Kasım 2008

Ö T E S İ

 

27.04.2024 



Aykırı Bakış

 
Dr. Yusuf Gedikli

Türk Dünyası edebiyatlarını biliyor muyuz?


Türklerin geniş bir coğrafyada yaşadığı ve yaşadıkları coğrafyada bir çok edebiyatlar husule getirdiği malumdur. Ancak Cumhuriyet devrinde bu edebiyatların Türkiyede yeteri kadar tanıtıldığı da söylenemez. Bu makalede hariçteki Türk edebiyatlarının Türkiyede neden tanıtılmadığı sorusuna cevap verilmeye çalışılacaktır.

1. Türk edebiyatları kavramı

Türk edebiyatları derken çeşitli ülkelerde Türkçe olarak (bunu yalnızca Türkiye Türkçesi olarak anlamamak gerekir) meydana getirilen edebiyatları anlatmak istiyoruz. Edebiyat kavramı burada geniş anlamda kullanılmaktadır. Bu terimin içine sadece dar manadaki edebiyat sanatı ve bilimi değil, bütün bilim dallarına ait edebiyatlar (literatürler), kısaca Türk diliyle meydana getirilen bütün yazılı eserler girmektedir.

1.1. Türk edebiyatlarının coğrafyası

Türk edebiyatlarının coğrafyası dünyanın en geniş coğrafyasıdır. Bu coğrafya batı doğu çizgisinde Balkanlardan başlamakta, Doğu Türkistana, hatta Çin içlerine (Sarı Uygurlar) kadar uzanmakta; güney kuzey doğrultusunda ise Iraktan başlayıp kutup dairesinin yakınlarındaki Sahalara (Yakutlara) kadar ulaşmaktadır.
Türk edebiyatları coğrafyasına şu ülkeler ve bölgeler girmektedir:
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan 5 bağımsız Türk cumhuriyeti ki bunlar Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistandır. Bunların dışında Rusya Federasyonunda tam on tane daha özerk Türk cumhuriyeti vardır.
Bunlar en yakınımızdan kuzeye ve doğuya doğru olmak üzere şunlardır: Dağıstan (Kumuk Türkleriyle beraber bir çok Kafkas halkı yaşamaktadır), Kabartay-Balkar (nüfus çoğunluğu Kabartaylardadır), Karaçay-Çerkes (nüfus çoğunluğu Karaçay Türklerindedir), Çuvaşistan, Tataristan (en çok nüfusa sahip Türk cumhuriyetidir), Başkurdistan, Hakas, Altay, Tuva ve Saha (Yakut) özerk cumhuriyetleri. Çuvaşlar ortodoks, Hakas Altay, Tuva ve Sahalar ortodoks-şaman karışımı, geri kalanlar müslüman Türk cumhuriyetleridir.
Türk dili ve Türk toplulukları yalnız eski Sovyetler Birliğine münhasır değildir. Doğu Türkistan (Çin işgalinde), Afganistan, İran, Gürcistan, Irak, Suriye, Kıbrıs, Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Yugoslavya (Kosovada), Romanya, Moldava (Gökoğuzeli), Ukrayna (Kırım) da Türk edebiyatının mevcut olduğu ülkeler arasına girer. Irak, Suriye, Kıbrıs, Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Yugoslavya, Romanya, Gökoğuzeli, Kırımda yazı dili Türkiye Türkçesidir (Romanya, Gökoğuzeli ve Kırımda mahalli şiveler de yazı dili olarak kullanılmaktadır).

2. Cumhuriyet devrinde Türk edebiyatları Türkiyede ne kadar tanıtıldı?

Şimdi yazımızın başlığı olan Cumhuriyet devrinde Türk edebiyatları Türkiyede ne kadar tanıtıldı? sorusuna karşılık verebiliriz: Tahmin edileceği gibi bu sualin cevabı menfidir.
Cumhuriyet devrinde yurtdışındaki Türklerle ilgili pek fazla çalışma yapılmadığı bir hakikat olmakla birlikte tabiatiyle bu, hiç bir çalışma yapılmadığı manasına gelmemektedir. Ancak Atatürk devri ve bir ölçüde İnönü devri istisna edilmekle, bunların hemen hemen hepsinin göçmen Türk bilim adamlarınca yapıldığı görülür.
Bu bilim adamları Rusyada ve daha sonra Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristanda komünist rejimlerin kurulması üzerine Türkiyeye yerleşmişlerdi.

3. Göçmen bilim adamlarının hariçteki Türklerle alakalı çalışmaları

1923-1990 arasında göçmen bilim adamlarının pek çok ilmî faaliyeti olmuştur. Hatta denilebilir ki çağdaş dış Türklerle ilgili çalışmalar yalnız bun çalışmalara münhasır kalmıştır (Hüseyin Kâzım Kadri, Ahmet Cevat Emre gibi bir kaç kişi hariç). Bu bilim adamları şunlardır:
Kazan Türklerinden Yusuf Akçura, Fuat Toktar, Sadri Maksudi Arsal (kızı Adile Ayda), Abdullah Battal Taymas, Reşit Rahmeti Arat, Akdes Nimet Kurat (oğlu Yuluğ Tekin Kurat), Hamit Zübeyr Koşay, Ayaz İshaki İdilli (kızı Saadet Çağatay), Ahmet Temir; Başkurdistandan Zeki Velidi Togan (Başkurdistan cumhuriyetinin başkanı, kızı İsenbige Togan), Abdülkadir İnan; Türkistandan Mustafa Çokay, Osman Kocaoğlu (Buhara cumhuriyetinin cumhurbaşkanı, oğlu Timur Kocaoğlu), Tahir Çağatay, İbrahim Yarkın; Azerbaycandan Mehmet Emin Resulzade (Azerbaycan meclisinin başkanı), Ahmet Caferoğlu, Mirza Bala Mehmetzade, Kerim Oder, Doğu Türkistandan Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin, Kırımdan Cafer Seydahmet Kırımer, Romanyadan Müstecip Ülküsal vs.
Bunlara 2. Dünya harbinden sonra Almanyada yerleşen Baymirza Hayiti de ilave etmek gerekir.
Türkiyeli bilim adamlarının harici Türklerle ilgili bilgileri hemen tamamen bu müelliflerin eserlerine istinat etmiştir. Komünizm korkusundan Sovyetlerde çıkan binlerce kitabın bir kaçının bile Türkiyeye sokulması mahzurlu görülmüş, elde edilmesi ve yayınlanması, hiç olmazsa faydalanılması için temini cihetine bile gidilmemiştir. Bu korku Türkiyeli bilim adamlarını Sovyetlerdeki Türklerin kültürlerinden yoksun bırakmıştır. Hal böyle olunca Türkiye Sovyetlerin yıkılışına hazırlıksız yakalanmış, tabir caizse apışıp kalmıştır. Uzun vadeli düşünmemenin cezasını bizimle beraber diğer Türkler de çekmiştir.

4. Tekrar aynı soru: Hariçteki Türk edebiyatları Türkiyede ne kadar tanıtılmıştır?

Sorunun cevabının menfi olduğunu biraz yukarıda belirtmiştik.
Gerçekten de Türk edebiyatları Türkiyede yeteri kadar tanıtılmamıştır. Hatta bazıları hiç tanıtılmamıştır. Yetersiz olmakla beraber en çok tanıtılanı Azerbaycan edebiyatıdır. Bunun sebebi Azerbaycanın dil ve coğrafya bakımından Türkiyeye yakın olmasıdır.
Maalesef Türk aydınlarının çoğu Türklerin yaşadığı ülkeleri genel bilgi saikiyle dahi merak etmemiştir. Türk basını ve medyası da meseleye gereği kadar önem vermemiş ve halen de vermemektedir. Peki bu neden böyle olmuştur? Bu ilgisizliğin sebebi nedir? Niçin böyle bir duruma düşülmüştür? Şimdi bu suali cevaplamaya çalışalım.

5. Sağ ve sol aydınların hariçteki Türkler karşısında tutumu

Irak, Kıbrıs, Batı Trakya ve 1979’daki İslam devriminden sonra İrandaki Türk edebiyatları hariç olmak üzere geri kalan bütün Türk ülkeleri sosyalist rejimlerle idari ediliyordu. Dolayısıyla Marksist ülkelerdeki Türk edebiyatlarını tanıtmak herkesten önce solcu aydınlardan beklenirdi. Üstelik bu, Türkiyedeki sol puropagandaya da katkıda bulunabilirdi. Ama solcu aydınlar bunu yapmadılar. Bunun şaşırtıcı ve ilgi çekici sebebini biraz sonra söyleyeceğiz.
Aşağıda görüleceği gibi sosyalist ülkelerdeki Türk edebiyatları Türkiyede daha ziyade sağcılar tarafından tanıtılmıştır. Sol isimler yalnızca bir istisna olarak karşımıza çıkar. Onlar da köken itibariyle oraya bağlı olanlardır. Halbuki 1960-1990 döneminde sosyalist ülkelere gidenler solcu aydınlardı.
Sağ ve sol aydınların hariçteki Türkler karşısındaki tutumunu anlamak için Sovyet edebiyatındaki milliyetçilik ve şövenizm olgusunu çok iyi bilmek gerekir.

6. Sovyet edebiyatında milliyetçilik veya şövenizm olgusu

Kapitalist ve hatta faşist ülkelere göre Sovyet ve diğer sosyalist edebiyatları milliyetçi ve hatta şövenist olarak nitelemek mümkündür. Zira herhangi bir sosyalist edebiyata göre en iyi dil kendi dilidir. En güzel vatan kendi vatanıdır. En büyük halk kendi halkıdır. En büyük tarih (geçmiş) kendi tarihidir. En büyük, en kuvvetli kültür kendi kültürüdür. Kısaca her şeyin en güzeli, en büyüğü, en kuvvetlisi, en iyisi, en doğrusu onlardadır (Bunlar genellikle Leninin fikirlerine dayandırılır). Öyle ki kendilerinden başka kuş tanımazlar.
Bu, milliyetçilikten de öte şövenist, hatta bazen Ermeni ve Bulgar edebiyatlarında gördüğümüz gibi narsist (özsever), hatta marazi bir görüştür. Sovyetlerin dünyanın süper güçlerinden biri olması, başka bir deyişle gelişmiş bir ülke olması da bu fikirleri savunmada onlara kuvvet vermiştir.
Şimdi denilebilir ki insan dilini, milletini, vatanını sevmemeli mi? Tabii ki sevmeli, ama her şeyin bir ölçüsü olmalıdır ve bizce sosyalist rejimlerde bu ölçü aşılmıştır. Bu sebeple sosyalist edebiyatlar az evvel söylediğimiz gibi çoğunlukla coğrafya temeline dayanan (özellikle Türk gurupları söz konusuysa) aşırı ve dar milliyetçi, şövenist bir karakter taşırlar. Sosyalist edebiyatlar bu şövenistliklerini, hatta biraz yukarıda belirttiğimiz Bulgar ve Ermeni örneklerinde olduğu gibi narsistliklerini, barış, halklar dostluğu ve beynelmilelcilik isimli yaldızlı savsözlerle (suloganlarla) gizlemişlerdir. Bu gizleme (kamuflaj) ilacın üstündeki tatlı tabaka gibi ince bir şeydir. Biraz deşilince altındaki marazi manzara bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilir.
Şunu da belirtmek lazımdır ki şövenist ve narsist karakterler kendilerine daha ziyade gayri müslim ve gayri Türk edebiyatlarda yer bulmuşlardır. Bu meyanda Ermeni, Bulgar, Gürcü ve Rus örneklerini hatırlatmak gerekir. Çünkü Türk ve Müslüman edebiyatlarına Hıristiyan kökenli toplumlar kadar hoşgörüyle bakılmamıştır. Türk ve Müslümanların bin yıllık alfabeleri değiştirilirken üç minyatür toplumun (Gürcüler, Ermeniler ve Yahudilerin) ve yine üç minyatür Baltık ülkesinin (Estonya, Litvanya, Letonya) alfabelerinin değiştirilmemesi başta türlü izah edilemez.
Sosyalist ülkelerdeki şövenizmi şununla da isbat etmek mümkündür: Daha sosyalist rejim çökmeden Bulgaristanda Türklerin ve yalnız Türklerin değil, bütün gayri Bulgarların isimleri ve dinleri değiştirilmişti (Gagavuzlar, Romenler, Çingeneler, Makedonlar ve saire. Bulgar Komünist Partisinin devamı olan Bulgar Sosyalist Partisi de aynı zihniyettedir). Halbuki komünist ideolojiye ve Leninizme göre böyle bir şey olmamalıydı. Açıklık politikası ortalığı biraz yumuşatınca Ermeniler tarafından herkesin bildiği gibi Karabağ meselesi ortaya çıkarılmıştır. Sovyetler dağıldıktan sonra meydana gelen Abaza-Gürcü çatışması, Oset-Gürcü çatışması, Sırp-Hırvat-Boşnak çatışması, Romen-Macar sürtüşmesi bu fikrimizin itiraz kabul etmez delilleridir.
Hatta bu şövenizm o kadar ileri götürülmüştür ki aynı milletin evlatları bile birbiriyle çatıştırılabilmiştir. Ahıska Türkleriyle Özbek Türklerinin çatışması, yine Özbek Türkleriyle Kırgız Türklerinin çatışması buna misal gösterilebilir.
Bütün bunları göz önüne aldığımızda Rusyadaki Liberal Demokrat Partinin genel başkanı olan Jirinovskinin önceki seçimlerde yüzde 25 oy alması ve son Duma seçimlerinde oy oranı düşmesine rağmen yine başarılı olması, meseleden haberi olmayanları hayrete düşürmüş, lakin bizi hiç şaşırtmamıştır. Çünkü sosyalist sistemde şövenist bir eğitim gören Rus milletinin başka türlü davranması mümkün değildi.

7. Sol aydınların tutumu

Solcu Türk aydınları 1960-1990 döneminde Sovyetler Birliğine sık sık davet edildiler. Pek çoğu Sovyetler, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ve Çin gibi ülkeleri defalarca ziyaret etti. Bir çoğu oralarda bulundukları günlerin intibalarını kaleme aldı, seyahatnameler yazdı. Seyahatnamelerde oralı (Yugoslavyalı, Bulgaristanlı ve Azerbaycanlı) Türk yazarlarından söz etti. Ancak yalnızca masa arkadaşı, kadeh arkadaşı veya rehber olarak söz ettiler. Daha ilerisine gitmediler. Belki de daha ileriye gitmenin Turancılık puropagandası olacağından veya Sovyetlere ayıp olacağından korktular. Bunu tayin etmek zordur. Ancak gerçek budur ve ne yazık ki oradaki Türklerle ilgili herhangi bir edebî, ilmî, fikrî çalışma yapmamışlardır.
Halbuki kimi Azerbaycan yazarları mesela Halil Rıza, mesela Vakıf Nesip, mesela Anar, eserlerini Türkiyede neşrettirmek için Aziz Nesine takdim ettiklerinde aldıkları cevap şu olmuştu: “Sizin edebiyatınız Türkiyeye Cengiz Aytmatov örneğinde olduğu gibi batıdan, Fransadan gelmeli.” (Bu yazarlar bunu bizzat tarafımıza ifade etmişlerdir). Ama Aytmatov hariç, batıda yayınlanan Sovyet Türklerinin eserlerini de Türkiyede yayınlamadılar. Mesela Türkmen yazarı Berdi Kerbabayevin (1894-1974) eserleri Univers de Femme ve Le Pas Decisif adıyla, Tatar şairi Musa Celilin (1906-1944) eserleri Nous Avançons ve Cahier de Moabit adıyla ve Kazak şairi Olcas Süleymanovun (doğumu 1936) şiirleri Le Livre D’argile ve Transformation du Feu adıyla, Azerbaycanlı şair Resul Rızanın (1910-1981) şiirleri Couleurs (1962) ve Fils de la Terre (1968) adıyla Fransızca olarak yayınlanmıştır. Demek ki Aziz Nesinin bu tavrı da samimi değil, zevahiri kurtarma babından söylenmiş bir bahanedir.
Bulgar yazarı Nedyalko Yordanov, Aziz Nesinin Recep Küpçünün şiirlerini dosya halinde aldığını, neticesini bilmediğini yazmıştır.
Makedonya Türklerinden şair İlhami Emin; Aziz Nesin, Oktay Akbal, Cemal Süreyya, Edip Cansever, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ataol Behramoğlu ve Melih Cevdet Andayla arasında geçen bir hadiseyi şöyle anlatmıştır:

“Bana niye hep güllerden bahsediyorsun, hiç sıkılmadın mı, nereye kadar gül şiirleri yazacaksın?’ diye sordular. Ben de tasavvufa olan merakıma vurgu yaparak son nefesimi verene kadar gül şiirleri yazacağımı söyledim. Cevabım onların hoşuna gitmedi. ‘Biz seni Avrupalı bir şair olarak biliyoruz ve biz de kendimizi Avrupalı bir şair olarak görüyoruz. Ancak senin bu tutumun bizleri üzüyor’ dediler. Ben de garsondan hesabı isteyerek ‘Bana bir taksi çağırın, Türk şairleriyle buluşacaktım ben, yanlış yere gelmişim. Avrupalı şairlerle buluşmak için İstanbula değil Parise giderim’ dedim ve oradan ayrıldım. Bu olaydan sonra birbirimize hep mesafeli durduk.”

İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin 2. Türk Dünyası Çağdaş Edebiyat Günleri kapsamında 27 nisan 2003 pazar günü CRR’de saat 15.30’da düzenlediği açık oturumda konuşan yine Makedonya Türklerinden şair ve yazar Avni Engüllü, şu çarpıcı itiraflarda bulunmuştur:

“İsim vermek istemiyorum. Türkiyeden gelen bazı abilerimiz yöresel yazmamızı tavsiye etti. Biz onların dediğine uymadık. Hatta kimileri ’Sırpça yazın ki bütün Yugoslavya sizi anlasın, öğrensin’ diye akıl da verdi. Bunu Sırp yazarları da söylüyordu. Ancak buna da uymadık.”

Oturumdan sonra yanına gidip “onların kim olduklarını biliyoruz, Aziz Nesin...” der demez, Engüllü, “Çetin Altan” dedi. Demek ki bizim Bulgaristan kökenli Çetin Altanımız Sırpların elçiliğini yapıyormuş... Zaten Aziz Nesinin Azerbaycan ve Bulgaristanda kendisine verilen dosyaları yayımlamadığını az evvel belirtmiştik.
Engüllünün konuştuğu oturumda başkanlık yapan Cengiz Bektaş, Cengiz Dağcının Kırımlı olduğunu çok sonra öğrendiğini, Türkiyenin Sovyetlerin yıkılışına hazırlıksız yakalandığını dinleyenlerin hayret dolu bakışları altında itiraf etti.
Gerçi Fransızcadan veya Rusçadan Aytmatovun eserlerinin hemen hemen hepsi Türkçeye çevrilmiş, sağ ve sol yayınevlerince bastırılmıştır. Olcas Süleymanovun da bir şiir kitabı (Fizikçinin Duası, çev. Ülkü Tamer, Cem y., İstanbul 1976, 63 s.) Türkçeye çevrilmiştir. Ancak sol yayınevleri bunların Kırgız ve Kazak Türkü olduklarına dair en ufak bir imada dahi bulunmamışlardır. Çünkü o takdirde milliyetçiliğin tuzağına düşecekleri yanılgısına inanmışlardı.

Sol aydınlar neden böyle davrandılar?

Şimdi bir önceki başlığın içeriğinin ışığında solcu aydınların sosyalist ülkelerdeki Türk edebiyatlarını Türkiyede tanıtmamalarının sebeplerine gelelim:
1. Beşir Ayvazoğlunun dediği gibi1 sosyalist olmakla beraber bizim solcularımızın yüzleri tamamiyle batıya dönüktür, yani batıcıdırlar.
2. Ayrıca orada yapılan eserleri hep küçümsemişlerdir. Çünkü bu eserlerin coğrafyasının çoğu Avrupa kıtasına dahil olmadığı gibi, eserleri yazanlar da Hıristiyan kökenli Marksist Avrupalılar değildi. Türkiye aydınlarından daha dindar ve daha şarklı, daha Türk ve daha Müslüman kimlikli kimselerdi.
3. Üstüne üstlük solcu aydınlarımız onları çağdaş bulmamışlardır (Solcu aydınlarımız Cumhuriyet devrinde kendimize de, doğuya da hep küçümsemeyle bakmışlardır). Çünkü oralarda ortaya çıkan eserlerin çoğunun mevzusu tarihten alınmıştı.
4. Fakat esas sebep Sovyet edebiyatlarının milliyetçi, hatta bazen şövenist karakterli olmalarıdır ve bu sebep olmasaydı belki diğer sebepler o kadar ehemmiyetli olmayacaktı. Bu edebiyatlar tabiri caizse birer vatan, millet, Sakarya edebiyatıydı.
Milliyetçi edebiyatlar olması yüzünden solcu aydınlar Sovyetlerdeki Türk edebiyatlarını Türkiyede tanıtmaktan, yaymaktan kaçındılar, bahis konusu bile etmediler. Çünkü sosyalist puropaganda değil, milliyetçi puropaganda yapmış olacaklar ve kendi kendilerini nakzedeceklerdi. Tabii ki bunu yapamazlardı ve yapmadılar da. Üstelik böyle bir tanıtmada bulunmak, herhalde Sovyetlere karşı da ayıp olurdu.
1960-1990 döneminde solcu aydınların en yakınlarına varıp da hiç bir şey yapmamalarının esas sebebi işte bu milliyetçilikti. Ama tarihin tekeri hareketine devam etti ve özetle söylersek tarih bilimsel sosyalizmin bilimselliğini yalanladı.

8. Sağ aydınların tutumu

Sağcı aydınlar Osmanlının son devirlerinden başlayarak dışarıdaki Türklerin davalarına sahip çıkmışlardır. Her aydın nesli bunu bir sonrakine devrederek vazifesini ifa etmiştir. Gerçekten de sağcı aydınlar yurt dışındaki Türklerden her fırsatta bahsetmişlerdir. Bunu özellikle vurgulamak gerekir. Gerçi bu aydınlar dış Türkler hakkında ilmî ve edebi, somut çalışmalar yapmamışlardır ama Turancılık fikrini geçmişten geleceğe naklederek mühim bir görevi yerine getirmişlerdir.
MHP’nin 1969’dan itibaren Turancılığı puroğramına alması, yurt dışı Türkler gerçeğinin Türkiyede geniş bir kitlede taban bulmasını sağlamıştır. Bu da 1980’lerde başlayan Türk edebiyatlarını tanıtmada önemli bir rol oynamıştır.
Öte yandan sağcı aydınlar komünist olduğunu bile bile bu edebiyatları Türkiyede tanıtmaya gayret ettiler. Çünkü bu aydınlar söz gelişi Sovyet Azerbaycanı edebiyatında vatan mevzusunu büyük bir sevinçle keşfettiler. Mesela Çağdaş Azeri Şiiri Antolojisi1 Azerbaycanlıları “dünyanın en vatansever halkı” ilan ediyor ve bu sevginin kaynağının araştırılması gerektiğini belirtiyordu.

9. Sonuç

Yurt dışındaki Türk edebiyatlarını esas itibariyle ve büyük imkânsızlıklara rağmen sağcı aydınlar tanıtmıştır. Solcu aydınlar bütün sosyalist ülkelere davet edilmelerine ve kaynak kitaplara ulaşmalarına rağmen ortaya -bilerek ve isteyerek- bir şey koymamışlardır.
Bu tutumun esas sebebi ise sosyalist edebiyatların barış, halklar dostluğu ve beynelmilelcilik perdesi altında milliyetçi bir karaktere sahip olmalarıydı. Çünkü eğer bir tanıtma yapılsa, sosyalizmin değil de milliyetçiliğin puropagandası yapılmış olacaktı. Özetle solcu aydınlar milliyetçilik tuzağına düşmemek için meseleye kayıtsız kalmışlar, sağcı aydınlar ise milliyetçiliği keşfettikleri için geç ve kifayetsiz de olsa, bu edebiyatları tanıtmaya gayret etmişlerdir.



ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002