecenlik dolu yüzü gözlerimin önünde. Çocuk rolünü üstlenmiştim. Sahneye geliyor:
“Ne yesem ben, hurma mı? / Hindistancevizi mi? / Daha güzelleştirsin / Bunlar benim benzimi.” diyordum. Elma rolümü üstlenen arkadaşım fırlıyor ve bana çıkışıyordu:
“Neler dedin, ne dedin? / Hurma başka yemiştir. / Hindistan cevizi de. / Uzaklardan gelmiştir. / Elma yerli bir yemiş. / Soy soy durma.. ye bol.. bol.../ Şu pembe rengim gibi / Bir elma yanaklı ol!”
Armut, ayva, üzüm, incir, kestane, nar, portakal rollerini oynayan arkadaşlarımız sıra ile geliyor kendilerini ve niteliklerini tanıtıyorlardı. Son giren fındık tı:
“Vatanımdır Giresun. / Uğramalı yolunuz. / Fındık yiyin durmadan, / Fındık gibi olunuz. / Yerli yemiş yiyince, / Vücut sağlamlık bulur. / Köylü zengin oluca, / Millet de zengin olur!”
Son söz yine benimdi:
“Bin yaşasın yemişler, / Güzel Türk yemişleri.../ Yemişlerin içinde / Alın en yüksek yeri.”
Bugün arıyorum çocukluğumu, yarı aç yarı tokluğumu. Kimi az, kimi çok, kimimizde hiç yok; hepimiz bir şeyler getirirdik sınıfımıza. Birleştirir ve şarkılarla, türkülerle yerdik. Tutumdan söz ederdi şiirler: “Tutum haftası, / tutum haftası, / kulağa küpe / tutum haftası..”
Kumbaralarımız için söylenecek şiirlerimiz vardı:
“Ne cici kumbaram var, / Salladıkça şıkırdar / İçinde para dolu, / Kuruşla lira dolu. / Verince bana babam / Harçlığımı harcamam. / Üç beş kuruş yemişe, / Üç beş kuruş bu işe. / Geçince biraz ara, / Para dolar kumbara.”
ve Arkasında mandalinalı, portalaklı, incirli, üzümlü, cevizli, erikli, kaysılı, kirazlı şiirler. Şarkılara gelirdi sıra: “Gel armudu say da ye, / Elmaları soy da ye. / Deme: “Bu al yemiş ne?” / Ona diyorlar vişne.”
Şairlerimiz yerli malları özendiren, tutumlu olmayı öğütleyen şiirler yazmakla yarışırlardı. “Amasya’nın Elmasını / Zile pekmez çalmasını / Sivası’ın da kıymasını ? Yesem amma, yesem amma” deyip yurdun dört bir yanının ürünlerini sayan Aşık Veysel gibi.
Şimdiki çocuklarımız kumbaranın ne olduğunu bilmiyorlar. Gördüklerini de sanmıyorum. Bilmem bu haftalar yine okullarda kutlanıyor mu? Öğretmenler öğrencilerine: “Ak akçe kara gün içindir.”, “ Ayağını yorganına göre uzat.”, “ Damlaya damlaya göl olur.”, “ Har vurup, harman savurma.”, “ İşten artmaz, dişten artar.”, “ Sakla samanı, gelir zamanı.”, “ Ekmek olmayınca, yemek olmaz.”, “Gençlikte taş taşı, ihtiyarlıkta ye aşı.”, “ Yerli malı Türk’ün malı, her Türk onu kullanmalı “ gibi atasözlerinin açıklanmasına ilişkin kompozisyon ödevleri veriyorlar mı?
Kuşkusuz, tutum ve yatırım alışkanlığı küçük yaşlarda kazanılır. Boşa akan su musluğu, gereksiz yanan lambayı kapatan çocuk bu güzel alışkanlığı büyüyünce de sürdürür.
Tasarruf edilmesini, milli kaynakların işletilmesini, yerli fabrikaların kurulmasını, paranın dış ülkelere gitmesinin önlenmesini, temel tüketim maddelerini öz kaynaklardan karşılamasını, istemek, hamasi söylemler ya da fanatik görüşler değildir.
Geride bıraktığımız yıl, elektrik, otomobil ve makine malzemesindeki üstünlüğün yabancı ülkelere kaptırılmış olmasına üzgün olan Amerikan sanayicileri bir bildiri yayınlamışlardı. Diyorlardı ki: ‘‘Ürettiğimiz ürünlerin ülkedeki satış grafiğini ve kalitesini yükselterek bunları dış ülkelere satmak, Amerika'nın sağlıklı ekonomik döngüsünü sağlamamız için en temel şarttır’’ Bildirileri şöyle sona eriyordu: ‘‘Amerika, çalışmaktan vazgeçmeye başladı. Hızla, hiçbir şey satamayan ülke konumuna gelmekteyiz. Yakında, dışardan bir şeyler almak için satabileceğimiz tek şey, ülkemizin toprakları olacak!’’
Şimdi hâlâ “Amerika’nın Afganistan’da, Irak’ta ne işi var?” diye soruyor musunuz.
Cumhuriyetin ilk yıllarıydı. Savaştan çıkmış bir ülkeydik. Her köşemiz zarar görmüştü. Yoksulduk. Yüce Önderimiz Atatürk bu duruma üzülüyor ve çözüm arıyordu.1923 yılında İzmir İktisat Kongresini topladı. Bu kongrede yurdun bağımsızlığının korunması, yerli mallar üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı.
Dönemin başbakanı İsmet İnönü 12 Aralık 1929 tarihinde T.B.M.M.’de bir konuşma yaptı. Konuşmasında ulusal ekonomi, yerli malı ve tutumlu olma konularını anlattı. İşte bu tarihten sonra, bugün takvim yapraklarında kalan “Yerli Malları ve Tutum” haftaları kutlanmaya başlamıştı.
Bugün, 80 yıl önce Cumhuriyetin doğurduğu, kamu ve özel sanayiin, yeni bir Düyun-u Umumiye batağına sürüklenmekte olduğunu görmek hüzün veriyor. İthal elmaların sokak marketlerine kadar düştüğünü görünce, çocukluğumda neşe içinde söylediğimiz şiirleri, bugün bir ağıt ezgisiyle söylemek geliyor içimden:
“Amasya elmasıyım, /Meyvelerin başıyım. /Al sarı yanağım var, /Beni yersen kan yapar.”
“Ankara memleketim, /Koyu sarıdır rengim, /Isırınca pek yarar, /Yiyenlere can katar.”
“: İzmir’in üzümleri, /Sevilmez mi arkadaş? /İnsanlara pek yarar, /Kurusu var yaşı var.”
“Giresun zengin olsun, /Cebiniz fındık dolsun. /Kırılır çıtır çıtır, /Hem besler, hem ısıtır.”
“Portakal sulu sulu, /İçi vitamin dolu. /Adana, Kozan, Dörtyol, /Git ağaçtan ye bol bol.”
“Çiçek olur açılırım, /Mercan gibi saçılırım. /Hastaya nar sorulmaz, /Şurubuna doyulmaz.”
“Malatya kayısısı, /Yemişlerin nazlısı /Pestili de yapılır, /Yiyenler pek bayılır.”
“Bursa’nın şeftalisi, /Kilodur bir tanesi. /Şeftaliyi kim sevmez, /Tadına doyum olmaz.”