Analarımız... Bacılarımız... Kadınlarımız... Kızlarımız...
Kadın eştir, evdeştir. Erkeğine yoldaştır. Sevgilidir, kardeştir. Anadır, bacıdır. Dertlerin ilâcı, gönüllerin mîrâcı, başların tacıdır. “Koşa badem sığmayan dar ağızlı”dır. Alma yanaklı, kiraz dudaklı, ceylân gözlüdür. Şirin sözlü, gül yüzlü, melek yaratılışlıdır.Türk’ün gözünde kadının yeri öylesine kutlu, öylesine uludur. Bunun içindir ki, yarlıklar “Kağan ve Katun buyuruyor ki:....” diye başlar ve Katun’un adı anılmayanlar geçersiz sayılır...
“Ana gibi yâr olmaz, Bağdat gibi diyar” sözü boşuna mı söylenmiştir?..Yürürken yeri göğü titreten koçyiğit, başı darda kaldı mı yanık yanık söylenir: “Kimseler yanmasın, anam yansın nârıma” Zira “Ağlarsa anasının ağlayacağını, kalanının yalan ağlayacağını” bilir.Yeryüzünde en sıcak yer ne sevgili kucağıdır, ne baba ocağıdır. Ananın dizinin dibinden daha güzel yer mi vardır?.. “Cennetin anaların ayaklarının altında” olduğu da unutulmamalıdır...
Türk kadını erinin yoldaşı, evinin direğidir; dayağıdır. Gün olur tarlada tapanda, gün gelir yazıda yabanda, zaman olur cephede, savaşta erkeğiyle yan yana, omuz omuzadır; tıpkı barışta gönül gönüle, el ele olduğu gibi. Ne kokettir, ne de müstefreşe...Güneşten sıcak, aydan parlak, sudan berraktır. “Aslanın erkeği aslan da, dişisi aslan değil mi?..” sözü onun için söylenmiştir. Yuvayı yapan da dişi kuştur. Sözü uzatmadan, okuyanı sıkmadan gelelim adı gibi “Demir” yürekli, demir bilekli Tomris’e:
Rahmetli Nejdet Sançar hocamız “Türk Kahramanları” adlı eserinde onun için şunları söylemektedir:
“Damarlarında onun kanını taşıyan Türk kızlarının tarihin karanlıkları arasında bir yıldız gibi parlayan bu demir yürekli kahramandan alacakları çok şey vardır.”
Ayyaruk: Güyük Kağan (1246-1251)’ın yeğenlerinden Kaydu Han’ın kahraman ve pehlivan kızı. Evlenme teklif eden soylulara güreşte kendisini yenmek şartını ileri sürer ve yenilenden 100 at alırdı. Bütün ömrünce kendisini yenecek kimse çıkmamıştır. 10 bine yakın at sahibi olduğuna göre 100 delikanlının da sırtını yere vurmuş demektir.
Süyüm Bike (1549-1551): Hayatı hakkında birkaç roman ve piyes kaleme alınan; güzelliği, zekâsı ve yiğitliğiyle tanınan; yürekliliği ölçüsünde de kara bahtlı olan Kazan’ın bu Hanbikesinin, Kremlin’de tutsak kaldığı odada can verdikten sonra bulunan kâğıtlara şunları yazdığı görülmüştür:
“Vatan sevgisini, vatanı kaybeden bilir; gönül meselesini ansızın ayrılanların bildiği gibi...Her şeye sahip oldum; hepsini de kaybettim...Her türlü acıyı çektim; acıların en büyüğü vatan acısı imiş. Bir devleti yıkmak için pusatların en etkilisi çaşıtların dilidir. Beni, benden olanlar mahvetti...”
Tosyalı Nazife Hanım: Sakarya Savaşı günlerinde erkeklerle birlikte cepheye gitmek isteyenlerden biri de odur. Verdiği dilekçede: “Anavatanı ve bağımsızlığımızı mahvetmek hayaliyle saldıran rezil Yunanlı palikaryaların namussuz ve pek kirli ayaklarını kutsal topraklarımız üstünde görmeye kadınların asla katlanamayacaklarını” söyler.
Cephane taşırken donarak şehit olan Şerife Bacılar.
Karadeniz’i hallaç pamuğu gibi atan Rahime Kaptanlar.
“Vatan sevgisinden başka bir sevgi tatmadım” diyen Halime Çavuşlar.
Gelinliğini vatan savunması için Kızılay’a bağışlayan Hatice Hanımlar.
Ayazda, yavrusunu değil, “milletin malı” diye cephaneyi örtenler.
Dadaşlar diyarının Nene Hatun’u.
Hürriyet yolunda, İstiklâl uğrunda kendisini meş’ale yapan Kerküklü Zehralar.
Balkan Savaşı’nda askerlerimize hizmete koşan Kazanlı kızlarımız.
Karşılarında saygıdan hazırola geçtiklerimiz...Yüreklilikleri erkek arkadaşlarını ürkütenler.
Körfez Savaşı sırasında muhabirlerin otelden burunlarını çıkarmaktan korktukları, oturdukları yerden haber geçtikleri günlerde mermi yağmuru altında alan araştırması yapanlar.
Binlerce kilometre yol tepip, binbir zahmete katlanıp nice servetleri Türk kültürüne hizmet etmek uğrunda vakıf çeşme gibi sebil edenler.
Bitirenlere daha fazla kazanç sağlayan bölümleri kazandıkları hâlde Türk çocuklarına ana dillerinin inceliklerini öğretmek uğrunda kendilerini adayanlar ve öğrencileri tarafından tapılırcasına sevilenler.
İstiklâl Madalyası sahibi olduğu hâlde Kasımpaşa’da yoksulluk içinde ölen Aşkaleli Kara Fatmalar; Namık Kemal’e Vatan yahut Silistre piyesini ilham eden Kozanlı Kara Fatmalar.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Almanya'da işçi olarak çalışan bir Türk kızı şöyle haykırır:"Devletimizin parası yoksa, gemilerimize saçlarımızdan halat öreriz..."
***
İki balası vardı: Biri kız, biri erkek. Abla dört dörtlük bir hanımefendi. Gittiği her yerde, bulunduğu her mecliste son derece saygıyla karşılanır ve tapılırcasına sevilir...Kardeşi de dört dörtlük bir beğefendidir. O da ablası derecesinde sayılıp sevilir... Bu birbirinden güzel iki kardeşin anaları da çocuklarına der ki :
-Biz, sizi yetiştirmek için hiç zahmet çekmedik.
Yavrularının hulya gibi, bir tatlı rüya gibi bu inanılmaz iyiliği için kendisini kutlayanlara, çocuk yetiştirmeyi zevk bilen analık abidesi bu hanımefendi, alçakgönüllülüğün son kertesinden aynen şunları söyler:
-Valla biz bir şey yapmadık.
Şu evlât sevgisinin büyüklüğüne, şu analık duygusunun ululuğuna hayran olmamak, saygılarla selamlamamak mümkün mü?
Başka kusurumuz yok
“Türk olmaktır” suçumuz
Onun için bitmiyor
Elemimiz, acımız
Gümbür gümbür gürlüyor
Kıbrıs Türkünün sesi
Denktaş dedi: “Devletin
Yoktur geri vitesi”
Tehdit edesi imiş
Edelman Denktaş’ımı
Pişman olmalı herif
Karartırsam kaşımı
Edelman dil uzatmış
Denktaş Beğ’e ne diye
Eceli gelen köpek
Elbet siyer camiye
Kasap süngeri yetmez
Herifteki surata
Kıbrıs’ı satarız, ancaak
“Aldığımız fiyata”
Elinde altın hâme (kalem)
Benzer lâleye, câme
Fırat Kızıltuğ yazmış
Bir güzel Satrançnâme*
*0212/516 23 56
HORYATLAR
Ay dilim
Güneş gözüm ay dilim
Gönüller göyündürür
Hoyratıyla Aydil’im
Yusuf Dursun
Ay dile
Yıldız dile ay dile
Böyle hoyrat yazmayı
Allah vermiş Aydil’e
Mete Alpman
Aydil Erol’un yazısına ek
+++++++++++++++++++++
Bu mani alttan veya sondan ikinci olacak
-Recep Dinçer’e-
Merak ettim ve sordum:
Koçum gelirsin nerden?
Dedi ki: “Yiğitlerin
Harman olduğu yerden”
GÖKÇEK TÜRKÇEMİN KARASEVDALILARINA ve
DAHİ TÜM DİLCİLERİN, CİĞERCİLERİN DİKKATİNE!..
Tarık Buğra’nın ruhu sanırım rahmet istedi. Geçen gün, Düşman Kazanmak Sanatı (Ötüken, İstanbul 1979)’ nı yeniden okumak istedik. Rahmetlinin 1971’de Tercüman’daki yazılarından birinden şu paragrafı aktarmaktan kendimizi alamadık.
“Amerika ilk atom denemesini yaptığı zaman, haberi alan Fransız Dil Akademisi, vaktin gece olmasına rağmen toplandı ve bu olayın getireceği terimlerin Fransızca karşılıklarını
bulmak, bu işi de onlar halka intikal etmeden yapmak kararını aldı.”
Buğra devam ediyor:
“Dil sevgisi ve bu sevgiyi hak etmek budur…” (a.g.e.50’nci s.)