Yangın yüreklerde ise kolay kolay sönmez. Ağır ağır, için için yanar durur. “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” Denilmiş. O öyledir; ancak duman çıkmayan yerlerde de bazen ateş vardır. Bizim göremeyişimiz, bilemeyişimiz orada yangın olmadığı ma’nâsına gelmez. Bazı kişiler, bir hicran ateşini gönlünde saklamaktan mutluluk duyar. Kimi alev, kimi köz halinde. Bu ateş bazen yakar bazen üşütür. Yüreği yanan kişi çoğu zaman bunu kendisi istemiştir. O biri gelse de tutuştursa diye... böyle ateşler insanın içini ısıtır; yakanın da, yananın da... yine bu yangını ancak çıkaran söndürebilir.
Madde dünyasında öyle yangınlar da vardır ki yok eder, tüketir. Bu yangınlarda gönüllerde acı bırakır, vicdanları sızlatır.
Eğer komşuda yangın varsa birileri çıkıp “Aman söndürmek için adam gönderelim, yoksa bize de sıçrar.” Diyebilir. Komşularda ne yangınlar olmuştur, bize de zararı dokunmuştur. Bu yaygaracıların hiç sesi çıkmamıştır. Hayatı duygu sömürüsü üzerine kurulmuş bu kişilerin telaşının asıl sebebi nedir? Türk çocuklarının başkalarının çıkarı yolunda kullanılması niçin bunları hiç utandırmaz?
Doğrudur; komşudaki yangını söndürmek bir görevdir. Elbette etrafa sıçramasını önlemek gerekir. Aklın yolu da budur. Ama nedense çağıranın, evi yanan komşu değil evi yakan kundakçı olduğu hep gözden kaçırılır. Çağıranların, yangının söndürülmesi gibi bir meselesi yok. Hatta gelecek olanların ellerine “körük” vermeyi düşünüyor. Böylece hem alevleri canlandıracak hem de arada senin de yanmana yol açacak. Hiç değilse kendisinin kirli davranışlarına ortak ederek nefretin ve ikrahın (tiksinmenin) yönünü değiştirecek. Ona işte böyle bir ortak lazım. Yoksa “stratejik müttefik” kavramının ifade ettiği bir dost değil. Zaten dost olmasını bilmeyenlerin dostu da olmaz. O zaten bilinçli, ölçülü, ağırlıklı bir yardımcı değil aklınca güdebileceği bir hizmetkâr arıyor. Bunu sağlayabilmek için de onurlu bir millete, o beş para etmez sözcülerinin ağzından hakaretler yağdırarak psikolojik sindirme metodu uyguluyor. “IMF kanalıyla rehin aldıklarını” öne sürerek “Her istediklerini yaptırabilecekleri” küstahlığını sergiliyor.
Aylar önce, daha bu “işgal” başlamadan önce bir sömürgeci zihniyetinin buralara kirlilikten başka bir şey getiremeyeceğini, çünkü dürüstlükten uzak duran ve “sahte istihbarata dayanarak” kendi kamu oyunu bile aldatanların yapacağı bir harekâtın temize çıkmasının mümkün olmadığını anlatmaya çalışmıştım. Peki “stratejik ortağın” (!) nasıl bir çıkar grubunun kirli emellerine alet olduğu şimdi açıkça görülebildiği halde, niye hala bizde bazı kişiler “Ülke çıkarlarından” bahsederek halkımızı kandırmak istiyorlar?
“ülke çıkarları” nedir? Bunu kim belirliyor ve tanımlıyor? Basit çıkarlar peşindeki, dünyadan habersiz bezirgân takımı mı? Şahinler dedikleri Sırtlanlar ekibinin propaganda broşürlerini tercüme ederek sütunlarına taşıyan ve dolar üzerinden maaş alan kompleksli yazarlar güruhu mu? Yoksa Ortadoğu hakimiyeti peşinde koşan başka ülkelerin ajanları mı?
Dikkat edilirse kamuoyunu yönlendirebilmek için “asker göndermenin” doğru ya da yanlışlığı değil de “ne kadar asker gönderileceği” ve “nerelere göndermemizin uygun olacağı” gibi konular tartışılarak bu iş, emperyalistlerin hizmetkarı medya tarafından bilinç altına yerleştirilip doğal olarak gösterilmek isteniyor.
Halbuki işgalciler kendilerine iş ortağı değil suç ortağı arıyorlar. Stratejik ortaklıktan bahsedenlere de gülüyorlar.
“Anadolu coğrafyasında içe kapanmanın tehlikeli olacağı” bazılarının şimdi aklına gelmiş, nedense? İçe kapanmak nedir? Eğer bu bir uyuşukluk ise bundan nasıl kurtulabilir bir ülke?
Yıllar yılı güçlü bir devlet, komşularının hayranlığını kazandıracak bağımsız bir dış politika ve halkıyla barışık bir yönetim isteyen vatanseverleri olmadık iftiralarla suçlayan onursuz, çıkarcı zümreler bir emperyal gücün koltuğu altında hareket etmemizi istiyor ve sonucu belirsiz belki de sonucu olmayan bir çatışmayı daha şimdiden zafer olarak göstermeye hazırlanıyor.
Üstelik işbirliği yapmamızı istedikleri kişiler, subaylarımızın başına çuval geçirip götürdükleri halde. Bölgede fiilen bir kürt devleti kurdurdukları halde. Bunların temsilcilerine askerlerimizi tehdit edecek cüret verildiği halde... gel, gör ki ucuz kahramanlık sergileyenlerin bu konuda hiç sesleri çıkmıyor.
Cumhuriyetimiz kurulduğundan beri böyle bir aşağılama görmemiş olan milletimizi, bu görgüsüz davranışın temsilcilerinin yanına itmek isteyenlerin ya akılsız olması ya da onların adamı olması gerekir. İnanın, üçüncü bir olasılık yoktur.
Ganimet üleşen işgalcilerden uzak durmanın “fırsatı kaçırma” olarak değerlendirilmesi nasıl bir ruh halidir? Üstelik kayıplarına karşılık hiçbir “değer” sağlamama ihtimali var iken. Şimdiye kadar hep aksi görülmüş iken.
Ülkemize ambargo uygulayan bunlar. Gafil yöneticilerin, vatan topraklarına yerleşmesine izin verdikleri askerleriyle teröristlere destek sağladıkları söylenenler bunlar. Türkmenlerin kurşunlanmasına göz yuman bunlar. Her ağızlarını açtıklarında devletimize hakaret etmekten zevk duyan bunlar. Eksik olsun, böyle “stratejik ortak”
Türkmenlere hiçbir hak tanımayan işgalcilerin, askerimizi oralara göndersek bile, yine PKK artıklarına destek vermeyeceklerini kim garanti ediyor? Bu konuda söz veremiyorlar. Verseler de inanan yok artık.
Bazıları, Türkiye’nin “Misak-ı Milli statükosunu” aşması için bir fırsat çıktığından bahsediyor; daha doğrusu böyle bir ihtimal olduğunu sanıyor. Kimileri de yeniden “misak-ı milli” sınırlarımızı gözden geçirip uluslar arası siyaset arenasında görünmenin “fincancı katırlarını ürküteceği” korkusuyla yaşıyor. Bu ikincilerin kaygı ve kuşkularına hak verilebilir. İşte yıllardır anlatmak istediğimiz konu burada tekrar su yüzüne çıkıp seçilebilir hale geliyor.
Ne demiştik? Komşuları tarafından itibar gören, sözü dinlenen, hatta onların hukuk ve demokrasi kuralları içindeki taleplerine destek verebilen güçlü bir devlet olabilmek esastır, demiştik. Ama bundan altı yıl kadar evvel, bir takım tertip ve tahriklere tepki olarak ortaya çıkan,yönü ve amacı hala belirlenememiş bir darbenin aktörleri, böyle samimi dilekleri ört-bas edecek bir basiret fukaralığı gösterdikleri için ülke her alanda geri gitmiştir.
Sonucunu herkes yaşayarak gördü. Vurgun, soygun, ekonomik çöküntü; dolayısıyla bağımlılık... acaba bu sonuç Ortadoğu’da kimlerin işine yaramıştır? Herkes şunu bilmeli ki bir siyasi hareket ancak sonuçlarıyla tanımlanır. halkın yararına olduğu söylense bile ekonomik, kültürel ve siyasi yönden iflas etmiş bir dönemin savunacak tarafını bulamazsınız.
Kargaşadan yararlanmak, güçlünün yanında yer alıp parsa toplamak, haksızlığa göz yummak, üstün kişiliğe sahip bir toplumun işi değildir.
Üstelik böyle bir harekâta hangi niyetle katılırsanız katılın, provokasyon ihtimali her zaman yüksektir. Bakın BM binasının bombalanmasına, bakınız içinde direnişçi mahkumların bulunduğu hapishanenin füzeyle yıkılmasına, bakın Necef’teki Şii katliamına!
Bu işleri kimlerin tezgahladığını biliyor musunuz?
İşte, komşudaki yangını daha yakından seyretmekten, kundakçının marifetlerini izlemekten başka bir işe yaramayacak olan bu serüven de bilinçli bir davranışın ürünü olarak görülemez. Hiçbir zaman seçme hakkınız olamaz! Önünüze konanı seçmekle yetinirsiniz, savunmanız da ‘çoğu zaman olduğu gibi’ sağduyudan uzak bir kafanın ürünü olarak şekillenir: “Ne yapalım başka seçenek yok!” evet öyledir; göremediği varlığı yok sayanlar için...
Yapılacak bir tek şey vardır. Bir an önce silkinip kendine dönmek... tarihte ve kültürde derinliği olan Türk milletine yakışanda budur.