12 Aralık 2003 akşamı televizyon kanallarında, Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev’in Amerika’da ölmüş olduğunu öğrendik. Belki o gün ve o akşam dünyanın pek çok yerinde, on binlerce canlı, canlı olmanın bedeli olan ölmeyi de, beraberinde tadıyorlardı...
Bunlar arasında elbette insanlar da vardı, böcekler de vardı, kuşlar da vardı, başka şeyler de vardı!.. Gerçi bizim ülkemizde, o sırada akşam vakti yaşanırken, başka yerlerde sabah veya gündüz süreci yaşanıyordu. Aynı zamanda, bizim ülkemiz mevsim olarak kışı yaşarken; Avustralya, Yeni Zelanda, Arjantin ve Şili gibi ülkelerde, yaz yaşanıyordu...
Halbuki ölümün, ölmenin ve de öldürmenin yazı da, kışı da yoktu...Ölümün, ölmenin ve de öldürmenin insan boyutu ya da hayvan boyutu da yoktu...Ölümün ‘Yoldaş’ı ‘Cenab’ı ve ‘Bey’i de olamazdı...Ölüm ölümdü. Fakat ölmenin de farkı vardı:Yere, zamana, imkan ve kapasitelere göre eşitsizlikler vardı...Belki o anda, Kore’de ‘Kim’ adlı bir şahıs ölmüştü! Böyle birisinin ölmesi, kendisini hiçbir şekilde tanımadığım için, beni fazlaca ilgilendirmezdi...O şahıs, benim için ancak, sadece yakınlarının tanıdığı bir kişi olabilirdi...
Oysa, Azerbaycan Türklerinin bir kısmını, komünist dönemden bu yana, demir yumruğu altında yaşatan ve yaşatmış bulunan emekli KGB generali, Tavariş (Yoldaş) Haydar Ali Rıza oğlu Aliyev adıyla tanınan şahıs, benim için çok önemliydi...Onun yaşadığı, yaptıkları ve de ölümü benim için inceleme, değerlendirme ve de yorumlama konusu olmalıydı...
Kimdi, Yoldaş Haydar Aliyev ya da Aliyeviç? İnsanların biyografisi, şecereleri ile ilgili değil midir? Eğer böyle olmazsa, ne soy belli olur, ne de sop! Yoldaş Aliyeviç, Ermenistan sınırları içinde doğmuş olan, Ali Rıza isimli bir şahsın oğluydu. Bu oğul, öyle bir süreç takip etti ki, Yüksek Sovyet Pirezidyumuna kadar çıkabildi...O mevkilere kadar çıkmak, her hangi bir insan için kolay mıydı? Elbette kolay değildi...Her insan çıkabilir miydi? Elbette çıkamazdı...O yerlere çıkan insanlarda, Türklük onuru, gururu, erdemi ve şerefi aranır mıydı?! Hayır! Kesinlikle hayır!..Mesela, rahmetli Ebul Fez Elçibey de, o yerlere çıkabilir miydi? Çıkamazsa, acaba yeteneği yok mu diyecektik? Yoksa, Türklük onuru mu çoktu? Tavariş Haydar Aliyeviç, Elçibey ile Türklük onurunu taşımak konusunda, yarışabilir miydi? Ya da Aliyev’in, böyle bir onurla ilgili olarak, bir sorunu var mıydı? Bunları, niye tekrar ediyorum? Haydar Aliyev’in arkasından konuşan ve yazan bir kısım zevat, ne yazık ki eski yoldaş, yeni cenap Haydar Aliyev’i, kırk yılık Türk milliyetçisiymiş gibi, insanımıza tanıtıyor!..
İnanmış ve eğitilmiş bir komünistin milliyetçi olması, söz konusu olabilir mi? Hele bu komünist, Sovyet yönetimindeki üç-beş kişiden birisiyse, bunun milliyetçi olması düşünülebilir mi? Üstelik bu komünistin geçmişi, 1941 yılından itibaren KGB’ye dayanıyorsa ve orada generallik rütbesine kadar çıkmışsa, adama şöyle derler: ‘Kör müsün, sağır mısın be birader?!..’ Tüm bunlara rağmen cenap Aliyev’in Türk milliyetçisi olduğuna dair utanmadan, sıkılmadan hâlâ dem vuranlara da, ‘ajan mısın, birliği-dirliği bozan mısın ya da fitne fücür müsün, nesin’ demek de, bizim en doğal hakkımızdır...
Sovyetler Birliğinin en yüksek katına çıkmak, gökdelene ya da merdivene çıkmaya benzemezdi...Oralara çıkmanın bir bedeli vardı...Bu bedel ağırdır...Kiloya, okkaya ve tona gelmez...Bu bedel metreyle, santimetreyle ölçülemez...Bu bedelin başında gelen sebebin en önemlisi, hiç şüphe yok ki, sistem içersinde, yükselecek ya da yükseltilecek olan şahıslar için, iyi ve tavizsiz bir komünist olmaya dayandırılırdı...
İyi bir komünist nasıl olunurdu? Evet, iyi bir komünist sabunla yıkanarak, parfümlenerek de olunamazdı... Yoldaş Haydar Aliyeviç, acaba bu konuyu becerebildi mi? Yani, iyi bir komünist oldu mu? Oldu ki, çıkılması zor olan mevkilere çıkabildi...Bu zorluk nereden kaynaklanıyordu? Bu sorunu da, yine iyi bir komünist nasıl olur, anlayışından çözebiliriz...İyi bir komünist, milliyetçiliği kesin olarak reddeder, enternasyonalizmi savunur...Haydar Aliyev, enternasyonalizmi savundu mu? Savundu ki hedeflemiş olduğu o yerlere çıkabildi...Peki, Türklük kavramını ne yaptı? Bunu da Azerbaycancılık adına geri pilana atmadı mı? Örneğin rahmetli Elçibey’in anayasaya ‘Dilimiz Türk dilidir’ diye koydurttuğu ibareye dahi tahammül edemedi...Halbuki o anda, dünyada komünizmin itibarı bitmiş, tavan yapma süreci kaybolmuş ve yere, ayağa, tabana düşmüştü...Fakat ne derseniz deyin, cenap Haydar efendi, iyi ve de tarihsel konumlu bir komünistti...Belki de bu nedenle, Azerbaycan anayasasındaki Türk dili olan ibareyi, dilimiz Azerbaycan dilidir diye değiştirdi...
Ya komünizm de millet kavramı, olumlu anlamda, puropaganda anlamında, yer alabilir miydi? Elbette yer alamazdı...Çünkü komünizmin diyalektiğinde ve özünde, millet ve milliyetçilik kavramına hayat hakkı yoktu...Çünkü, enternasyonalizmin en büyük düşmanı nasyonalizmdi!..Milliyetçiliğin savunulması demek, komünizme tamamen ihanet demek olurdu!..
Peki, komünizmde din var mıydı? İyi bir komünist ateyist mi olmalıydı? Elbette...Çünkü komünizmin Yahudi kökenli peygamberi olarak tanıtılan Karl Marks: “din insanlık için bir afyondur” anlayışını, dünya kamuoyuna sunmamış mıydı? O zaman iyi bir komünist, dindar olamazdı. Öyleyse, yoldaş Haydar Aliyeviç’de iyi bir komünist değil miydi? Elbette iyi bir komünistti... KGB’de, partide ve polit bürodaki ateyist arkadaşları ile de sık sık görüşürdü...Üstelik o, komünist arkadaşlarından görev ve emir de alırdı... Aldığı emirler ve görevlerde de, dinin “D” harfine dahi yer yoktu. Sonra kendisi de, emir ve görev verirken, dinin hangi harfine göre görevler verirdi, incelemeğe değer değil mi?
Gerçi yoldaş Haydar Aliyeviç, Türkiye’deki yakın ve çok samimi arkadaşı Dolaksızoğlu Süleyman Sami Demirel’den etkilenmiş olacak ki, ‘Dün dündür’ politikasına sarılıp, süreç içersinde yeni maceralara da atıldı. Buna göre Elçibey’in ben yemedim sen ye anlayışından faydalanarak geldiği Bakü’de, yapıştığı pirezıdınt koltuğundan ölene kadar da kalkmayacaktı...Acaba Moskova’da Gorbaçov’a direnirken, direnmesindeki esas neden, komünizm çökmesin ve kendi gibileri bertaraf edilmesin diye miydi? Sonra komünizm çöktüğü için mi, olduğu yerde yüz seksen derece dönerek Demirel’in ipine sarıldı ve ABD ile yakın temasa geçti?
Eski yoldaş, yeni cenap Haydar Aliyeviç o koltuğa otururken, Kuranı Kerime el basacaktı...Acaba Kuranı Kerime el basarken, eski yoldaşları Sıtalin’i, Kuruşçef’i, Birejnev’i, Andopov’u ve de yaşadığı sürede tarih boyunca KGB için yaptıklarını, hiç düşündü mü? Kendisi ateyizmin en hızlı silahşörleri olan ağabeylerini, arkadaşlarını ve de onların tüm faaliyetlerini, ret mi ediyordu? Ben hiçbir yerde, hiçbir zaman cenap Aliyev’in ağzından komünist geçmişini ret ettiğini duymadım. Bu zaten, o kadar kolay yapılabilecek bir şey değildi...Halbuki herkes, hayatta yaptığının bedelini bir şekilde ödemeliydi...Ben şunu yaptım, o zaman şartlar değişikti, fakat şimdi ben de değiştim politikası, çok ucuz ve de demogojik bir faaliyet olmaz mı?. O zaman, tüm hatalar ve yanlışlar, yapanın yanına ekstradan muazzam kâr olarak kalmaz mı?..Kaldı ki yoldaş Aliyeviç, 1941-1991 yılları arasındaki elli yıllık komünist geçmişini ret etmediği gibi, ülkesindeki televizyon kanallarında da, o yıllar içersinde yaptıklarıyla övünç payı çıkartmakta ve de yeni yetişen nesillere de yoğun bir ajitasyon yapılmaktadır...
Yine cenap Haydar Aliyev, Mekke’yi ziyaret ettiğinde hacı mı olmuştur? Acaba, Hacerül esvet’i gördüğünde, tüm komünist geçmişini, reddederek mi hareket etmiştir? Utanmadan, sıkılmadan Mekke içinde nasıl gezebilmiştir? Tarihi komünist-ateyist kimliğiyle mi, yoksa başka bir şey olarak mı?!.İyi bir komünist, millet ve din kavramını ret eder ve de etmek zorundadır...Töre, örf, adet ve gelenekleri de, komünist bir anlayışa teslim eder ve de etmek zorundadır. Bu durum, komünist olmanın diyalektiğinin ana noktasıdır. Bu da, tek bir dünya hakimiyeti oluşturma pirensibinin doğal bir sonucudur. Gerçekçi midir? Tartışılabilir...Aslında tartışmaya da gerek yoktur...Niçin? Çünkü, komünist düşüncesindeki pıratiğin iflasını, dünyada yaşayarak gördüğümüz için!..
BİR YEZİDİ Mİ?...
1915 ile 1920’li yıllar, Ermenilerin gerek Anadolu’da ve gerekse Azerbaycan coğrafyasında, Türklere karşı yoğun silahlı saldırılara geçtikleri ve bu yolda bazen de sert cevap aldıkları dönemi kapsar. Bu dönemin sonucunda, General Kazım Karabekir, Taşnak Ermenileri’ni yenilgiye uğratarak Gümrü şehrinde, 2/3 Aralık 1920 tarihinde, onlara yenilgilerinin karşılığında anlaşma imzalatmıştır. Bu anlaşmadan sonra da Bolşevik Ermeniler, Ermenistan’ı işgal etmişlerdir...Bu süreçler içersinde ve sonrasında, bazı Türkler bölgeyi terk etmiştir. Yine bu sıralarda, Müslüman ve Yezidi Kürtlerden bir kısmı da, Anadolu ve Nahçıvan yöresini esas alacak şekilde, bölgeden kaçmışlardır...
Anadoluya gelerek, bilhassa Erzurum-Bayburt hattına yerleşen bazı Şıhbızın Kürtleri, kendi iç dayanışmalarını sürdürmeğe çalışmışlar, bunlardan bazıları Anglo-Sakson-Yahudi ittifakına dayanarak, onların beslemesi ve itmesi sayesinde, Türkiye’de çok etkin konumlara da gelmişlerdir. Bunlardan birisi, meşhur bir cemaat lideri olarak, Anglo-Sakson kültürüne sırtını vermiş bir şekilde, kendisine tembih edilmiş olan tarihi misyonunu yapmakta ve bu uğurda ömrünü de sürdürmektedir...
Bir başkası da, Turgut Özal’ın yanında yer alıp, kendisine sunulan imkan ve kapasitelerden faydalanarak, yaptığı büyük şehir belediye başkanlığı görevindeki maaşıyla kıyaslanamayacak kadar da zenginleşmiş ve şu anda, muazzam okullar zincirine de sahip olmuştur...
Bir zamanlar Yezidi Kürtlerinin bir kısmını Müslüman Türklerin arasına katarak Nahçıvan’a süren Ermeniler değil miydi? Tavariş Haydar Aliyev’in soyu da Nahçıvan’a, sürülenler arasında bulunmuyor muydu? Acaba bu nedenle mi, bazı Azerbaycan Türkleri, yoldaş Aliyeviç’i Yezidi kökenli olmakla suçluyorlardı? Gerçekten de yoldaş Aliyeviç’in Sovyetlerdeki basamakların en üstlerine çıkmasındaki sır ve başarı neydi ve de nereden kaynaklanıyordu? Acaba onurlu, erdemli ve şerefli her hangi bir Türk’ü, o makama komünistler çıkarır mıydı? Aliyev’e takılan farklı kökenden olduğuna yönelik görüşler, bu açıdan bakıldığında doğru muydu? Taşlar bu anlamda yerine oturtulduğu için mi, Aliyev o makama çıkartılmıştı?
Zavallı Türk milleti, her yerde, her zaman, her gördüğü sakallıyı kendisinden sanma hastalığından niçin vazgeçemez? Koçi beyler, Patrona Halil’ler, Rıza Tevfikler, Maliyeci Cavidler, Abdullah Öcalanlar,daha neler neler, ismi senin benim gibi olup, ruhu ve cismi başka yer ve diyarlarda uçanları, niçin görmez/göremez ve de görmek istemez...Acaba bu nedenle mi, Ali Rıza oğlu Haydar, KGB basamaklarını çıkarak en üst noktalara gelebildi? Düşünmeli, iyi bir şekilde düşünmeli!..
Bu gün dahi, Ermenistan’da kalan son etnik gurup, yaklaşık elli bin Yezidi Kürdü’dür. Bu insanları da Ermeniler, Türklerle olan çelişkilerinden dolayı şimdilik kapı dışarı etmiyorlar, demek ki onlara göre de, her şeyin bir zamanı var!.. Devam edeceğiz...