Anayasamızın inkılâp kanunlarını korumasına ilişkin 174. Maddesinde sekiz kanun sayılarak, bunların anayasaya aykırılığı iddiasında bulunulmayacağı ifade edilmiştir. Bu kanunlardan birisi tekke ve zaviyelerle, türbelerin kaldırılmasına dair ve Türbedarlıklar ile bir takım unvanların men ve ilgasına dair kanundur. Bu kanun 1925 yılında çıkmış ve çağın gerekleri, tarikatların içinde bulunduğu kötü ortam ve tarikatçıların ortak istekleri üzerine kabul edilerek tarikatlar kapatılmıştır.
Geçen zaman, ülkemizde, özellikle 1938 –1950 arasında uygulanmış olan ateist, pozitivist dikta rejiminin meydana getirdiği sıkıntılarla ,1950 de çok partili demokratik hayata geçilmesi üzerine oy avcılığı ve istismarı gibi sebeplerle daha önce kapatılmış olan bütün tarikatlar illegal olarak canlanmış, yeniden çalışmaya başlamış, siyaset ve ticaretle kurdukları yeni izdivaçlarla toplumda tutunmayı başarmışlardır. Ancak bu defa ki varlıkları, eskiden mevcut olan varlıklarından farklıdır. Ve yeni kimlikleri sadece tarikat değil aynı zamanda birer siyaset enstrümanı olan sivil toplum örgütleridir.
Bir tarafta kökü dışarıda El Kaide gibi uluslar arası örgütlere dayananlar olduğu gibi içerde de İBDA-C ve Hizbullah gibi din ve inanç istismarına dayanan kuruluşlar vardır. Diğer tarafta yeni bir din olma çabası gibi görünen ve AB ülkeleri ile ABD tarafından da desteklendiği, bunlara ait yıllık insan hakları raporları, ilerleme raporları gibi belgelerden anlaşılan bazı mezheplerin devletin yapısı ve şeklini zorladıkları biliniyor.
Ramazan ayında bir TV kanalında programa katılan mezhebin ve pek çok örgütün yöneticisi bir akademisyenin “ülkemizde şu kadar yandaşımız var, kaç müsteşar var kaç genel müdür var, biz haklarımızı istiyoruz” şeklindeki yakınmaları başka ne anlama gelebilir? Yazılı ve görsel basında din ve inanç istismarcılarının akıl almaz istekleri karşısında devletimizi ve milletimizi düşünenler şaşırıp kalmaktadır. Çünkü, bu tür mezhep ve tarikat istekleri 80 yıllık Cumhuriyet döneminde ve 600 yıldan fazla süren Osmanlı döneminde de görülmemiş taleplerdir.
Türkiye İslam ülkeleri içerisinde demokrasiye geçmiş en önemli ülkedir. Bu sebeple de bütün İslam ülkelerine örnek model olarak gösterilmektedir. Türkiye’nin bu anayasal demokratik, laik yapısından da asla vazgeçilemez, hele tarafsız, siyaset dışı olan devlet memurlarının tarikatlara, dine, mezhebe göre dağıtımından; Milli Eğitim gibi insanları birleştirecek ve kaynaştıracak, dil ve kültür birliğini geliştirip güçlendirecek bir eğitim ve öğretim şurasına tarikatçı sıfatıyla temsilciler bulundurulmasından asla söz edilemez. Böyle bir talep devletimizi sıkıntıya sokmak bir yana millet fertlerinin tamamını rahatsız eder.
Bu, ülkemizdeki yasaklar devam etsin anlamı taşımıyor. Ülkemiz elbette yasaklar ülkesi olmaktan çıkmalıdır. Ancak bu talepler hukuk sistemini ve rejimi zorlar mahiyette olmamalıdır.
Ülkemiz, anayasamıza göre hukuk devletidir. Ve hukukun üstünlüğü ilkesi genel kabul görmüş en önemli ilkemizdir. Bu kanunla yasaklanmış her türlü faaliyet ülkemizde serbestçe yapılmakla, sadece arkası olmayan, siyası dayanağı bulunmayan, fukara gecekonduda faaliyet gösteren birkaç tarikatçı ayda yılda bir polis baskını ile meydana çıkartılarak devlet bu yasağı uyguluyormuş izlenimini verilmektedir. Bu uygulamalar, adalete gölge düşürmekte, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi hususunda tereddütler meydana getirmektedir.
Diğer taraftan kanunda faaliyetleri yasaklanmış binlerce insan “tarikat önderleri” adıyla önceden ilan edilerek T.C. Bakanlıklarının finanse ettiği tarikat toplantıları yapılabilmektedir. Kendilerinin ortaya koyduğu ilkeleri benimseyen veya kendi adaylarını liste başına koyacak partileri destekleyeceklerini ifade ederek siyaset ve siyaset pazarlaması yapabilmektedirler.
Hukuk herkese lazımdır ve kanunlar adil olarak ,eşit olarak herkes için uygulanmalıdır. Hiçbir şahıs ve zümreye üstünlük verilemez. Ülkemiz falcılar, büyücüler, gaipten haber verenler, sahte tarikatlar, sahte şeyhler ve meczuplar ülkesi haline gelmiştir.
Bunların bir kısmı; devlete ait kamu kurumları, (Turkcell, Telsim, Aycell gibi GSM kurumları, TV ler, gazeteler) fallar, büyüler yayınlamaktadır. CD lerle benzer şeyler hizmet(?) olarak yapılıp satılmaktadır. Kumar, insanların en önemli umudu haline gelmiştir. Müştereken kabul ettiğimiz bir ahlaktan nerede ise bahsetme imkanınız kalmamıştır. İslam ahlakı diyemiyorsun. İrtica diyorlar. Türk ahlaki diyorsun ırkçı diyorlar. Sadece ahlak diyoruz. Dini, cinsiyeti, mensubiyeti belli olmayan, sadece nasıl yemek yenir, nasıl içilir, nasıl dans ediliri öğreten görgü kuralları ortada kaldı. Ayıp gitti. Günah zaten ortadan kalktı.
Yakında yapılacak mahalli seçimlerde de bazı tarikatlar çok önemli rol oynayacak. Türkiye Cumhuriyetini seven, Türk devletine güvenen, vicdan sahiplerine sesleniyorum. Gelin Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş gayelerine uygun bir tarzda, vatan bütünlüğünü, milletin birlik ve beraberliğini, devletin üniter yapısını ciddi olarak tehdit eden şu falcılık, büyücülük, gaipten haber vericilikle birlikte bazı sahte tarikatların toplumumuzu bölüp parçalara ayıran illegal yapısına bir neşter vuralım. Gelin falcılık, büyücülük benzerlerine ait yasağı kuvvetlendirelim. Cezalarında artış olsun. İnsanların akıldışı ve lüzumsuz şeylerle umutlarını tüketmeyelim. İnsanları çalışmaya, alın teri ile geçinmeye ve yaşamaya sevk edelim. Gerçek manada dinini ve inancını yaşamak isteyenlere bu en büyük hizmettir. Tarikatlar konusunda yasağı uygulamak isteyen siyasi parti ve sivil toplum örgütü bulmak imkanı yoktur. Gelin ey siyasi parti temsilcileri bu seçimde bir ilki gerçekleştirin. Sahte tarikatların, falcıların, büyücülerin kapısına gitmekten vazgeçin. Onların umutları kırılsın. Rant kapıları kapansın.