Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Düşün/ce

 
Olcay Yazıcı

Recep Yazıcıoğlu’na mersiye...


"Hür demokratik bir ülkede doğmadı, demokrasiyi görmeden öldü diye yazsınlar mezar taşıma..." Yazının kifayetsiz kaldığı şahsiyetler vardır; onları kelimelerle tarif edemezsiniz. Derunî, mücerret tanımlara sığınmak ihtiyacı hissedersiniz. İşte hemşehrim, sadece Ercincan’ın, Denizli’nin değil, tüm ‘Türkiye’nin valisi’ rahmetli Recep Yazıcıoğlu da bunlardan biriydi. Cümlenin sonunu ‘dili geçmiş zaman eki’ ile tamamlamak tabii ki hüzün ve elem verici ama, neylersin ki, şairin dediği gibi ‘Ölüm herkesin başında!”

Tanıştığım her insan, soyadımı duyar duymaz hep aynı soruyu soruyordu: “Said ve Recep Yazıcıoğlu ile (Tabii ki buna Muhsin Yazıcıoğlu’nu da dahil ediyorlardı) akrabalığınız var mı?” Hayır, yok diyordum. Onlar ‘Yazıcıoğlu’, ben ‘Yazıcı’yım.
Her ne kadar, aramızda yakın bir akrabalık yoksa da, tabii ki hemşehrimin dalga dalga yükselen şöhreti beni gururlandırıyordu. Özellikle mahallî yönetimlerdeki işleyişe ve genel olarak da hantal sisteme getirdiği devrim sayılacak eleleştiri ve öneriler; demokrasi anlayışı, ahlâk anlayışı, gerçekten övgüye lâyık çıkışlardı. Bu ses, insanımızın yıllardır özlediği, arzuladığı sesti. Sevilmesi, gönüllerde taht kurması bundandı. Elbettte, düşünenler için bu modelden çıkarılacak siyasî ve sosyal dersler var.
Özgün bir kişiliği, sağlam bir duruşu ve yüzünden neşe fışkıran sempatik bir edası vardı. Kimdi bu güleç yüzlü, sarışın, kuru adam? Kravatlı, fiyakalı beylere, yüzünde ıstırap ve düşünce acısı olmayan kibirli ricale hiç benzemiyordu. Sanki tarladan, fındık bahçesinden çıkıp gelmiş sıradan bir Anadolu insanı idi. Kafamızdaki, gösteriş budalası, erişilmez vali imajı ile arasında büyük farklılıklar/büyük uçurumlar vardı. İnsandı ve insanla arasına mesafe koymayı küçüklük addediyordu. Kibrin, kişiyi yükseltmediğini, aksine alçalttığını biliyordu. Kemâle ermiş erdemli insan, etrafına hisar örmek yerine, ötekine ulaşmak için gönül köprüsü kurar. Bu yönüyle, Ayşe Kulin’in, onu anlattığı romana “Köprü” adını vermesi isabetli olmuş.
‘YAZICIOĞLU İLE AKRABA OLMAK’
Geçen yıl, Merkeze alındığı günlerdeydi. Bir Ramazan akşamı, Sultanahmet Camiinin avlusundaki Kitap Fuarında tanışmak nasip oldu. Yanında, hemşehrimiz yönetmen İsmail Güneş’in, kendisi de yönetmen olan kardeşi Mustafa Güneş vardı. (Mustafa Güneş’in, Yazıcıoğlu’nun hayatını filme çekeceği, senaryoyu dostumuz Ömer Lütfi Mete’nin yazacağı söyleniyor. Çok isabetli bir karar. Mutlaka gerçekleştirilmeli.
Sohbet sırasında, ‘bana hep Recep Yazıcıoğlu ile akraba mısınız?, diye soruyorlar’ dedim. Ben de Sürmeneliyim, fakat Küçükdere’den. ‘Ha, öyle mi?’ diye öylesine samimi, öylesine sıcak bir gülüşü; öyle bir tevazuu vardı ki, bu tavır karşısında kendimi sorgulamadan edemedim. Biz böyle şöhretli, böyle başarılı ‘en büyük mülkî âmir” olsaydık, sıradan insanlarla(!) böyle mesafesiz, böyle büyüklenmeden ilişki kurabilir miydik?
O gün daha çok yazma eylemi üzerinde durduk. Kitaplarını okuduğumu, sistem eleştirilerini çok haklı, onurlu ve cesur bir aydın çıkışı (muhalefeti) olarak gördüğümü belirttim. Tevazu ile ve güleç bir yüzle teşekkür etti.
‘İstanbul’a atanacağınızı duyduk’ dedim. ‘Öyle mi?’, diye gülümsedi yine. ‘Şimdi el sıkışıp, konuşalım, yarın vali olunca size ulaşmak mükün değil‘(!) diye, ‘devletlü’ zevatına ironik bir göndermede bulundum. Kırk yıllık dost gibi, karşılıklı gülüştük. Yanımda Denizlili şair Ekrem Kaftan vardı. Şakalaşmalara o da iştirak etti. İleriki günlerde Yazıcıoğlu, İstanbul’a değil de, Denizli’ye atandı. İstanbul’a atanması bekleniyordu, fakat olmadı. Zaten, “emir erliği”ni kabul etmeyen genetiği buna müsait değildi.
İKİSİ DE HEMŞEHRİMDİ
Evet, Türkiye’nin iki önemli şahsiyeti vardı ve ikisi de Karadenizli idi. İkisi de hemşehrimdi. İkisiyle de tanışmak nasip olmuştu. Yoksa, ömür boyu büyük bir eksiklik ve eziklik hissedecektim. İlki, son 80 yıllık Türk siyasetinin yüzakı rahmetli Adnan Kahveci idi; ikincisi ise devlet erkânının yüzakı Recep Yazıcıoğlu. İkisi de doğup büyüdüğüm toprakların evlâdı idi. İkisi de Sürmeneliydi. İkisi de, Köprübaşı’ndandı. İkisi de kadirşinas Türk insanının gönlünde taht kurmuştu. İkisi de, ülkemin yenileşmesini engelleyen kalın kabuğu kırmak ve özlenen nevbaharı başlatmak yolunda müthiş bir enerji harcayan müstesna insandı...Ve ne gariptir ki, ikisi de elim ve düşündürücü bir trafik kazası sonucu, çok erkenden ayrıldı aramızdan. Bu mazlum millet ikisini de kalbine gömdü. Mersiyeler, ağıtlar dizdi arkalarından. Dualarla uğurladı onları ebedî yolculuğuna. Denizlili vatandaşlar bu büyük hasreti ne de güzel dile getirdi: “Valimizi geç bulduk, erken kaybettik!”
Gönül semâmızdan, vatan toprağımızdan parlak bir yıldız gibi/bir esenlik rüzgârı gibi gelip geçenler; hep erken göçenler oluyor ne hikmetse. Rahmetli Adnan Kahveci ve Recep Yazıcıoğlu’nun, muştusunu yitirmiş statükocu beyinlerde açtıkları kutsal gedik git gide büyüyecek ve ülkem mutlaka aynı kalb atışlarını hissedenlerle/aynı dili konuşanlarla kucaklaşacaktır. Ümit olunur ki, bu iki özgün model, bu iki müstesna insan, Türk siyaseti ve Türk fikir hayatı için bir okul/bir erdem örneği oluşturur. Zihnî bir inkılâba vesile olur...
“ELLERİ NASIRLI VALİ”
Ölümünün ardından bütün gazeteler onun renkli ve bilge kişiliğine ağıt yaktı: İbrahim Öztürk, Zaman’da yayınlanan, “Güle güle, ‘elleri nasırlı vali’” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Profesör Dr. Osman Altuğ, hayatının her anını sürpriz hareketler üzerine kuran, bunu bir nevi zamansız vedasıyla da gösteren Denizli Valisi Sayın Recep Yazıcıoğlu’nu tarif ederken bir benzetme yapma ihtiyacı duyuyor. “Onu” diyor “halk, ‘elleri nasırlı vali olduğu için sevdi.” Kullanılan bu ifade öylesine etkileyici idi ki, bir taraftan boşalan gözyaşlarıma engel olamazken, bir taraftan da şahsım olarak benim de Sayın Yazıcıoğlu’nun derin hatırası karşısında birkaç şey söylememi icap ettirdi. (...) Esasen Sayın Yazıcıoğlu’nun 55 yıla sığdırdığı zengin hayatı, Anadolu insanının tırnakları ile kazıyarak nerelere geldiğini, onlarla nasıl hemhal olabileceğini gösteren ‘örnek’ bir şahsiyet, örnek bir yönetici ve örnek bir insan modeli idi. “Nasırlı el” tasviri bu nedenle sembolik bir yakıştırma değil, hayatının merkezinden alınma bir gerçektir. (...) ‘Halkın gözbebeği’ mayası ve özü ile bu toprakların insanı olduğunu her hareketinde gösterdi. Erdemi ve bilgeliği bir yaşam kültürü ve bir hikmet haline getiren Anadolu–İslam kültürünün ‘önce insan’ dedirten o yüce algılamasının somut bir göstergesi olarak da Sayın Yazıcoğlu önemli bir ana karakter olarak gösterilebilir...
Alın çizgileri, halkının ızdıraplarını adeta resmeder şekilde buruş buruştu. Halkın içinde hakikati arama sevdası, onu sadece “ideal bir” idareci konumuna yerleştirmedi, aynı zamanda belki de kaderi oldu. Halkla iç içe olmasından; yani içinde yaşattığı ülke insanından tedirgin olanlar, onun halkla birlikte çıktığı bir çağdaş “Gandi-vari” sessiz yürüyüşünden hep korktular.”
TÜRKİYE’NİN VALİSİ
Milliyet’ten Taha Akyol da, yazısının başlığını, “Milletin valisi” diye koydu ve onun farklı kişiliğini tahlil etti: “Denizli Valisi merhum Recep Yazıcıoğlu niye geniş kitlelerce sevilirdi? Sadece vali olarak yaptığı hizmetlerden mi, yoksa "duruş"undan mı?
İllerine büyük hizmetler etmiş çok sayıda valimiz vardır. Recep Yazıcıoğlu'nun halk nazarında bu kadar sevilmesinin önemli sebeplerinden biri, hiç şüphesiz onun "sıra dışı, aykırı bir vali" olmasıydı: "Devletin içinde" idi, ama "millet"in dilini konuşur, özlemlerini hissederdi; halkla "duygudaşlığa" sahip bir vali idi.
Sivri örneğini ünlü Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'da gördüğümüz türden, halka tepeden bakan, "devletlü" tipinde bir vali değildi...Devletin halk üzerinde nasıl bir baskı cihazı gibi çalıştığını bilir ve kendisini halkla beraber 'bastırılmış' hissederdi.
İşte eşi Meryem Hanım'a vasiyeti: "Hür demokratik bir ülkede doğmadı, demokrasiyi görmeden öldü diye yazsınlar mezar taşıma..."
(....)
"Sağ sol yok, artık değişim ve statüko var."
“Bir görüşmemizde, Turgut Özal hakkında konuşurken bana mealen şunu söylemişti:
-Bir idareci kendisini 'devletin adamı' gibi görürse halka 'yine ne halt edecek' diye şüpheyle bakar, halkın başından zart zurtu kaldırmaz. Ama kendini halktan biri gibi hissederse o zaman devletten aldığı bütün güçle halka hizmet eder, halkın önünü açar. Aslında devletin de lehine olan budur ama bunu bizim devlete anlatmak zor.”
(....)
Yazıcıoğlu kesinlikle "milliyetçi" idi... serbestlik isteyen 'millet'in milliyetçisiydi.
Onun "düşman sözü askeri bir terminoloji, sivile taşıyamazsın" demesi, birçok siyasî sorunumuzun, hatta bir yönüyle siyasî tarihimizin özeti gibidir.
***
Milliyet’ten Serpil Yılmaz’ın tespitleri ise şöyle:
"Batı'da düşünce özgürlüğü can güvenliği ile eş tutuluyor...(Bizde ise) şahıs olarak hepimiz faşistiz, farklılıklarımızı kabul edemiyoruz. İnsanlara kıyıyoruz..."
Yazıcıoğlu, "devlet içinde halkın uzantısı" olduğu için çok sevildi. Bu heyecanla, bu zihniyetin yaratıcılığıyla yönettiği illere büyük hizmetler götürdü.
Bizde devlet ve halk arasında asırlara uzanan gerilimler vardır. Elli yıllık demokrasi tarihimizdeki krizlerin de kaynağı budur. Nasıl mı çözülür? Çözüm konusunda Yazıcıoğlu başlı başına bir modeldi...Rahmet ve saygıyla anıyorum.”
SON SÖZ, SON ÜMİT
Büyük kalabalıkların iştirak ettiği, kimileri Kocatepe camii böyle kalabalık görmedi diye tarif ettiği, 10 Eylül’deki cenaze töreninde oğlu Mehmet Kemal Yazıcıoğlu, babasını sevenlerin yüreğine su serpen konuşmasıyla bir ümit kıvılcımı çaktı beynimizde; umarız ve candan dua ederiz ki, öyle olur: ‘‘İkinci bir Recep Yazıcıoğlu gelecek bu ülkeye. Bunun için bütün benliğimle yemin ediyorum!’’
Yolun ve bahtın açık olsun genç arkadaş!..Sağlam ve saygın bir rehberin var önünde...
O, erdemliliğin, devlet-millet kaynaşmasının, ‘insan yüzlü’ olmanın, yenileşmenin/kendi kültürünü temsil ederek, ruh kökünden kopmadan değişimi yakalamanın yol haritasını çizdi ve bu onurlu hedefi göstererek ayrıldı aramızdan. Bu modeli, bu üslubu, bu misyonu devam ettirmek/bu aydınlık yolda yeni mesafeler kat etmek, artık dirayetli ve erdemli insanlara kalıyor.
“Ne Yazıcıoğlu var artık, ne Kahveci/Ümitsiz ve muştusuz yaşamak ne feci!”
Mekânları cennet olsun...




ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002