Kasım 2008

Ö T E S İ

 

19.04.2024 



Tarih Bilinci

 
Rasim Giresunlu

Sarışın Türk olmaz mı?


Bu yazı 5 Haziran 2003 tarihli bir haber üzerine kaleme alınmıştır. O nedenle bu yazıyı gecikmiş bir yazı olarak kabul edebilirsiniz. Fakat konu gecikmiş değil, hiçbir zaman da gecikmiş olmayacaktır...5 Haziran 2003 tarihli Milliyet gazetesindeki kapak haberi “RESMEN IRKÇILIK-Sosyal Bilgiler Kitabındaki bir fotoğraf, ‘Sarışın Türk Olmaz’ gerekçesiyle çıkarıldı. Bu s(ı)kandal MEB Talim Terbiye Kurulunun eseri” şeklindeydi. Bu haber doğru muydu? Acaba bu gazete bir balon mu ortaya atıyordu? Bunları sarışın bir Türk olarak düşündüm. Fakat adı geçen gazete o kurulda görev yapan insanların ve bilhassa bu düşüncenin savunucusu olarak da Hasan Bacanlı adlı bir şahsın ismini açık olarak veriyordu.

Gerçi Milliyet gazetesi, sarışın Türkleri savunmaktan ziyade, mal bulmuş tüccar gibi konuya sarılıyordu... Türklüğün boyutunu yerli yerine oturtacağı yerde, bilinen malum demogojilere girerek konuyu, Anayasa da yeri yok anlayışı çerçevesinde ele alıyordu...12 Eylül Anayasasının 66.maddesindeki: ‘Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür. Vatandaşlık kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir” anlayışına sığınmaya çalışıyordu. Bu anayasanın gerçek yönlendiricisinin kim olduğu herkesin malumudur. Burada o şahsın durum ve anlayışı ile kendisinin çok iyi bildiği kökenini de tartışmayacağım. O çeşit insanlardan da Türklük adına daha ötesinin beklenmesinin de doğru olmayacağını elbette bilmemiz gerektiğine inanıyorum... Netekim...
Fakat anayasanın aktardığım bu maddesini anti ırkçılık adına açığa vuran Milliyet gazetesi, bu madde sonucunda aslında Türk Dünyasındaki Türklere karşı, Türkiye açısından başka bir tür ırkçılık yapıldığını neden yazmıyor ya da ifade etmiyor? Acaba Türk, sadece Türkiye’de yaşayan insanlardan mı oluşmaktadır? Yani Azerbaycanlı birisi, Bulgaristanlı birisi, Türkistanlı birisi, ben Türk’üm diyemez mi? Onun Türk olmaya hakkı yok mu? Yani: “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür”, denilip makbul hale getiriliyorsa, Dedeağaçlı, İskeçeli, Deliormanlı, Üsküplü, Tebrizli, Kazanlı, Taşkentli, Halepli, Erbilli ya da Kerküklü birisi kendisine Türk diyemeyecek mi? Her şey Türklük adına bu kadar basit mi? Malumunuz Türkiye dışındaki Türklerin bağlı olduğu devletlerin anayasalarında, Türk kavramı bizimkine benzer bir şekilde ifade içermiyor...Dışarıdaki Türkler bu maddeye göre bizim açımızdan bir ölçüde dışlanmıyorlar mı? Ayrıca onların bağlı oldukları ülkelerde de Türklükleri yok edilmeye ya da yok sayılmaya çalışılmıyor mu? İşte bakınız AB içersindeki Yunanistan’ın sadece Müslüman olarak kabul ettiği Batı Tırakya Türkleri...Yani Türklüğün Türkiye’ye hapsedilmesi neyle izah edilebilir? Elbette bizim anlattığımız durum, şu anki Milliyet gazetesi yöneticilerinin ve yazarlarının işlerine gelmeyebilir. Ne olursa olsun biz bunu da söylemek zorundayız. Varsayalım ki bu gelişmeler, Milliyet gazetesinin haberindeki gibi meydana gelmiş olsun, o zaman bu durumla ilgili olarak bazı görüş ve düşünceler ileri sürmekte, sarışın bir Türk olarak hakkımızdır diyorum. Adı geçen gazetede ismi verilen şahıs, ne kadar zamandır Türktür? Üstelikte hangi renge sahip bir Türktür, çok merak ediyorum? Acaba bu zat, Türk tarihini ve Türk tarihindeki birikimleri, kimlerden öğrenmiş ki, bu kadar “kıldan ince ve kılıçtan keskince” kararlar aldırtabiliyor veya alınmasına sebep olabiliyor? Bilgisi mi çok, yoksa lobisi mi güçlü ya da purovakatör mü? Diyelim ki ben de öyle düşündüğü için, onun düzleminde gidip kendisinin Türk olmadığına inanmadığımı söylersem, kendisini nasıl savunacak? Türk olduğunu nasıl ispat edecek? Türk’ün tarihini nasıl öğrendiğini bilemediğim bu şahıs, acaba Türk’ün coğrafyasını biliyor mu? Bu coğrafyadan derinlemesine haberdar mı? Türk coğrafyası Edirne den başlayıp, Ardahan da bitmiyor ki... Anadolu toprakları, Türklerin coğrafyasında sadece bir bölümdür. Türk coğrafyasında Kırım vardır...Türk coğrafyasında Tataristan vardır...Türk coğrafyasında Başkurdistan vardır...Türk coğrafyasında Çuvaşistan vardır...Türk coğrafyasında Balkanlar vardır...Orada da Yunanistan, Makedonya, Yugoslavya Bulgaristan, Romanya ve Moldavya’daki Türkler vardır... Bu yukarıda ülke ülke saydığım coğrafyadaki Türk kökenli insanların önemli bir kısmı da, özellikle sarışınlığın çeşitli tonlarındaki insanlardır. Çoğunlukla kumraldan sarışına doğru saç renkleri vardır. Acaba yukarıdaki gazetede adı verilen şahıs ve bu şahsın arkadaşları, bu saydığımız yerlerdeki Türkleri yok mu sayıyor? Yoksa onları Türk olarak kabul etmiyor mu?

SARIŞIN BİR TÜRK GURUBU: KUMAN-KIPÇAKLAR
Türk tarihinde bir Kuman-Kıpçak gurubu vardır. Bunlar bir dönemde bugünkü Ukrayna devletinin elinde bulunan düzlüklerde yer almış ve buraları sahiplenmişti. O yıllarda bunların adına çok önemli bir sözlük dahi oluşturulmuştu. Batılılar, fizyolojik olarak oldukça güzel ve yakışıklı insanlardan oluşan bu gurubu da kendilerinden saymaya çalışmışlardır. Ekserisi kumral- sarışın ve mavi-ela arası açık renk gözlü olan bu insanların önemli bir kısmı Hıristiyanlığın etkisine düşmüş, (Bu arada Kumanlardan önce de Macarlar, Bulgarlar, Peçenekler ile günümüzün Ukraynanın batısında bulunan Moldova bölgesindeki Gagauzlar da peşi sıra Hıristiyanlık dinini seçmişlerdi.) bir kısmı da sonradan gelen İslav guruplarının baskısı ile Kafkasya içlerine sığınmış, hatta Anadolunun Kuzey-doğusundan gelerek, başta Doğu-Karadeniz olmak üzere bazı bölgelerde yerleşime de geçmişlerdir. Kafkasya ve Kuzey Doğu Anadoludakiler bölgedeki Müslüman ve Hıristiyan halklarla karışıma da uğramışlardır. Kuman-Kıpçak Türklerinin dilleri Kıpçak Türkçesi etkisi altındadır. Çerkez ve Gürcüler içersindeki sarışınlığın oluşumunda bu insanların etkisi önemlidir. Aslında Türkiye’de Osmanlıdan bu yana gelişen/geliştirilen Çerkez ve Gürcü güzelliği anlayışına da bu Kuman-Kıpçaklar yol açmıştır. Halbuki Gürcü ve Çerkezlerin kökeni bugünkü Mezoptamya ve civarıdır. Bu bölgelerdeki ırklara mensup insanların güzelliklerinin hangi boyutta olduğu diğer akraba kavimleri incelenirse somut gerçekler de açığa çıkabilir. Oradaki topluluklar ekseri Sami ırklarıyla ve bunun yanında bir ölçüde de Farsları etkisinde kalmışlardır. Kafkasya’da Kuman-Kıpçak Türkleriyle karışıma uğramayanlarının, ( Bazı Abaza, Çerkez, Gürcü Lazların) fizyolojik farkı genel olarak şu şekildedir. Kuman-Kıpçak kökenlilerin yüz yapıları çoğunlukla ovale yakın, başları ekseri yuvarlağa dönük iken, diğer halkların yüz yapısı daha uzun ve hatlar daha dik, başlar ise yüzün uzunluğuna paralel daha sivri bir şekildedir. Kuman-Kıpçak kökenlilerin alınları yüzleri içersinde dar ya da dara yakın, çeneleri yüzlerine oranla normal bir boyuttadır. Bölgedeki diğer halklara mensup insanlarının, pek çoğunun alın boşlukları oldukça fazla, çeneleri de uzuncadır. Kuman-Kıpçak kökenlilerin gözleri çukurlarına doğru yumuk ve çok hafif bir çekiklikte oturmuştur. Gözler üzerinde genişçe ve belirli bir açıda, sert bir kaş boşluğu oluştururken, diğer halklara mensup insanların gözleri, göz çukurlarının denetiminden adeta çıkmış olarak görülmekte, onlara uykulu ve yorgun bir bakışın görüntüsünü kazandırmakta, o gözlerin üzerindeki kaşlarında ekserisinin, kaş ile göz arasında bir boşluk oluşturmadığı, bilakis gözlere yakın bir yapı meydana getirdiği görülmektedir. Bu Kuman-Kıpçak boylarının bir kısmı da o malum dağılma süreçlerinde, Balkanlara sarkarak, belirli özellikteki soy karakterlerinin özelliklerini o bölgelerde de günümüze kadar genetik olarak sürdürmüşlerdir. Mesela Balkanlarda bulunan bazı isimler onların izlerini taşır. Bu konuda Kumanova ilk akla gelen yerlerden birisidir. Ukrayna bozkırlarında arta kalan Kuman-Kıpçaklardan o bölgede Müslümanlığı seçenler, Kırım Türklerinin oluşumunda da etkili olmuşlardır. Geriye kalanlar ise İslavlar ile karışarak Ukraynalı insan tipinin meydana gelmesine neden olmuşlardır. Bu gün o düzlüklerde Rus Kazakları olarak bilinen insanlarda dahi, Kuman-Kıpçakların izleri vardır. Yöresel geleneklerine son derece bağlı olan bu insanları komünist yazarlar köklerinden ve kültürlerinden koparabilmek için yazı ve romanlarıyla (Şolohov gibiler) yoğun bir şekilde karalama ve dejenere etme sürecine de sokmuşlardır. Komünist öncesi Rus romancılarının yazıları sonucunda, Taras Bulba gibi efsaneleşen isimler de Batıda kalıcı izler bırakmıştır. Bizim günümüzde Kazak olarak isimlendirdiğimiz o insanlara Ruslar Kozak der, doğrusu da bu söyleme daha yakındır. O da şöyledir: Koçak... Yani Koç-ak kelimesinden gelişme gösterip, süreç içerisinde değişime uğrayıp günümüze gelmiştir. Yani: Koçak-Kozak-Kazak...Şimdi tarihsel bir gerçek olan Kuman-Kıpçakları ret mi edeceğiz? Evet ekseri sarışın-kumral arası insanlardan oluşan bu Türkleri ve onların torunlarını yok mu sayacağız? Başka bir ifadeyle onları bazı yerli engizasyon meraklıları eliyle ve de diliyle tarihimizde mahkum edip içimizden mi atacağız? Onların yaşadığı coğrafyayı kabul etmeyecek miyiz? Cahil adamdan ve de yanlış ya da taraflı bilgi sahibi olan insandan korkulmalı; Türk’ün ya da Türklüğün içine sızan cahillerden ise sadece korku değil, aynı zamanda endişede duymalıyız...

TÜRKLER DIŞINDAKİLER
Ayrıca Anadolu da Türkler dışında elbette başka başka soyadan gelen insanlar da var...Onlardan bir kısmı Kafkasya ve Balkanlardan bu coğrafyaya dini baskılar nedeniyle akmışlardır. Bunlar:Boşnak, Arnavut, Gürcü, Çeçen, Çerkez, Abaza kökenli olabilir. Bunların dışında Laz, Kürt ve Arap kökenli Müslümanlar da bulunmaktadır. Bunlar yaşadığımız bu coğrafyada var mıdırlar? Bana göre vardırlar...Arkadaşlar! Güneş malum olduğu üzere balçıkla sıvanmaz ise, Kart-kırt sesleriyle ne Kürt olunur ne de başka bir şey? Dokuz yüz yıllık kız alış verişi söylemiyle de, bu olayın çözülmesi mümkün müdür? Şimdilik bu konuyu bırakalım, fakat bu ülkede farklı soy ve kökenlerden insanlar mevcuttur. Bu mevcudiyeti yönelik sayısal olarak verilen rakamlar da bana göre çok abartılıdır. Bu abartılara rağmen Müslüman olan bu halklarla Türk boyları arasında elbette kız alış verişleri olmuştur. Bunun boyutu ve oranı ne kadardır düşünmeğe değer...Türk boylarına ve boyların dayandığı kökene gelince de, Türkiye’de sadece Oğuzların yaşamadığı önemli oranda da Kuman-Kıpçakların bulunduğu kolaylıkla tespit olunacaktır. Malazgirt sonrasındaki yaklaşık dört yüz elli yıllık süreçte (1071-1514) İran üzerinden Anadoluya Türk akını yoğun bir şekilde sürmüşken, bu akınların Yavuz Sultan Selim’in Bitlis-Urfa hattında Kürt beyleriyle oluşturduğu ittifak ilişkisi sonrasında, İran üzerinden Anadoluya Türklerin o dönemden sonra pek giremediği tespit edilmektedir. Bu sürecin öncesinde de, bilhassa Fatih Sultan Mehmet döneminde, yaşayan ve görev alan Rum Mehmet Paşanın, Oğuz Türkleri (Türkmenler) üzerindeki katliyamları çok meşhurdur. Bu katliyamlara sonraki süreçte Yavuz Sultan Selim (1511-1514); 17. Yüzyıl içersinde de devşirme Kuyucu Murat Paşa ile Sultan IV. Murat ve Köprülü Mehmet Paşa gibiler de aktif olarak katılmıştır. Bu şahısların Oğuz Türkleri üzerindeki Kızılkbaşlık-Celalilik anlayışına karşı çıkma adına yaptıkları katliyamlar Anadolu’daki Türklerin tarihindeki acı dolu sayfalarıdır. Oğuz Türklerinin Anadolu da kırgına uğratılması, Osmanlı toprak sistemini temeli olan tımarlı sipahinin yok olma sürecini hızlandırmış, bu durum da askerliğin ve asayişin bozulmasına yol açmış ve de bilhassa devşirmeci-Yeniçerilerin çoğalarak yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Yavuz Sultan Selimle birlikte doğu kapısı kapanan Türklerin yerine bilhassa Kırım’ın Rusların eline geçmesi süreciyle (1783) yoğun Türk göçleri başlamıştır. Bu göçleri, sonraki süreçlerdeki yaklaşık iki yüzyıl boyunca Balkan ve Kafkasya göçleri izleyecektir. Bu bölgelerden gelen Türkler içersinde önemli sayıda Kuman-Kıpçak nüfusu içinde barınıyordu.

BİRKAÇ SARIŞIN TÜRK...
Acaba Türkistandan gelip, Hoca Ahmet Yesevi geleneğinin temsilcisi olarak, Anadolu ve Balkanlarda çok önemli hizmetler gören, müritler yetiştiren, büyük insan, gerçek vizyon ve misyon sahibi olan Sarı Saltuk, Hasan Bacanlı ve yandaşlarına göre, Türk değil miydi? Osmanlı Donanmasının Gelibolu’da kuruluş ve de oluşumunu sağlayan Saruca Paşa’yı da mı Türk kabul etmiyorlar? Şimdide, Yahya Kemalin Paris hatıralarından bir bölüm aktaracağız: “1903 Eylülünün ilk günlerinde, Ahmet Rıza’nın, Mongo Meydanınında, 4 numaralı apartmanında, her hafta mutadı olan kabul gününde (sabahleyin) Doktor Abdullah Cevdet’i, Doktor Nazım’ı,Hüseyin Siret’i tanımıştım. O günün akşamı Luksenburg Bahçesinde yapayalnız gezinirken, Doktor Abdullah Cevdet’e tekrar tesadüf ettim. Yanında sarışın iri yarı bir genç vardı. ‘Sadrettin Maksudof Efendi. Kazan Müslümanlarndan, Paris’te hukuk tahsil etmeğe gelmiş!..’dedi ve bana tanıttı.”
Bu ünlü kişi Tataristanlı Sadri Maksudi Arsal’dır. Bolşeviklerin egemenliği sonrasında Türkiyeye gelip yerleşmiş Üniversitede görevler almış, yetiştirmiş olduğu kızı Adile Ayda ile birlikte Türkiye Cumhuriyetine hizmetler etmişlerdir. Acaba sarışın Türk olmaz diyen bazı kafalar, Sadri Maksudi ve de onun ve kızı Adile Ayda’nın Türklüğe kazandırdığı değerlerin onda birini Türk Dünyasına verebilmişler midir. Ya başka bir Tataristanlı, yani Yusuf Akçuara’yı da Türk olarak görmüyorlar mı? Ya sarışın ve mavi gözlü Atatürk!.. Bu millete devletin ismini Türkiye Cumhuriyeti koydurtan Atatürk!..Bazı sahtekar milliyetçilerin Anadolu ismini talep ettikleri yıllarda Türkiye adını koydurtan Atatürk! “Türk milleti Zekidir, Çalışkandır” ve “Ne mutlu Türküm Diyene” veciz sözlerini tarihimize sokan sarışın Atatürk! Kendine soyadı olarak Türklerin atası anlamında Atatürk kelimesini benimseyen sarışın Atatürk acaba bazılarına göre Türk değil mi? Yoksa sarışınlık bir bahane mi? Türklüğümüzün en önemli silahlarından birsi olan sarışın Atatürk’ü elimizden almak isteyen kötü niyetli kişiler mi gündemimize oturdu? Ben bazılarının derdini çok iyi biliyorum...Türklüğün içine bir elma kurtçuğu gibi girip bünyemizi kemiren kafalar ve anlayışlar iyi tanınmalıdır ve de bilinmelidir. Bu ülkede bazılarının derdi, sadece Atatürk üstüne olumsuzca kurulmaya çalışılan palavra örgüsünü sürekli sıklaştırmak ve de geliştirmek şeklinde belirmektedir. O gayri milli ve dejenere olmuş beyinlerden bir kısmı, yüksek demogoji ve palavra sanatını konuşturarak zemin ve zaman kazanmıyorlar mı? Bu zemin ve zaman sürecinde saf vatandaşları elde etmiyorlar mı? O kafalar bazıları bu demogojilerini Selanik üstünde Aristo mantığı ile hareket ettirip Atatürk Kalesini yerle bir etmeye çalışmıyorlar mı? Akıllarınca Selanikte dönmeler vardır. Atatürk’te Selaniklidir. Oyun içinde oyunu anlıyor musunuz? Acaba bu oyun, o malum tayfanın kurgulamaya çalıştığı bir oyun mudur?...Onlar bu oyunu oynarlarken Selanik’in nüfusunun ne kadar olduğunu ve bu nufus içinde Türklerin ne kadar bulunduğunu niçin söylemiyorlar? İşlerine gelmiyor. Bu gün dahi ülkemizdeki tüm dönmelerin nüfusu toplansa ne kadar olabilir? Kaldı ki Sefarat Yahudilerden geldiği bilinen o dönmeler, fizyolojik olarak öyle sarışın mavi gözlü olmaktan ziyade kendi ırklarının özelliklerini yüzlerinde açık olarak gösterirler. Bunlar içersinde Yazar Ahmet Emin Yalman’ı hatırlayınız. İzmir Belediye Başkanlarından Osman Kibar’ı hatırlayınız. Atatürk döneminde idam edilen Maliyeci Cavit’i hatırlayınız. Mehmet Ali Ağca tarafından vurulan Milliyet Gazetesi başyazarı Abdi İpekçi’yi hatırlayınız....Bunlardan hangisi sarışındı? Evet Atatürk’te sarışın bir insandı...Sarışınlar Türk olmaz diyen o komisyonun üyesinin hedef ve amacı ne olmaktadır? Türklüğün içine çomak mı sokmak istiyor? Yoksa Atatürk’ün Türklüğünden de ve de Türklüğe yaptıklarından da kendisi hiç nasibini almamış mıdır? Bunlar bilinçsizliğin bir çıkışı ise, o şahsı aklını başına almağa davet ediyoruz. Dünyadaki insan soylarında ayrıca başka başka milletlere sahip, sarışın, kumral, esmer, beyaz insanlar elbette vardır. Siz bugün Anadolu’da yaşamış olan ya da yaşayan pek çok Türk insanını görüntü ve yapı olarak bir Akdenizliye de benzetebilirsiniz. O zaman bu insanlar Türk değil mi? Yoksa Akdenizlilerin hepsi mi Türk?..


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002