Dahiliye Nazırı Aksu “Eve Dönüş Yasası”ndan faydalanmak üzere 2 binden fazla başvuru olduğunu söylerken, Ordu Komutanlarından tekzip geldi. “Başvuruların 2’si kırsal alandan, geri kalan kısmı cezaevlerinden geliyor.”
Şırnak, Cizre ve Silopi’de polis noktaları teröristlerce kurşun yağmuruna tutuldu, failleri yakalanamadı....
Barzani ve Talabani Türk Ordusunu Irak’ta görmek istemediklerini, eğer TSK gelirse kötü sonuçlar doğacağını ifade ederek Türkiye Cumhuriyetini tehdit ettiler..
Dehap başkanı, mebus adayları ve avukatları İmralı kuşuna sahip çıkmışlar “Adanın iklim koşulları sağlığına aykırıdır. Sürgüne gitmelidir, yoksa Türkiye Cumhuriyeti zor durumda kalır.” Demişler...
ABD’nin baskısı ile çıkan af yasasından sonra, PKK-Kadek Kuzey Irak’ta ABD sayesinde en rahat dönemini yaşıyor... (Yukarıdaki haberler basınımızdan seçilmiştir)
Ayni ile vakidir ki, (Ben bu lafı pek sevdim, artık kurtulamazsınız), Kilis ocağı sahiplerinden bir Kürt beyi olan Halep vali vekili Canbuladoğlu Ali Bey 1603 yılında İstanbul hükümetine isyan etti. Kürt, Arap, Türk 30 bin insan bu isyana katıldı. Bunu duyan İstanbul hükümeti yeni bir gaile çıkarmamak için, Hüseyin Paşa’nın idamı ile boşalan Halep valiliğini mirimiranlıkla Canbuladoğlu Ali Bey’e verdi. Fakat Ali Paşa ayağa düşürülmüş devlet sözüne itimat etmedi, isyanda ayak diredi, Halep’i kendi yurtluk, ocağına ilhak etti, başta defterdar olmak üzere bütün memurları atadı, daimi ve düzenli ordu kurdu, Halep sarayına padişah edası ile yerleşti. Önce Trablusşam’a, arkadan Şam şehrine saldırdı. Bu zengin beldeleri talan etti. Binlerce masum insanı katletti. Bunun üzerine “tenkili vacip oldu.” Valilikten azledildi, Hüseyin Paşa yerine vali oldu, ordu ile üstüne gidildi. Ama Adana civarında Hüseyin Paşa’yı Canbuladoğlu’nun adamları bozguna uğrattı ve telef ettiler. Canbuladoğlu bu olaydan öyle bir özgüven sahibi oldu ki, Halep’te kendi adına para bastırdı. (11 Kasım 1606)
Bu olaydan 2 ay sonra Sadrazam ve Engürüs Serdarı Koca Murad Paşa ordu hazırlayarak Anadolu’ya sefere çıktı. Yolunun üstünde, her konakta, “Celalîdir, şakidir, hayduttur, zorbadır, katildir, hırsızdır, yolsuzdur, uygunsuzdur” töhmetleriyle eşraftan, âyandan, esnaftan, ayaktakımından yaşlı, genç, delikanlı, mürahik oğlan, sabi oğlancık durmadan adam kesti. Hatta Konya eşrafından bazı kişilerin Saracoğlu adlı azgın caniye şefaatçi olması üzerine, Saracoğlu’na “Ahmet Bey, Ben Canbuladoğlu üzerine giderim, Celalîlerin hücumu ihtimaline karşı Konya’nın muhafazasını sana bırakıyorum, fakat imdat lazım gelirse bana ne kadar asker toplayabilirsin?” diye sordu. Saracoğlu gafil: “Şöyle bir seslensem 30 000 kişiyi toplamak işten değil” deyince; Koca Murad Paşa “Aferin sana berhudar ol, şöyle bir seslenince 30 bin kişiyi toplayan adam sağ bırakılır mı?” dedi ve şefaatçilerin önünde onu kementle boğdurdu.
Nihayet 23 Ekim 1607’de Canbuladoğlu 40 bin askeri ve müttefiki çöl emirlerinden Maanoğlu Fahreddin de en az 20 bin askeri ile Oruç Ovasında Koca Murad Paşa ile karşılaştı. Bu kanlı ve büyük meydan muharebesini Sadrazam kazandı. Bunun üzerine Ali Paşa kaçacak, sığınacak yer bulamadı. Her şeyi göze aldı, İstanbul yolunu tuttu, padişaha sığınmaya karar verdi. İzmit’e varınca kâhyası Hüseyin Ağa ile amcası Haydar Bey’i padişaha yolladı. İhtiyar Haydar Bey Padişah’a “İsyan bizim, af dilemeye geldim, ferman da senin Padişahım...” dedi. Çocuk Padişah Sultan I. Ahmed, Canbuladoğlu’nu affetti ve bir aman hatt-ı hümayunu yazarak Hüseyin Kâhya ile Ali Paşa’ya gönderdi. Fermanı alan Canbuladoğlu İstanbul’dan suret-i mahsusada gönderilen bir kadırga ile doğruca saraya, Yalı Köşkünde Sultan Ahmed’in huzuruna yalın ayak, başı açık, boynunda kement ve omzunda kefeniyle çıktı, suçlarını bir kere de şifahen izah etti. Bir hafta HASBAHÇE’de misafir edildi. Her gün huzur-u hümayuna varıp nice suallere cevap verdi. Ve Canbuladoğlu’na Macaristan’da Temeşvar valiliği verildi.
Koca Murad Paşa bu emrivaki karşısında sustu. Ama gittiği yerde de rahat durmayınca yeniçeriler ayaklandı, paşa Belgrad’a kaçtı. İstanbul’dan gelen bir emirle de Belgrad kalesinde kementle boğulup idam olundu....
Canbuladoğlu isyanı ile diğer isyanları ve bu isyanları bastırma olaylarını Türk-devşirme mücadelesi olarak gösteren, günümüzdeki eşkıya-terör-çapulcu Kürt aşiretlerinin devlet kurma talepleri ile eşleştiren ve bunlara hak veren Mütareke yazarları var. Bunlar, dış kaynaklı fikirlerin esirleri olup büyük hatalara düşmüş zavallılardır.
Bu hadiseler, TIPKI BUGÜN GİBİ, o yıllarda devlet idaresini bilmeyenlerin, acz ve hatalarından doğmuş facialardır.
Bir ülke için yiyecek kıtlığı kadar tehlikeli olan devlet adamı kıtlığı ve onun peşi sıra gelen kirli hırslar, cehaletin eseri kin, acizliğin doğurduğu alçaklık, tüm bunlara destek veren nemalandırılmış Mütareke basını... Bu ne büyük bir felâkettir.
O Mütareke basını ki; her türlü gayri meşruluğun yanında arslanlar gibi durur, Osmanlı devrinde alınamayan haklardan bahseder, bugün o hakların AB’nin ve ABD’nin peyki olmuş 59. hükümetin vereceği fermanlar sayesinde alınmasını, çapulcuların devlet kurmalarını savunurlar. Kazanılmış kutsal topraklar onlar için verilip, kurtulunması gereken bölgelerdir. Hatta daha ileri giderek Atatürk’ün “Tam Bağımsız Türkiye”sine sahip çıkan 2. Kuvva-yı Milliye hareketine dahi küfrederler... Ama;
GÜN OLA HARMAN OLA............