Hani bir şeyleri yapmanız gereklidir ama bir türlü başlayamazsınız, hani bir yerlere gidilecektir ama, bir türlü gidemezsiniz. Hani bir şeyler söyleyeceksinizdir de ama bir türlü cesaret edemezsiniz ya; işte öyle bir günün, gün dönümünde başlar hikâyemiz.
Bu bir dönencenin öyküsüdür. Gün doğumunun öncesinin zifiri karanlığıdır. Göz gözü görmez olmuştur ama, ne derler? “Yiğit yiğidi gözünden tanır” değil mi ya? Az sonra tan yeri ağaracaktır. Vakit tamamdır artık. Gün doğumu ve hayatın yeniden, insanın yeniden dünyaya hakim oluşu vakti gelmiştir.
Derin uykulardan insanın uyanışı. Sevenlerin kavuşumu, duaların kabulü, dilinize gelen, gururunuza yediremediğiniz cesaretsiz kelimelerin bir anda ortaya saçılmasıyla gebesi olduğunuz yükten kurtuluşunuz. Ve razılığınız…
Ilık bir bahar gününün bütün yorgunluğunun rehavetini omuzlarınıza bırakırken, kalbinizde yeni doğan bir bebeğin ağlamasını andıran bir ses işitirsiniz. “Bırakın beni, bu dünyaya niye getiriyorsunuz?” diye yalvarır adeta. Halbuki devinim gereklidir. Elbette bu kadar kalleş ve şahsiyetsizleşmiş bir dünyayı kimse istemez. Ama olan olmuştur bir kez… Ne dünya sizin ağlamanızla düzelecektir. Ne de buraya gelmekten vazgeçmeye hakkınız vardır.
Bebek ağlar, ben bu dünyayı istemiyorum diye!
Böyle ciddiyetsiz, seviyesiz ve var oluşundan uzaklaşan insan gölgelerinin arasında ne işim var benim diye yalvarır, yalvarır, yalvarır…
Önüne iki şık sunarlar. Derler ki: Ya bencilce beğenmemezlik sıfatını yaşarsın, ya da razı bir hayat sürer, insanlara ahbap olursun. Seçim senindir artık!
Bebek yine ağlar, der ki yok mudur üçüncü yol? Biri yaklaşır usulca kulağına fısıldar: “Olmaz mı kuzum? Herkes ne yaparsa sen de onu yap, hiç ceza alan maymun gördün mü? Hayvanat bahçelerine gitmedin mi hiç? İnsanlar en çok hangi mahlûkun önünde bakıp da güler? Ona fındık fıstık verirler? Hem bak boğazından da iki lokma geçer böylece. Efendini memnun et ki aç kalmayasın! Herkes nereye giderse sen de oraya git. Bilmez misin sürüden ayrılanı kurt kapar?”
İşte buna uydun mu yandın demektir! Ya boynuna tasmayı geçirmişlerdir. Zincirini ellerine alırlar. Ya da çanı asmışlardır. Usul usul kavalla uyuturlar.
Bebe iken kocalan sen, seni hayvan olarak görenlerin kahkahalarla güldüğü, seni oynatıp da (çalıştırıp da) sırtından para kazandığı, üç kuruşluk fıstığa beş takla atan şebeksindir artık. Eee, bir de sana “kuzum” diyerek güdüyorlarsa, mezbahaya gidiyorsundur bilesin. Yerin belli değildir artık. Ağlasan da fayda etmez gayri. Ara-(da)-sat-ar dururlar seni.
Kulağına fısıldayanlar, en çok neden korkarlar bilir misin? Hayvanat bahçesi olarak gördükleri dünyada kafese tıktıkları “arslan”dan. Kafesin önüne bile her geldiklerinde “Bir çıksa hepimizi parçalar” diye aralarında fısıldaşır dururlar. Kilit üstüne kilit atarlar. Korkuluğun önüne korkuluk koyarlar. Yaşam alanlarını daraltıp, neslini tüketmeye kalkarlar. Çünkü bilirler ki, “her gönülde bir arslan yatar.” Bu arslanı uyutmak en büyük marifettir onlar için. Bir uyansa bilirler ki kendi tilkiliklerini yapmasına fırsat vermez. Ormanların kralıdır o. Ve dünya da bu tilkiler bin yıldır işleye işleye orman kanununu hakim kılmışlardır. Arada uykusunda kükremesi bile endişe verir o tilkilere. Ya diğer arslanlar uyanırsa diye…
***
Ey bebek!
İnsan olma azmine gireceksin.
“Ben sahibim” dersen, bütün hayvanlar senindir. Ama önce, razılık gerek. Gönülde yatan arslanı uyandırmak gerek. Gönül dağlarını tilkiye dar edip, ardından bağban eylemek gerek. Gönül bağlarında güller yetiştirmek gerek. Onları derip koklamak gerek. Gülün amberiyle dağı taşı bezemek gerek. Gökyüzündeki hilâle gül gibi bakmak gerek. Hilâlin yanına yıldız gerek. Karanlık gecelerde yol gösteren, baksıların bakıp da türediği noktadan bildirdiği bilgi gerek. Uzak hedefte, yakın bir geleceği bilmek gerek. Görüp kalben tatmin gerek. Gökten İsa beklemek yerine Meryem’in acısını bilmek gerek. Ona sahiplik gerek. Her gün bir tanesinin daha boynuna çan asılan nazenin insanların hayvanca menfaatler için helâkini önlemek gerek. Dünyaya nizam verecek neslin kaybının vebalini kim bilecek? Ama önce rıza gerek…
Ve artık…
Türk, dünyaya örnek gerek!