Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Göğe Merdiven

 
Aybars Fırat

Bir Kavramlaştırma Denemesi "Geliştirmek, biçim vermek"


Bugün, milletimizin onca zenginliğine, gelişmiş yönlerine rağmen, hiç ilgilenmediğimiz bir yönünden söz etmek istiyorum. Elimizdeki varlıkları, zenginlikleri değerlendirmek için, mevcut insan, malzeme ve bilgileri elden geçirerek kurumlaştırmaya, yeni biçim vermeye, geliştirmeye çalışmıyoruz. Konuyu kavramlaştırmamız gerekirse; anlatmak istediğimizi tam olarak karşılamasa da, şu kelimeler üzerinde duracağım: Geliştirmek, biçimlendirmek, bir araya getirmek, başını bağlamak, düzenlemek, kurumlaştırmak, kavramlaştırmak, olgunlaştırmak, resmileştirmek.

"Ne demek istiyorsun?" diyeceksiniz. Yaşadığımız coğrafyanın genişliği ve derinliği, geçirdiğimiz tecrübelerle sahip olduğumuz kaynaklar milletimize sonsuz imkanlar sunduğu halde, bunların yeterince değerlendirilemediğini düşünüyorum. Benzetmek yerindeyse her şey var; Yağ, un, şeker, ateş, tencere. Ama helva yapamıyoruz. Bir şeyleri, birtakım insanları bir araya getirerek, onları geliştirerek,imkan oluşturarak, her alanda kurumlaşarak, top yekün kalkınmayı ateşlemek mümkün iken bunu gerçekleştiremiyoruz. Bunun sebepleri üzerinde ne kadar durulsa yeridir: "Neden birlikte, sırt sırta verilerek yapılabilecek işleri başarmakta
güçlük çekiyoruz? Güçlerimizi birleştirmek yerine, tek başımıza meselelerimizle güreşiyoruz? Sivil toplum kuruluşlarımız neden zayıf ve etkisiz? Ticarette neden sıçrama yapamıyoruz? Siyasette kısır döngü içindeyiz? Dış politikada neden bir asır geriden gidiyoruz?" gibi
soruların mutlaka cevapları olmalıdır. Ben, biçimlendirememek, kurallaştıramamak, kurumlaşamamak, dağınık olanı bir araya getirememek, mevcutla yetinmek. olarak özetleyebileceğim bu büyük eksiklik üzerinde duracağım. Yaşı kırklarda dolaşanlar hatırlayacaktır; Çocukluğumuzda zevkle oynadığımız, ipi çekilerek fırlatıldığında uzun süre kendi etrafında dönen, bir oyuncağımız vardı: "Topaç" Kendi aramızda kimin topacı
daha uzun süre ayakta kalarak dönmeye devam edecek diye yarışırdık. Geçenlerde televizyon haberlerinde seyrettim: Japonların, bizim topacı elden geçirip geliştirerek, yeni bir biçim verdikleri ve ticari bir mal olarak bütün dünyaya pazarladıkları yeni oyuncağa sahip olan Türk Çocukları, internet üzerinden haberleşerek bir araya gelmişler ve oyuncaklarıyla yarışmışlar. Televizyonun karşısında irkildim. Sonra, esefle Türkiye gibi bir geleneksel oyuncak cennetinde Japon oyuncağından çok daha güzel oyuncaklar geliştirilebilirdi, geliştirilebilir diye düşündüm. Anamur'da, Türk Çocuk Oyuncaklarını derleyip toplayan ismini hatırlayamadığım bir beyefendi tanımıştım. İkiyüz ellinin üzerinde oyuncak biriktirmişti.
Batılıların kendisini arayıp bulduklarını, bu oyuncakları araştırdığını, sonra da onları
geliştirerek yeni bir ürün gibi piyasaya sürdüklerini anlatmıştı. Gerçekten de son yıllarda piyasaya çıkan oyuncaklar bana çok tanıdık gelmiştir. Kırk yıl önce köyümüzde, tekerlerini çam kütüklerinden, üstünü tahtalardan ellerimizle yaptığımız, ayakta veya oturarak binilebilen, malzemesi sadece birkaç çivi ve tahta olan arabalara binerdik. Gavurca "Skoter"
denilen, benim "Sıkı dur!" dediğim oyuncaklara çok benzerdi, hatta ondan daha sağlıklı, tehlikesiz bir oyuncaktı. Bunları bozulmuş rulmanları takarak azıcık geliştirdiğimiz olmuştur ama hepsi bu kadar. Fazlasını düşünmedik. Ne hikmetse daha da geliştirerek, bir biçime sokamadık, seri halde satılan ürünler haline getirmeyi düşünmedik bile! Hala köyde aynı ilkel
arabalara binen çocuklara rastlıyorum. Yine Karadeniz bölgesinde kullanılan oyuncaklarımızdan birinin dikkatle incelenmesi ve araştırılmasıyla, Irak savaşının en gelişmiş savaş araçlarından biri olan Apaçi helikopterlerinin geliştirildiğini duymuştum. Bükülmüş bir tel'e takılı pervanenin, bir halkayla çekilmesiyle, pervanenin hızla dönerek havada uzun süre uçması, bilim zihniyeti ve araştırma kafası olan insanlarda yepyeni buluşlar, geliştirilecek aletler, düzene sokulacak işler, yola sokulacak kişilerle ilgili fikirler oluşturmaktadır. Yeter ki dikkatini lüzumsuz bir sürü konuya değil de böyle olumlu konulara versin. Sadece yeni buluşlar medeniyetin gelişmesine katkıda bulunmaz! Mevcut bir yapıyı, aleti, insanları geliştirmek, düzene sokmak, yeni bir biçim vermek, kurumlaştırmak da medeniyeti ve insanlığı geliştirir. Hangi millet bu konuda fazla çalışırsa insanlığın lokomotifi de o olur. Kim daha fazla araştırır ve dikkatini toplayarak çalışırsa o önde gider. Moskova Devlet Kütüphanesinde otuz sekiz milyon cilt kitap olduğunu, günde beş bin ziyaretçisi bulunduğunu, buna karşılık bizim Milli Kütüphanemizi günde ancak bin beşyüz kişinin ziyaret ettiğini biliyor muydunuz? İlim denilince eskiler Allah'ın ilmini anlar, "İlim
Allah'ındır, isteyene istediği kadar verir." derlerdi. Demek ki, milletimiz son yüzyıllarda daha az ilimle meşgul oluyor. Dikkati gittikçe dağılıyor, zihni bulanıklaşıyor. Olayların temelindeki gerçekleri bütün dünya bilir, konuşurken, biz olup bitenleri başkalarının basınından öğreniyoruz. Çünkü merak etmiyoruz. Okumuyoruz. Üstüne üstlük, beynimiz ihanet içindeki basın ve televizyonlarla gittikçe uyuşturuluyor, man kurtlaştırılıyoruz. Bazen düşünüyorum da, beynimizi dumura mı uğratıyorlar, yoksa biz mi kendi kendimize çürütüyoruz?
Bin yıl önce kullandığımız sabanın demiri ile bugünkü saban demirimizin aynı olmaması gerekirdi. Eğer kullandığımız aletleri geliştirmiş, eşyaya, insanlara, olaylara daha fazla dikkat etmiş olsaydık, hayatımızı kolaylaştırmak için yenilikler yapmayı isteseydik, bunu bir tarafa bırakınız, sadece daha fazla para kazanma peşinde koşsaydık, bugün çok daha farklı bir konumda olurduk. Neredeyse dünyanın en genç nüfusu, en zengin tabii kaynaklarına sahibiz ve derlenecek, toplanacak, geliştirilecek, şekillendirilecek, biçimlendirilecek, düzenlenecek, kurumlaştırılacak, kurallaştırılacak, düşünecek çok fazla malzememiz olduğunu düşünüyorum. Mesela ilk ve orta öğretimde çalışan öğretmenlerimiz kendi alanlarındaki bilgileri derleyip toparlayabilir, sonra da bunu bastırabilirler. Söz gelişi bir emekli edebiyat öğretmeni yirmi beş yıllık meslek hayatının her gününde bir atasözü veya kelime derlese idi, Türk Dili ve kültürüne ne kadar büyük bir hizmette bulunmuş olurdu! Milletimizin değerlendirilmeyen kıymetlerinden birine, laf aramızda işlendiğinde kütlesiyle para getirecek
bir konuya gelecek yazımda değineceğim. İş adamlarımıza şimdiden duyurulur.


aybarsfirat@yahoo.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002