Sanki üzerlerine vazifeymiş gibi, Akepe’nin bütün “kurmay kadrosu” fırsat bulduğu en ufak bir zaman aralığında Türk ve Türklük üzerine ahkâm kesmeyi pek seviyor.
Uzmanlık alanları olmadığı bir konuda bu anlamsız ısrar neden?
Yoksa onlarca, ısrarın özel bir anlamı mı var?
İstanbul’daki sinagog saldırılarıyla Millî Eğitim Bakanı Çelik’in “Andımız” polemiği aynı zamana denk geldi.
Bunlar hep “yanlış anlaşılıyorlar”. Bir gün önce söylediklerini, tepki görünce ertesi gün “tevil” yoluna gidiyorlar.
Ya “gazeteciler yanlış aksettirdi” yahut “bakan aslında öyle demek istememişti” oluyor.
Gerçi Doç.Dr. Mehmet Aça; “ANDIMIZ Sayın Bakanı Niye Geriyor?” (www.internetgazete.com) başlıklı yazısında ayrıntılı bir kök-köken ve karakter tahlili yapmış ama sinagog olayından sonra gelişen yeni durum karşısında eksik kalan bazı tuğlaları tamamlamak görevini de “durumdan vazife çıkararak” biz üstleniyoruz.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, öğrenci andıyla ilgili tartışma yaratan sözlerine açıklık getirmiş. Yabancılar için öğrenci andının kaldırılmasının Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını kapsamadığını belirten Çelik, ''Bir Alman, bir İngiliz, bir Fransız her sabah 'Türküm, doğruyum, çalışkanım' demek zorunda mı?'' demiş.
Çelik ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi'nde ''Öğrenmeyi Öğrenme Etkinlikleri'' nin açılışına katıldıktan sonra gazetecilerin önceki gün Kayseri'de öğrenci andı konusunda söylediği sözleri anımsatmaları üzerine, ''Andımız her sabah okunmamalıdır. Herkes okumamalıdır'' gibi şeyleri asla söylemediğini kaydetmiş.
''Yabancıların andı içme zorunluluğu bulunmadığını söylediğini'' kaydeden Çelik, bir süre önce yayımlanan İlköğretim Kurumları Yönetmeliği'nde bu zorunluluğun kaldırıldığını kaydederek şunları söylemiş:
''Bundan daha tabii bir şey olabilir mi? Yabancı olduğunun altını çiziyorum. Yani Türk vatandaşı bile olmayan, ülkemizde geçici olarak bir diplomatik misyonla bulunan insanların çocuklarından söz ediyorum ben. Bir Alman, bir İngiliz, bir Fransız her sabah 'Türküm, doğruyum, çalışkanım' demek zorunda mı?''
Çelik, kendisinin ''değişime direnen bir zihniyetin olduğunu'' söylediğini de kaydetmiş.
İşte bu “ben”im.
Gelişmeye değil, uyduruk değişimlere, değişme diye takdim edilen yozlaşmaya, soysuzlaşmaya direniyorum.
“Değişim” diye cilalı ambalajlarda önümüze sürülen “millî nitelik erozyonlarına” direniyorum.
Çelik ''yabancılar için öğrenci andının kaldırılmasının azınlıklar için de dayanak olup olmayacağı'' sorusu üzerine de şöyle konuşmuş: ''Bu madde azınlıklar için bir dayanak olmaz. Azınlıklar bizim vatandaşlarımızdır. Onlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatandaşlarıdır. ''
Sayın bakanın yaşı tutar mı bilmiyorum ama biz lisedeyken “olgunluk “ sınavı vardı.
Liseyi bitirseniz bile bu sınava girip geçmeden diploma alamazdınız?
Sayın Bakan”a tam da işte öyle bir “olgunluk” sorusu:
“Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türk müdür?”
Yahut kavrama-algılama zorluğu çekeceğini tahmin ettiklerimiz için soruyu değişik bir açı ile ve derinlik getirerek tekrar soralım;
“Dünyada Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan Türkler yok mudur?”
Veya; “Her Türk, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak zorunda mıdır?”
Yâni demek istiyorum ki; Çelik, uzmanlık alanı olmayan, ilgisi bulunmayan konulara fazla girmemelidir.
Olaylara cemaat gözlüğü ile bakmak mı “değişim”dir? Veya ille de cemaat gözlüğü ile bakmamak “değişime direnmek” midir?
Terörün dini ve milliyeti olmaz. Savunulacak tarafı da yoktur. İstanbul olayı için elbette üzüldük.
“Dinlerince dinlensinler”, fakat bu üzüntümüz saldırıda ölen Museviler için yapılan cenaze törenindeki acayipliği görmemizi engellememelidir.
Habere göre “Törende, 5'i Türk, biri Romanya vatandaşı 6 Musevi'nin tabutuna Türk Bayrağı “serilmiş” (Serilmek fiilini haberi Sabah’ta (19 Kasım 2003) yapan hanım kızımız kullanmış). Türkiye Hahambaşılığı'nın 6 Musevi'nin cenazesinin ay-yıldızlı bayraklara sarılması için valiliğe başvurması üzerine İstanbul Valiliği, ölen Museviler'i şehit saydı. Türkiye Hahambaşılığı Protokol Müdürü Silvia Vadya da, saldırının Türkiye'ye yapıldığını, bu nedenle ölenlerin şehit sayıldığını söyledi. Vadya, Romanya vatandaşı olan Musevi'nin de Türk Bayrağı'na sarıldığını belirtmiş..”
Hadi Bayan Vladia’nın “şehitlik” kavramı üzerine söylediklerini bilgisizliğine verelim, fakat İstanbul Vilayetinin tabutlara bayrak sarılmasına izin vermesine ne diyorsunuz?
Türk Bayrağı’nın hangi cenazelerde hangi tabutlara “örtüleceği” kanun ve yönetmeliklerle düzenlenmiştir.
İstanbul Valisi “jest” yapacağım diye kanunu nasıl yok sayar, keyfince hareket eder?
Hadi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Musevileri bir şekilde anladık diyelim; fakat toprağı bol olsun, Rumen vatandaşı müteveffa bayan Anna Rubinstein’ın tabutuna Türk bayrağını sarmak hangi aklı evvelin fikridir?
Ne tür bir “değişimdir” bu? Hangi UYUM PAKETİ ile ilgilidir?
Çelik ne diyordu; “Bundan daha tabii bir şey olabilir mi? Yabancı olduğunun altını çiziyorum. Yani Türk vatandaşı bile olmayan, ülkemizde geçici olarak bir diplomatik misyonla bulunan insanların çocuklarından söz ediyorum ben. Bir Alman, bir İngiliz, bir Fransız her sabah 'Türküm, doğruyum, çalışkanım' demek zorunda mı?''
Peki sağlığında Türk olmaması, and içmemesi bakana göre normal karşılanan bir Rumen nasıl oluyor da ölünce Türk sayılıyor?
Neden sağlıklarında Türklüğün nimetlerinden istifade etmiyor, bağlılıklarını ifade etmiyor, and içmiyorlar da ölünce bu hak ve mazhariyet veriliyor?
Sağlıklarında herkes milliyetini koruyabilir fakat ölünce illâki bir vesileyle Türk mü olmalı?
“En iyi Türk”, Rumların dediği gibi “Ölü Türk” mü?
O zaman, böyle düşünen Rumlardan farkınız ne? 19 Kasım 2003
www.hakimiyetimilliye.org
www.internetgazete.com
www.giresungazete.net