Hayatta tesadüf denilen bir şey yoktur. En akla gelmedik sonuçların dahi gerisinde onu oluşturan bir geçmiş ve sonucu hazırlayan etkenler vardır. Belki de önemsemeden gerçekleştirdiğiniz bir davranış, hayatınızı ciddi ölçülerde etkileyebilir. Öyle ise insan olarak yaşıyorsak; bunun hakkını vererek, yaşadığımızı hissetmeliyiz.
Esas olan kişinin ne yaptığının bilincinde hareket etmesidir. Hayat akar giderken aldığımız nefesin farkına vararak yaşamak ideal olandır. Bu hâl ise belli bir ülküsü olan insanda gerçekleşir. Öylelerinin boşa geçirecek boş zamanları olmadığı gibi, yapmak istediklerine de vakti yetirmekte zorlanırlar.
Dünya, Timur Han'ın Yıldırım Bayezıd'a söylediği gibi "İki Türk Hakanı için küçük, biri için ise büyüktür." Gerçek olan, bu ruh halinde ve duyguda dünyaya bakabilmektir. Devlet adamlarımız bu sözün içerdiği manâyı idrak etmiş kişilerden olmalıdır. Hatta daha ötesinde buna iman etmiş olmaları şarttır. Kendi milletinin gücüne ve başarılarına inanmamış bir kişinin ülkeyi lâyıkıyla yönetebilmesi mümkün değildir.
Devlet başkanı, "Benim ülkemden güçlü, benim milletimden asil; bir ülke ve millet olamaz" inancında olmalıdır. Kendi ülkesinden güçlü bir ülkenin varlığını kabul eden bir kişinin dışarıda başı daima eğiktir. Böyle kişilerin milletlerine ülkü aşıladıkları ve toplumlarını bu yolda harekete geçirdikleri görülmemiştir. Atatürk'ün 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkarken ki ruh halini düşünmemiz gerekir. Eğer O, milletinin gücüne inanmasaydı bu savaşa girer miydi? İşte Türk Milleti'ne bugün yaşadığımız cennet vatan Türkiye'yi yeniden bağışlayan "Dünyada benim milletimden güçlü millet yok!" inancıdır.
Türkün şerefini, haysiyetini ve onurunu haklılığı ile dünyaya kabul ettirmektir.
Elbette bu demek değildir ki, ülkeyi maceradan maceraya sürükleyelim. Tedbir, hedefe engel değil; ona ulaşmayı sistematik hale getirmektir.
Türk milletinin binlerce yıldır benimsediği ve Atatürk'te veciz halini bulan "Yurtta sulh, cihanda sulh!" ilkesinin devamında Türk milletinin sulhu sağlamakla yükümlü olduğu gerçeği vardır. Daha kendi sınırlarının 50-60 kilometre ötesinde en seçkin askerlerini punduna getirip "esir" almaya cür'et edenler, karşılarında bu idrakten yoksun muhataplar buldukları için buna cesaret edebilmişlerdir. Türkiye elbette bir müttefiği ile savaşa girmez, ama müttefik de böyle kalleşçe davranıp Türk Milleti'nin % 95'inin en güvendiği kurum olan Silahlı Kuvvetleri aciz durumda gösterip bir milletin tümüne karşı psikolojik harp uygulamaz.
Bu hesap bir kenara yazılmıştır...
Türk milletinin incinen gururu onarılmak zorundadır. Bu konuda devlet idaresinde şöyle veya böyle bir söz hakkı olan herkesin sorumluluğu vardır.
İnsanların amaçları bir ömrü kapsayacak büyüklükte olmalıdır. Uğruna bir ömürün feda edilebildiği davanın başarıya ulaşamama ihtimali yoktur. Hedefimizin büyüklüğü bizim büyüklüğümüzü yansıtır. Bizim hayal gücümüzü, bizim plan kabiliyetimizi, bizim ülkülerimizi yansıtır...
Ne kadar büyük davalar uğruna yaşıyorsak, o kadar büyük insanız...
Kendisine küçük ve erişilebilecek idealler koyan insanların adları öldükten sonra unutulurken, ölümsüzlük sırına erenlerin büyük davalar uğruna yaşayanlar olduğunu görüyoruz.
Pekiyi öyleyse dava nedir?
İnsanın ömürlük davası "Kendi milletini dünyada bir numara olarak görebilmektir!"
Geçtiğimiz günlerde Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının davetlisi olarak Türkiye'ye gelen Makedonya Türk Demokratik Partisi Gençlik Kolları As Başkanı Merita Mustafa ile konuşurken söylediği şu cümleler dikkat çekicidir:
"Biz Rumelide olduğumuz müddetçe Türklük Balkanlarda yaşayacaktır. Kanımızın son damlasına kadar Türklük uğruna mücadele etmeye hazırız!" işte dava budur, devlet adamlığı budur!