Biz Anadolu’da yetişenler yazılarını veya kitaplarını okuduğumuz insanları hele bunlar beğendiğimiz ve sevdiğimiz kimselerse çok fazla yüceltirdik. Bilmem bugünün gençleri de aynı biçimde mi hareket ediyorlar?
1980 yılında İstanbul’a geldikten ve bir kısmıyla şurada burada karşılaşıp hayal kırıklığına uğradıktan sonra benim bu insanlara bakışım bir normallik kazanmaya başlamıştı. Artık bu insanları da herhangi bir mesleği icra eden öbür insanlardan çok farklı değerlendirmemeyi öğrenmiştim.
İşte Anadolu’da iken yazılarını okuduğum ve sonra İstanbul’a gelince tanıştığım ve beni hayal kırıklığına uğratmayan pek az insandan biri, tanıştığımız dönemde İslam Ansiklopedisi Müdürü olan Dr. Vahid Çabuk’tu. Vahid Bey’in yazılarını, daha ortaokula giderken, Türk Kültürü dergilerinde okumuştum. Yalnız oradaki imzası Vahid Çubuk şeklindeydi. Tanıştığımızda bunun kendisi olup olmadığını sormuş ve evet cevabı almıştım. Şimdi hatırlamaya çalıştığımda Türk Kültüründe okuduğum yazıların içeriğini çıkaramıyorum ama benim fikri yapımın oluşmasında onların küçük de olsa bir rolünün olduğuna inanıyorum.
Vahid Beyi bize sevdiren, bize yani Yusuf Gedikli, Ahmet Kanlıdere, ve bendenize, zannederim, yumuşaklığı, güleçliği, babacanlığı ve tevazuu idi. Yanında size değer verildiğini hissederdiniz, sizi tanırdı. Burada tanıma kelimesi bütün anlamlarıyla birlikte kullanılmıştır.
Vahid Beyin bu özelliklerini göstermek üzere seksenli yılların başındaki bazı hatıralarımı anmak isterim. O sıra bir yandan Hukuk Fakültesine devam ederken, bir yandan da Beyaz Saray Çarşısındaki kitapçılara ve bilhassa Türkmen Yayınevine uğrar sohbet ederdik. Yayınevini işleten Hukuk Fakültesinden ağabeyimiz Bekir İşlek, Yavuz Bülent Bakiler’in şiirlerini yeniden basmış, ben de bunların biri hakkında Türk Edebiyatı dergisinde bir yazı yazmıştım. Vahid Bey bu yazıyı okumuş ve beni “çok güzel olmuş, devam et. Yalnız bir yerde ‘nağra’ diye yazmışsın, onu öyle değil ‘nara’ diye yaz” demişti. O seneler çevremizde 12 Eylül 1980 darbesinin yarattığı deprem sürmekte, eski dava adamları alplıktan sade dervişliğe savrulmakta, yapılan her iş “masiva” kabul edilip tam bir değersizliğe mahkum edilmekteydi. Bulunduğumuz dar mahfilde ise “ne yazacaksın, yani yeni ne söyleyeceksin?”, biçiminde yazdıklarımız, yazmak istediklerimiz gene hiç mesabesine indiriliyordu. Bu ikinci tavırda yazmak aslında çok değerli, saygın bir iş olarak kabul ediliyor, fakat bu önemli iş bazı imtiyazlı insanların tekeline veriliyordu. Gerçekte, okumuşlar çevresinde yazı faaliyeti, aşağı-yukarı bugün de, böyle anlaşıldığı için konuşmak serbest fakat yazmak yasak sayılıyordu. En azından yazmak belli seçilmişlerin işi olarak görülüyordu.
İşte böyle bir ortamda İslam Ansiklopedisi gibi çok itibarlı bir yayım faaliyetinin başında bulunan bir adam yazdıklarınızı beğeniyor ve sizi samimi bir şekilde bu yolda teşvik ediyordu; bunun anlamı ve değeri elbette başkaydı!
Zaman biraz ilerlemiş 1985’te Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamıştım. Vahid Bey o sıralarda çıkarma hazırlıklarını sürdürdüğü Küçük Türk-İslam Ansiklopedisi için de bana “Anayasa” maddesini sipariş etmiş ve bir müddet sonra yazıp kendisine teslim ettiğimde de o zaman bana pek önemli gelen bir telif ücreti ödemişti. Yanılmıyorsam aldığım ilk telif ücreti de oydu. Maalesef bu ansiklopedi çalışması bir müddet ilerledikten sonra, Vahid Bey’in diğer pek çok projesi gibi, gerçekleşemeden kalmıştı.
Geçenlerde unutulmaz sahhaf Raif Yelkenci merhumun torunu ve Vahid Beyin uzun yıllar mesai arkadaşı olan Halise Alkan ablamızı ziyaret ettiğimizde, Vahid Çabuk kitabıyla karşılaştık. Vahid Bey 4 Mart 2000’de genç denecek bir yaşta, en verimli çağında vefat etmişti. Son yıllarında ağır seyreden bir şeker hastalığından muzdaripdi. Oğlu Burak Fazıl Çabuk, büyük bir vefakarlıkla çok sevdiği babası hakkında bir kitap yazıp onu milletine anlatmak istemişti. Kitapta Vahid Beyin doğup büyüdüğü İskenderun’un Düğün yurdu (Cebike) köyündeki çocukluğu, daha sonra yerleştikleri İskenderun’da ve İstanbul’daki üniversite yılları tarihi bir sıra ile hikaye edilmektedir. Bu anlatıda 12 Kasım 1946’da yoksul bir köy çocuğu olarak doğan Vahid Beyin nasıl Vahid Çabuk olduğu pek güzel dile getirilmiştir. Beklenmedik bir anda ölümüyle dostlarını ve sevenlerini çok üzen Vahid Beyi unutmamak ve hayatını imkansızlıklar içinde bulunan gençlere bir umut ışığı olarak sunmak gerekir. Bu sebeple, bu kitabı hazırlayarak babasının yolundan yürüdüğünü gösteren oğlunu candan tebrik ederiz. Bu vesile ile içimizden biri olarak hayatını tamamlayan bu büyük alimi rahmetle anıyoruz.
Vahid Bey devletimizin yayımladığı en önemli eserlerden biri olan İslam Ansiklopedisinin yayımını başarıyla tamamlamıştır. Bunun dışında eski Osmanlı tarihçilerinin eserlerini yeni harflere çevirerek neşretmiştir. Ölümünden biraz evvel 16 ciltlik bir Osmanlı Tarihi kaleme almıştır. Vahid Beyin sanatçı bir yanı da vardır; o zaman zaman şiirler, romanlar ve radyo oyunları kaleme almıştır. Birçok makale yazmış ve yazılmasına sebep olmuştur. Ayrıca birçok proje yapmış ve bunları gerçekleştirme yollarını aramıştır. Büyük bir projecidir o. Ayrıca İran-Irak Savaşı esnasında başbakana yazdığı bir mektupta Türkiye’nin tarafları uzlaştırmak için aracılık etmesini ve bunun için tarihi birikimini kullanmasını arz etmiştir.
Türkiye’nin ilim adamlarının yetişmesi ve gelişmesi için çorak bir iklim içinde olması bu yorulmak bilmez insanın, yapabileceklerinin pek azını yapabilmesine imkan vermiştir. Bu arada yok yere bazı kovuşturmalar da geçirmiştir.
Erken yitirdiğimiz bu şair ruhlu ansiklopedicimizi, tarihçimizi, sanatkarımızı rahmetle anarken, yayımlanmayan eserlerinin de bir an evvel yayımlanmasını temenni ederim. Nur içinde yatsın!