Basın Birliğimiz, yerinde ve zamanında aldığı şık bir kararla yılın diplomasi ödülünü Rauf Denktaş’a verdi. Ödül töreninde Basın Birliği Başkanı Kemal Çapraz’ın yaptığı kısa ama anlamlı konuşma, bir gazeteci olarak ülkemizde basının geldiği acınacak noktayı işaret etmesi bakımından çok önemliydi.
Basının milletin müşterek sesi olma vasfını kaybetmeye başlaması, hatta basında, milli menfaatlerimizin yara alması pahasına kalemlerini satanların varlığının dile getirilmesi, hatta isim isim söylendiği halde kimsenin hiçbir tepki vermeyişi; tekrar mütareke basınından söz edilir olması; Cumhuriyet öncesi ülkemize uzanan ve Kurtuluş Savaşıyla birlikte kırılan müstemlekeci ellerin, Dünya durdukça asla vazgeçmeyecekleri nihai amaçlarına erme yolunda, yeniden önemli bir adım daha atmakta olduklarının vahim işaretidir.
Daha sonra kürsüye gelen KKTC Cumhurbaşkanı sayın Rauf Denktaş, akıl idrak ve vicdan sahibi beyinlere, yine o bıkmadan usanmadan yaptığı açıklamalarının ardından, vicdanları sızlatacak şekilde tarihte yerini alacak şu net açıklamayı yapıyordu:
“Bana Annan planı için -at imzayı ver kurtulalım- diyorlar. Bende ne o imzayı atacak el ne de öyle bir imza atacak kalem vardır.”
Bunlar gün be gün yaşadığımız gerçekler.
Tamam da aklın havsalanın zorlandığı bir nokta var. Bu nasıl bir ruh halidir böyle? Bir insan, hele de Türk gibi vatanını, milletini, bayrağını, toprağını canından aziz bilmiş bir milletin torunları, böylesi milli konularda nasıl bu kadar duyarsız olur? AB de dahil olmak üzere ABD ve neredeyse bütün dünyanın ısrar ettiği o minicik Kıbrıs’ın demek ki çok önemli olduğunu nasıl idrak edemez?
Nasıl “şartlarınız neyse kabul edelim gitsin” diyebilecek bir ürkeklik, bir korkaklık, bir vurdumduymazlık veya bir bıkkınlık veya ihanet içinde olunur?
Öte yandan ülkesinin önde gelen bir kısım köşe yazarları, gerçekten ülkesinin geleceğine yönelik böylesi hassas bir konuda, nasıl böylesine pervasızca “acaba yanılıyor olamaz mıyım?” endişesinden uzak, şartlar neyse öyle çözülsün, bir an önce kurtulalım bu bitmek bilmeyen dertten(de –güya- AB’ye girelim)” diyebilecek kadar sığ bir düşünce içinde olabilir?
Bu insanları bu şekilde düşünmeye ve bu zavallıları bu şekilde yazmaya iten sebepler nedir? Gerçekten kalemlerini üç kuruşa satıyor olmaları mıdır? Milli davaya ihanetin sebebi bu kadar basit olabilir mi?
Her madalyonun iki yüzü yok mudur beyler?
Eğer öyleyse kalemlerini satmayanların, yazıklar olsun dediğimiz o güruhtan farkı nedir? İşte bu fark milli kültür şuurudur.
Kişi ne kadar büyük yazar - çizer, akademisyen, politikacı vs olursa olsun; halk da dahil bu şuur olmadığı sürece, rüzgarın önündeki yaprak gibi, yel ne taraftan eserse o tarafa savrulup gitmeye mahkumdur.
İnsanı cesetten ayıran faktör giyim kuşam, mal mülk değil de nasıl ki can ise, toplumu millet yapan da sadece ve sadece milli ruhtur. Bu ruh olmayınca geriye ruhsuz bir toplum kalır.
Bir insan parayla ruhunu satar mı? Sayın Rauf Denktaş, işte bu yüzden diplomaside karşı tarafın hedefidir. Çünkü yüreğinde Türklük ruhu vardır. Bu insana her türlü baskıyı yapabilirsiniz. Ama her şeyi yaptıramazsınız. Rauf Denktaş’ın diğer ruhsuzlarla arasındaki fark budur.
Bugün Kıbrıs’ta ve Türkiye’de yaşanan paradoks da budur.
Ülke olarak global terörde can kaybetmişiz, trafik teröründe can kaybediyormuşuz bunlardan çok daha acısı ve korkunç olanı var. Biz Türk milleti olarak yıllardır, hem de göz göre, gaflet, dalalet hatta hıyanet içinde bulunan idareciler yüzünden milli kültür ruhumuzu kaybediyoruz.
Daha da acısı, bu milli ruhu yeniden diriltmek, şahlandırmak için basiretli ve dirayetli politikalar ortaya koyacak, Rauf Denktaş gibi devlet adamlarının, ufukta görünmeyişidir.
Ne var ki paniğe gerek yok. Karanlığın en koyu noktası aydınlığa en yakın noktadır. Ufuk Ötesi milli ümitlerle doludur.