Geçtiğimiz günlerde sona eren Dünya Felsefe Kongresi, basınımızda büyük yankı bulmuştu. İlk defa bilimsel bir faaliyet medyamızı bu kadar meşgul ediyordu. Basının bilimsel gelişmelere ilgi göstermiş olması sevindirmişti bizi. Ama olacak şey değil. Bu işte bir bit yeniği olmalıydı. Nihayet kongre başladıktan sonra ayaklarımız yere erdi. Ve gördük ki, bu ilgi boşuna değilmiş.
Basınımızın köşe başlarını tutan eski tüfekler, dört elle sarılmışlardı bu kongreye. Ne de olsa 68’li günlere gönderme yapan nostaljik bir ortam yakalamışlardı. Üstelik gayri milli ve gayri İslami tutumlar ön plandaydı. Sunulan tebliğleri incelediğimizde bunu kolayca görüyoruz. Stakükocu anlayışlar ve globalleşmeyi meşrulaştıran görüşler burada el üstünde tutuluyor. Mesela uluslararası terörden bahsedilirken nedense hep Irak, Afganistan ve Libya gibi İslam ülkeleri ile örnekler veriliyordu. Ama kimse İsrail’den söz etmiyordu.
Yüzlerce oturum yapıldı. Binüçyüzü aşkın bildiri sunuldu. “Din Felsefesi” konusunda yapılan 8 oturumda ise, 39 bildiri sunuldu. Bunlardan sadece 2 tanesinin “İslam”la ilgili olması kayda değer bir husus… Diğer oturumlarda ise, şu ya da bu şekilde İslam’a atıf yapılan bildiri sayısı ise ancak 6. Bu ise, günümüz dünyasında müntesipleri bakımından ikinci en büyük din olan İslam’ın felsefeciler tarafından dışlandığını gösteriyor. Kongre bir İslam ülkesinde yapılıyordu. Ama İslam yok sayılıyordu. Bu da gösteriyor ki: Batı dünyasının siyasi aktörleri boşuna İslam’ı suçlamıyorlar. Zira “dervişin fikri neyse zikri de odur” demişler. Batı felsefecilerinin dışladığı İslam’a, batılı politikacıların ya da entelektüellerin sıcak bakmaları ne mümkün?
Tebliğlerin bir kısmı ise iflas etmiş ideolojilere övgüler düzme gayretindeydi. Tarihi materyalizmden ve sosyal evrimden dem vuran bir kısım katılımcılar, hala mevcut problemlerin çözümünü orada görüyorlardı. İşte medyamızın neden bu kongreyi önemsediğini şimdi daha iyi anlıyoruz. Burada dönen dolapların farkında olan Türk felsefeciler de zaten bu kongreyi bir nevi protesto ettiler ve bu yüzden katılmadılar.
Bu kongrede felsefecilerin şöyle bir özeleştiri yapmasını beklerdik: “Özellikle 20. Yüzyılda bilim ve teknoloji çok ilerledi. Ama başta felsefe olmak üzere, sosyal bilimler ve metafizik geriledi.”
Fizikte atom teorisini altüst eden, madde ötesi quantlardan (enerji paketi) sözediliyor. Elektronikte nanoteknoloji gündeme geldi. Karıncanın milyarda biri küçüklüğünde robotlar yapılıyor. Astrofizikte milyarlarca ışık yılı ötelere uzanıyoruz. Tıpta insan organları kolayca değiştirilebilir durumda. Yapay kan ve kemik iliği bile üretilebiliyor şimdi. Bütün bu gelişmelere karşılık, sosyal bilimler hala yerinde sayıyor. Felsefe ve ahlak batağa saplanmış durumda. İşte felsefecilerden bunun izahını almak isterdik. Hiç değilse gerçeği itiraf edip acziyetlerini dile getirselerdi.
Çağımız insanı, bilimde ilerlemiştir ama felsefede ve metafizikte ilkel bir seviyeye düşmüştür. Böyle olduğu için de huzur ve mutluluktan uzaktır.
Bu kongrenin böyle bir tespite vesile olmasını çok isterdik.