Mevlana ve Yunus Emre Türk-İslam tarihinin içerisinde müstesna bir yeri olan, kendilerini Allah’a adamış, insanın dünyanın en kıymetli varlık olduğunu dile getiren iki büyük şahsiyettir.
Bu değerli iki insan, gönüllere gerçek sevgiyi aşılamaya çalışan sadece birer nakkaş değil, aynı zamanda karanlık dünyamıza ışık tutan birer güneştirler. Onlarda tıpkı birer güneş gibi yanmakta ve isteyenlere ateşlerinden bir parça vermektedirler.
Mevlana ve Yunus Emre övülmekten çok anlaşılmayı isterler. Onları anlamak demek sadece yazdıklarını okumak demek değildir. Onları anlamak demek; o kadar güzel düşünmeyi sağlayan cevheri görüp de, yön tayin etmek demektir. Anlatmak istedikleri şey, aslında bizim pek yabancı olmadığımız fakat bir türlüde hakiki manasıyla algılayamadığımız manevi kaynaktır. O kaynaktan içenler görünüz ki Mevlana oluyor, görünüz ki Yunus Emre oluyor. İsimleri, sevgileri, eserleri her zaman yaşıyor. Ve herkes ister istemez büyüklüklerini kabul ediyor. Bizler büyük bir kültürün mirasçıları olduğumuz için, meselelere onlar gibi derin bir idrakle bakmamız gerekiyor. Heveslerimizin ardına düştüğümüz kadar kültürümüzün temellerini öğrenip yaşamaya kalksaydık; bugün ahlak, siyaset, ekonomi, teknoloji ve fikir fukaralığı çekmezdik.
Bugün Mevlana ve Yunus Emre’nin söylemiş oldukları kısa bir cümleden kitap yazılabiliyorsa, bu onların ne derecede derin bir inanca sahip olduklarını gösteriyor. Bu iki devi bu noktaya getiren özü anlayabildiğimiz zaman, onların düşüncelerini, inançlarını, gayelerini ve mesajlarını tam manasıyla anlamış oluruz. Ve eğer bizlerde onların sarsılmaz inançlarını ve ölçülerini derin bir müşahededen sonra hayatımıza tatbik edebilirsek, bizler de bir Mevlana Celalettin Rumi, bizlerde bir Yunus Emre olabiliriz.
Bugün bu iki insan bu kadar çok sevilip, değer veriliyorsa bunu asıl sebebi İslam’dır. Eğer İslam dinini olmasaydı bugün ne Mevlana ne de Yunus olurdu. Eğer bugün bu insanlar bize yol gösteriyorlarsa, bunu İslam’ın yol göstericiliğine bağlamak gerekir. Farzı mahal İslam dini onlara yol göstermeseydi, bırakınız dünyayı aydınlatmayı bir mum kadar çevrelerini aydınlatamazlardı. Bu iki dev ancak ve ancak İslamiyet’le birlikte varlar. Onları anlamak demek hakki manasıyla İslam’ı anlamak demektir.
Bugün İslamiyet’ten hoşlanmayanlar yada onu layıkıyla anlayamamış olanlar, Mevlana ve Yunus Emre’den İslam diniyle alakaları yokmuş gibi bahsediyorlar. Onları ballandıra ballandıra anlatıyorlar ama onları o seviyeye getiren kaynaktan zerrece bahsetmiyorlar. Çünkü Mevlana ve Yunus Emre gibi müstesna şahsiyetleri, istekleri yada hayal ettikleri İslam dinine yakıştıramamaktadırlar. Bu iki gönül eri Türk-İslam kültürünün birer parçası oldukları için, sevgi sözleri haricindekiler bir kalemde silinir. Bakın Mevlana Hazretleri, rubaisinde ne diyor: “Canım tende oldukça Kur’an’ın kölesiyim. Ben Tanrı’nın seçkin peygamberi Muhammed’in yolunun toprağıyım. Her kim bundan başka benden bir söz naklederse ona çok üzülür, sözden de çok üzüntü duyarım.” Fakat nedense bunu anlayamıyoruz. Yunus ise şöyle seslenmektedir; “Yunus sen kendini görme / İbadet et, mahrum olma / Gayrı şeye gönül verme / Allah sevgisi var iken”
Mevlana ve Yunus Emre’ye ayın zamanda hümanist diyenler büyük bir hataya düşmektedirler. Çünkü Hümanizm 19.yüzyılda İtalya’da çıkmış olan bir akımdır. Hümanizm; insana değer verme, insan sevgisi diye tarif edilir. Bu büyük Hakk aşıkları da insana değer verip, sevgi mesajları verdiğinden ötürü Avrupalılar ve bizim bir takım yarı aydın ile gafil kişiler de onları hümanist olarak takdim eder. Hümanizmin ortaya çıkışı daha yeni bir hadisedir, fakat Mevlana ve Yunus Emre bundan 8 asır önce yaşamışlardır. Yani hümanizmden önce İslam topraklarında insan sevgisi zaten vardı. İnsan sevgisi (?) Avrupa için yepyeni bir şeydir. Bu Hümanizm akımına bizim yerli Avrupa’nın kara sevdalıları eklenince bu iki şahsiyeti sonradan çıkma bir kalıba koyarak hümanist ilan ettiler. Akıllarınca onları da Batı’nın kalıbına uydurdular. Zaten eğer onları batının kabına uydurulmasaydılar diğer bir çok insan gibi yok kabul edileceklerdi. Sonra ortaya çıkan bir şey nasıl olurda ilk ortaya çıkanı kapsayabilir? Biz nasıl olurda bu iki değeri, insana değer verilmesi gerektiğini yeni yeni söyleyen Batı’ya yamamaya kalkabiliriz? Batı zannedildiği gibi hümanist değildir.
Batı’nın ne kadar insanı sevdiğini şöyle küçük bir örnekle açıklayabiliriz. Dünyada her yıl su kirliliğinden dolayı ölen çocuk sayısı üç milyondur. Avrupa’da ev hayvanlarına mama satışlarının cirosu 17 milyar dolar. ABD’de kadınların zayıflamak için harcadığı yıllık para miktarı 25 milyar dolar. Dünya genelinde su kirliliğini önleyip temiz su teminini mümkün kılacak projelerin toplam maliyeti ise ancak 8 milyar dolar. Bakın Avrupa ne kadar da hümanist değil mi ? Hümanizm onların yeni bir emperyalizm silahıdır. Biz ise Mevlana’yı ve Yunus’u bu oyuna kurban veriyoruz.
Bugün Mevlana ve Yunus Emre’yi ortaya çıkaran değerleri yeniden keşfetmemiz lazımdır. Eğer kabuğu yarıp öze giremezsek, ya cevizin tamamını kabuk zannederiz, yada kurtlu elmaların dışına aldanır kurtlu elmayı yeriz.