Gazetedeki yazısında diyormuş ki “Türkiye’deki ekonomik kriz, İstanbul’da ışıkları söndürüp müziği susturduğumuz, Laila’nın kapısına kilit vurduğumuz zaman çözülecek mi?”
Böyle zavallıca savunma tarzı ile sık sık karşılaşmışızdır. Edep, saygı ve insan sevgisinden vazgeçtik ama azıcık izan da kalmamış demek.
Dar bir açıdan, ilk bakışta mantıklı gibi görünen ve maalesef milli şuuru dumura uğramış zümrelerde kabul gören bu sığ düşüncenin yazarı, aynı zamanda o gazetenin genel yayın yönetmeni imiş.
Şuur altında yatan düşünceler bazen böyle açığa çıkıverir. Kısır görüşlü insanlar nedense hep böyle konuyu saptırıp gerçekleri örtme yolunu seçerler.
Ekonomik dengeleri alt üst olmuş bir ülkede iş adamı, politikacı ve bürokrat üçlüsünün kirli ilişkileri her gün manşetlere taşınırken kulağının üstüne yatan bu kişiler nasıl vurgun ve soygunu doğal göstermeye çalışıyorlarsa aynı şekilde görgüsüz insanların seviyesiz eğlencelerini hoş görmemizi bekliyorlar.
“Madem ki batıyor bir darbede sen vursan ne değişir?” saçmalığı... sahte istihbarata dayanarak petrol bölgelerini istila eden emperyalistlere de aynı mantıkla destek verdikleri gibi.
Bu yazar, hem de bu yazıyı kime karşı yazıyor, biliyor musunuz? Her zaman kul köle oldukları, her sözlerinde bir hikmet aradıkları büyük(!) ülkelerin ünlü gazetelerinden birindeki bir yazara karşı.
“İstanbul’da bir yanda kriz sürerken ve bazı insanlar açlık ve sefalet içinde yaşarken, diğer yanda Laila gibi gece kulüplerinde sabaha kadar milyarlar su gibi dökülüyor.” diye New York Times’te yazan bir yazara karşı.
“Lüks ve israfın ne sakıncası var? Adamın kendi parası değil mi, istediği gibi harcar.” Biz bu yozlaşmış değil kelimenin tam anlamıyla “soysuzlaşmış” mantığı çok iyi tanıyoruz. Onlara sormak lazım. Fukaranın ekmeğinden alınan vergiyle kredi sağladığın adamın parasından mı bahsediyorsun? Yoksa IMF nin “Türkiye’yi rehin alma” karşılığında lütfettiği borçtan bir miktar cebine aktarılan adamın parasından mı?
İşte bu körolası vurguncuların, kahrolası mantığı yüzünden geldiğimiz yer belli. Bir siyasi parti var ki başbakanı dahil hemen bütün bakanları hakkında soruşturma isteniyor. Öbür partilerin de bakanları için “Yüce Divan” düşünülüyor. Bütün bunlara biz üzülüyoruz, onların adına biz utanıyoruz. “Aman değişmesin” diye korktuğunuz, başka sorunları öne çıkararak üstünü örtmeye çalıştığınız bu “Sistem” nasıl bir “Düzen”miş?
Bir devlet adamının “Onun zamanında yiyenler olmuştur ama kendisi yemez, çalanlara ses çıkarmamıştır ama, kendisi yapmaz; Dürüst adamdır.” Diye savunulduğu bir toplumda hangi değer yargılarından bahsediyordunuz?
Siz biliyor musunuz? İşsizlik oranının %10’un üzerinde bulunduğu ülkemizde, şu anda çalışanların %55’i işini kaybetme korkusu içinde yaşıyor. Bu var ya bu, işte bu işsizlik kadar vahim bir durumdur. Bir kazanılmış haklar yani “Müktesep Haklar” edebiyatıdır gidiyor. Nerede kazanılmış, kimden kazanılmış, nasıl kazanılmış? Artık bunları soracak ve cevabını verebilecek dürüst adamlara ihtiyaç var. Bu hakları hiç kazanamamış olan, sanki kendi suçlarıymış gibi boynu bükük gezen gençler bu ülkenin çocuğu değil mi? Sosyal güvenlik deyince, yalnızca iş güvencesi mi aklınıza geliyor? Ha, o zaman işte böyle sevgilerden kurtulamazsınız.
Yine ülkemizde çalışanların yarısından fazlası, durumunu korumaktan öteye bir şey düşünemediğini söylüyor ki aslında bunların da %90’ı işinden ve ücretinden memnun değil.
Yıllardır bölücülükle savaşıyoruz, ülke bütünlüğünü korumak için her türlü fedakarlığı yapıyoruz. Peki bu iki ayrı zümre nedir? Nedir bu iki ayrı sınıf? Artık iki ayrı Türkiye’den, öteki Türkiye’den bahsediliyor. Duymuyor musunuz?, okumuyor musunuz? Bundan ala bölücülük mü olur? Cumhuriyetimizin ilk yıllarında “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.” diye bayramlarda, seyranlarda pankartlar taşıyan sevimli öğrencilerin bugün herhalde nesli tükendi.
Aman ha! Edebinizi takının milletin kesesinden yapılan israfı küçümsemeyin, hafife almayın!
Biz çok duyduk “Canım efendim, 100 milyar doların lafı mı olurmuş; bu borcu biz kolayca öderiz.” Diyenleri, bu vurguncu ağzını bırakın! Liberal ekonomi, vurgun düzeni olarak algılanmaya başlandığından ve şeref haysiyet duyguları önemsiz görüldüğünden bu yana, bu borçlar katlanarak arttı.
Ahbapların, yeğenlerin, kardeşlerin, kayınbiraderlerin cebine akıtılan krediler verimli kalkınma planlarıyla yatırımlara aktarılsaydı “El aleme” el açacak hale düşmezdik. AB’nin en alt düzeyini yakalardık en azından.
Kişi başına düşen geliri seninkinin yirmi katı olan bir ülkenin yazarı sana “İsrafa hakkın yok, aklını başına al!” diyecek, sen ise gazetelerin para ödemeden yiyip içtiğinizi yazdığı bir eğlence yerindeki “Töresiz” davranışları “Mubah” sayacaksın.
Yok “Onların geliri benimkinin değil, şu sessiz yığınınkinin yirmi katı.” Diyorsan o başka!
Vallahi gülmek mi lazım, oturup ağlamak mı; bilemiyoruz artık.