Gelen tehlikelerin belirtilerini, alametlerini insanoğlu çoğu kez algılayamaz. Belgesel programları rahat koltuğunda, beyaz camdan seyrederken, yaklaşan tehlikeyi farkedemeyen canlılara acırsınız. Yılanı fark edemeyen kurbağa, kartalın farkında olmayan tavşan, kaplanın yaklaştığını duyamayan ceylanın akıbeti ölümdür.
Televizyonda zalim avcının zavallı avına acımaktan, ahmaklığına, aymazlığına gülmeye kadar bir dizi seçeneğiniz vardır. İnsan nedense milletlerin de diğer canlılar gibi, kaderi çizilmiş bir av olabileceğini düşünemez. Yunus Emre’nin “Ol mahiler ki derya içre yaşarlar, sorsan derya nedir bilmezler” dizeleri bu durum için söylenmiş gibidir.
Türk milleti özellikle 12 Eylül 1980 sonrası Turgut Özal’ın yönetim dönemlerinde uluslararası bir sürek avının kaderi çok önceden çizilmiş avın durumuna düşürülmüştür. Bir belgeselde dakikalara sığan kaplanın ceylanı avlaması, av bir ülke ve topyekun bir millet olunca uzun bir süreci kapsayabilir. Süreç uzun olunca da, kaderi çoktan çizilmiş ava, bir hainler korosu “En büyük avcının kendisi olduğu” yalanını yutturabilir. Böylece avın doğal direnme refleksini de alçakça yok edebilirler.
Atlantik ötesinden, AB merkezlerinden emperyalist sırtlanlarca kaderi çoktan çizilmiş Türkiye’ye, Kemalist tortulardan arınırsa, üniter yapı saplantısından, milli devlet paranoyasından kurtulursa köşeyi döneceği, yerli hainler korosunun türübün desteğiyle sürekli söylenince; Türk ulusu toplumsal ipnotizma sürecine sokulmuştur.
Toplu uyutma seanslarında milli devletin tasfiyesi, üniter yapının paramparça olması sonucunu doğuracak girişimler reform olarak yutturulmuştur. Onursuzluk örneği olan, Türkün özgüvenini, Türk merkezli düşünmeyi, milli bilinci edebiyyen yok edecek, hafızalardan silecek girişimler uyum diye pazarlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti zaferle biten bir Milli Kurtuluş Savaşı sonucu kurulmuştur. Zaferin haklı gururunu taşıyan, kendi ihtiyaçlarından doğmuş, hareket noktasını milli eksen olarak belirlenmiş, olmazsa olmaz kurumları vardır. Kurtuluş savaşının zaferini, yeni bir devlet kurmanın bütün bir ulusun derin bilinçaltına yaşattığı özgüveni, milli kodları, reform ve uyum diye adlandıran İHANET PAKETLERİyle yok edilmek istenmektedir.
Saf Türklere çaktırılmayan etnik paslaşmalarla, dışarda yaşayan bazı hoca efendilerce destekli etnik özürlüler ve dini kalkan gibi kullanan liboşlar çetesinin devleti içten çökertme planı gerçekleşme aşamasındadır.
MGK’dan sonraki ikinci hedef Türk Ordusudur. Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, en az 5000 yıllık geleneğe sahip ordu milletin muazzaf kesimi olan Türk silahlı kuvvetleri, varoluş felsefesinden, Türklük ekseninden. Genetik şifresinden uzaklaştırılarak, millet nazarında saygınlığı sıfırlanmış bir profesyonel silahlı personel derecesine dönüştürülmek istenmektedir.
1980’li yıllardan buyana devletçiliğin tasfiyesi, tarımın bitirilmesi, cumhuriyetle yaşıt KİT’leri batırılması ve yok edilmesi, ordunun ve halkın, Türk milletinin ekonomik kaynaklarının ve direnme gücünün sıfırlanması operasyonuydu. Cumhuriyetin ekonomik kurumlarının ve Cumhuriyet felsefesinin bitirildiği bir yerde, tasfiyesi zamana bırakılan silahlı kuvvetlerin TC. ve Atatürkçü bir çizgiyi muhafazası eşyanın tabiatına aykırıdır. Şu anda yaşanan da Damat Ferit haleflerince işin eşyanın tabiatına uygun hale getirilmesi operasyonudur.
Bu aşamadan sonra Türkün ve Türkiye’nin kaderi, sağ-sol saflaşması yerine, emeğe saygılı, soysuz, işbirlikçi, hain oligarşik sermayeye ve hainler korosu ihanet şebekelerine karşı milli bir çizgide, sol veya sağ geçmişlerine bakmadan onurlu bir direniş veya savaş için Türklerin ve Türkiye Cumhuriyet yurttaşlarının birleşmesidir. Gün İkinci Kurtuluş Savaşına başlama günüdür.