İlk baskısı 1284/1867’de yapılmış olan MECMAU’L-ADAB’dan bir bölüm aktarmak istiyorum. Bir çeşit dinî görgü kitabı niteliğinde olan esbak Çarşamba müftüsü Sofizade Hasan Hulusi’nin bu kitabı, alfabe değişikliği yapılana kadar taş baskıyla sekiz kere yayımlandığına göre halkın rağbetini kazanmıştır. Rahmetli Özege kitabın 1928’den sonra da kaçak baskıları olduğu bilgisini veriyor. Elimdeki nüsha eksik olduğu için hangi yılda basıldığı belli değilse de 23x15 ebadında olması sebebiyle Özege’nin verdiği bilgilerden yola çıkarak bunun 1304/1887 veya 1307/1890 yılında basılmış olduğu kabul edilebilir. Kitapta 89 başlık vardır. Sonuna ayrıca değişik meseleler (mesâili şettâ) adlı bir fasıl ilave edilmiştir.
Bu kitabın “Sefer etmenin adabı beyanındadır” adlı 79. bölümcüğü (s. 174-178), eskiden seyahate hangi amaçla çıkıldığını ve o esnada uyulması lüzumlu görülen hususların neler olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Bugünkü yolculuk etme sebepleriyle eskileri karşılaştırmak, gene bugün yolcuya tavsiye edilenlerle eskilere söylenenleri karşılaştırmak öğretici olabilir. Seyahate çıkmanın şahsi hayatlarda olduğu gibi toplumların hayatında da çok önemli bir yeri ve tesiri vardır. Bu sebeple, insanlarımızın içerde ve dışarıda daha çok yolculuk etmesi temennisiyle eski seyahat anlayışını yansıtan kısmı, dilini bugüne yaklaştırarak, takdim ediyorum:
“Bir müminin beldesinden çıkıp gurbette büyük meşakkat ve mihnete katlanması dostlarından ve evladından uzak kalmayı seçmesi altı sebepledir. Bu, hac için olur, dini izaz ve ilâ-yı kelimetillah niyetiyle muharebe ve gaza için olur, ulum-ı diniye tahsili için olur, nefis terbiyesi için olur, kendini ve ayalini geçindirme ve muhtaçlara iane niyetiyle ticaret için olur veyahut dince vaki olan fitneden kaçma niyetiyle olur. Bu altı kısmın mecmuu dahi makbul ve sefer mübarektir ve sefer lügatte açıklık manasınadır. Bir kimse sefer ettiğinde onun her hali açılır, zatî istidadı ne vechile ise meydana çıkar; hem dahi tabiyet-i huşunetten yumuşaklığa ve tuğyandan imana ve kibirden tevazua tebeddül eder. Zira ülfet eylediği eşyadan ayrılıp kaffe-i meşakkati ihtiyar eylediğinden, asli mayası olan cevher zahir olur. Ve dahi seferde nice faydalar ve azîm menfaatler vardır:
Evvelkisi, Cenab-ı Hak o kimseye muhabbet eder. Nitekim hadis-i şerifte “her bir şeyin muhabbetlisi gariplerdir” buyurulmuştur. Ashab efendilerimiz dahi “Garipler kimlerdir?” diye sual buyurduklarında “Dinleri için firar edenler” buyurulmuştur.
İkincisi, ona cennet vacip olur. Nitekim hadis-i şerifte “Bir kimse dini için bir mahalden bir mahalle gitse, her ne kadar bir karış olursa da, ona cennet vacip olur. Hem dahi İbrahim ve Muhammed aleyhimassalatü vesselam hazretlerine yoldaş olurlar demektir.
Üçüncüsü, rızkında genişlik ve vücudunda sıhhat hasıl olur. Nitekim hadis-i şerifte böyle buyurulmuştur.
Dördüncüsü, yolcu daima Cenab-ı Hakkın yardımı ve nusreti altındadır.
Ve dahi yolcu için birtakım adab beyan olunur:
Evvelki, amellerin semaya yükseltildiği ve hazreti fahr-i kainat efendimize arz olunduğu günler olduklarından sefer için perşembe gününü yahut pazartesi gününü tercih etmektir.
İkincisi, hanesinden çıkarken ve seferden geldiğinde ikişer rekat namaz kılmaktır. Bu yolda hadisi şerif vardır. Ve dahi bu duayı üç kere okumaktır: “Bismillahi ve amentu billahi ve’tesemtu billahi ve tevekkeltu alellahi velâ havle velâ kuvvete illâ billehilaliyyilazim.” Eğer bir kimse hanesinden çıktığında bu duayı okusa bir melek onu hidayet ve kifayet ile müjdeler.
Üçüncüsü, ahbabına, ihvanına veda etmektir. Nitekim hadis-i şerifte bir kimse sefer murad ettiğinde ihvanına veda eylesin, Cenab-ı Hak onların duaları berekâtıyla o kimseye bereket ihsan eder demektir. Ve ehline veda ederken “Ben sizi emaneti zayi etmeyen bir zatı ecel-i a‘lâya emanet ettim” demektir.
Dördüncüsü, bineceği ve ineceği vakitte besmele diye. Zira besmelesiz olursa şeytan terkisine biner diye rivayet edilir.
Beşincisi, iyi arkadaş tedarik etmektir. Aleyhissalatü vesselam efendimiz yalnız yola gitmeyi yasaklamıştır. Arkadaşın hayırlısı dört olup hepsinin sözü birdir buyurulmuştur. Zira biri hastalanıp vasiyet etmek murad ettiğinde birisi vasi, ikisi dahi şahit olurlar ve cemaat ile namazda birisi imam, biri müezzin, ikisi cemaat olmak gibi. Ve biri bir işe gidecek olduğunda birisi ona yoldaş olur, ikisi dahi eşyayı muhafaza ederler. Ve dahi yoldaşlardan birisi emin (başkan) tayin edilip diğer arkadaşlar onun emrinde olmaktır. Nitekim hadis-i şerifte “seferde üç kişi olduğunuz vakitte birinizi emir atayınız” buyurulmuştur. Ve arkadaşlarına daima yardım ve nükteli kelamlar ile kalplerini yumuşatma, korku vakitlerinde cesaretlendirme ve unuttukları şeyi hatırlatma ve yolculuk işinde daima onlar ile meşveret eyleye.
Altıncısı, yoldan hata ettiklerinde tanımadıkları biri kendilerine yolu gösterse onun sözüyle o yola gitmeyeler. Zira şeytan ve cin gelip casus olmak ihtimalinden ihtiyat lazımdır. Nitekim “harabe ve boş sahralarda cin taifesinden bir tür vardır ki onlara gûlyabani derler; insanı yoldan çıkarıp helak ederler, demektir. Nitekim hadis-i şerifte size gûlyabaniler hücum ederse ezan okumağa sürat ediniz buyurulmuştur.
Yedincisi, gemiye bindiğinde “Bismillahi mecrayha ve murseyha inne rabbi legafurun rahiymun” (Hud 11/41), “Ve mâ kaderullahe hakka kadrihi ve’l-arzu cemian kabzatuhu yevme’l-kıyameti ve’s-semavatu matviyyatun bi-yeminihi subhanehu ve teala amma yuşrikun.” (Zümer 39/67) diye dua etmelidir. Nitekim hadis-i şerifte “Bir kimse bu ayet-i kerimeleri okusa boğulmaktan emin olur” buyurulmuştur.
Sekizincisi, bir yere inildiğinde cemiyet ile inmektir, perakende inmemektir ki o misilli ayrı olma yasaklanmıştır. Hadis-i şerifte “sizin perakende olarak birer vadi ve köşeye inmeniz şeytandandır” buyurulmuştur.
Dokuzuncusu, gece olduğunda bu duayı okumaktır. “Ya arzu rabbi ve rabbukellahu euzu billahi mine’ş-şirke ve şerri mâ fiyke ve şerri mâ debbe aleyke ve min şerri külli esvedin ve esedin ve hayyetin ve akrebin ve min şerri sâkine’l-beledi ve min şerri vâlidin ve mâ velede ve lehu mâ sekene fi’l-leyli ve’n-nehari ve huve semiu’l-âlim”.
Onuncusu, gecelerde görünen karanlıkta korkmaktır. Sahabe-yi kiramdan Mücahid radıyallahu anh hazretleri buyurdu ki “gecelerde siyahlık göründüğünde korkmaya, zira senden ziyade o şey de korkar, demiştir.
On birincisi, yolda şüphe olduğunda sağ tarafa gitmektir. Zira Cenab-ı Hak Hâdî isminde bir melek gönderip onu doğru yola irşad ettirir. Nitekim hadis-i şerifte de buna işaret buyurulmuştur.
On ikincisi, vali ve hâkimi olmayan ve içinde fitne bulunan beldeye girmemektir. Ama itikadı tam olup her bir şeyde tesiri Cenab-ı Haktan bilen kimse hakkında fitne ve musibetler olan beldeye girmede beis yoktur, belki Cenab-ı Hakkın kazasından kaçmakta fayda olmayacağını itikat ettiği için o misilli halis itikat üzere olan müminin bilgisi daha ziyade olur ve imanına kemal gelir. Zira kader geldiğinde sakınmanın faydası olmaz buyurulmuştur.
Hatta Abdülmelik bin Mervan beldesine isabet eden muzır taun illetinden korkup kemal-i ıztıraba düşmekle gizlice firar etmeği niyet edip o gece kölelerinden birini yanına alıp şehirden çıktılar. Bir müddet gittiklerinde halifeye uyku galebe eyledi; kölesine hitap edip “uykumu def edecek bazı fıkralar söyle” diye emreyledi. Köle dahi “halifenin mizacına muvafık sohbet bilmem” diye ne kadar özür beyan etse de halife ısrar etmekle köle dahi bir hikaye işittim, onu beyan edeyim deyip kelama başladı. Bir tilki aslana gelip ben bir zayıf hayvan olduğumdan vahşi kuşlardan çok korkum vardır, beni himayene al, senin hıfzında rahat edeyim diye rica edip aslan dahi onu himayesine alıp bir müddet beraber gezdirip rahat edermiş. Bir gün havada bir kara kuş belirip tilkiye hücum sevdasında bulunduğunu tilki anladığında aslana iltica etmekle, aslan dahi korkmasın diye onu teselli etmiş ise de kara kuş havada dolandıkça tilkinin korkusu şiddetlenerek aslana kemaliyle iltica eylediğinde aslan kemal-i merhametten onu arkasına almış. Kara kuş havadan onu gördüğünde birden süzülüp tilkiyi aslanın arkasından çarpıp havaya kaldırırken tilki feryat edip “Ey aslan nerede ahde vefan?” diye sitem eder imiş.
Aslan da “Benim seninle olan ahdim ve seni muhafaza etmeği yüklendiğim ancak yerden zuhur eden afetler ve bela hakkında idi. İşbu zuhur eden afât, bela-yı asumanîdir. Benim gökten gelen belayı def etmeğe kudretim yoktur” demiş. Halife bu kelamı köleden işittiğinde pişman olup tövbe ve istiğfar ederek geri döndü.
On üçüncüsü, bir beldeye dahil oldukta soğanından yiye, zira bir kimse bir beldeye dahil olduğunda önce soğanından yese, o beldenin su ve hava mazarratından emin olur. Nitekim hadis-i şerifte de buna işaret buyurulmuştur.
On dördüncüsü, vatanına döndüğünde hanesine girmede kurban kesmektir. Ve fahr-i âlem efendimiz seferden avdet ve nurlu Medine’ye vuslat buyurdukta bir deve kurban ederlerdi.
On beşincisi, uzak mahalden geldiğinde hanesine gece gelmeyip belki ehlini ihtar ederek (hanımına haber vererek) gündüz gelmektir. Zira hatun nezafetlenir (temizlenir) kendisi de ehline girye görünecek (hanımını üzecek) şeye muttali olmaz. Nitekim hadis-i şerifte “Uzun süre gurbette kalıp eve döndüğünüzde kapıyı gece çalmayınız” buyurulmuştur.
On altıncısı, seferden gelirken hanesine hediye ile gide. Her ne kadar torbasına bir taş dahi koysa da hediye itibar olunur. Nitekim hadis-i şerifte buna işaret buyurulmuştur.