4 temmuz 2003 günü, yani ABD’nin 4 temmuz 1776’da kuruluşunun 227. yıl dönümünde albay Mayville komutasındaki ABD birliğinin Süleymaniyedeki Türk irtibat bürosunu basıp subay ve askerlerimizi Bağdada götürmesi Türk kamu oyunda haklı bir tepkiye yol açtı. İdarehanemize gelen bazı üniversiteli gençler, neredeyse patlamaya hazır yanardağ gibiydiler ve tahrik edilseler her şeyi yapabilecek bir ruh haleti içindeydiler.
Ancak biz hadiseye karşı gençlerimizin ve Türk kamu oyunun gösterdiği tepkiyi göstermedik. Tepkisiz miydik? Milli hassasiyetimizi mi kaybetmiştik? Tabii ki hayır! Sadece yakın tarihimizden haberdar olduğumuz ve Türkiyenin tarih terimiyle vasal bir devlet olduğunu bildiğimiz için, geçen ayki yazımızın sonunda belirttiğimiz gibi bu tür olayları normal karşılıyoruz. Yani böyle bir olayın olması normaldir, aksi olsa idi, anormal olurdu. Lakin mumun dibine ışık vermemesi gibi kamu oyu yakın tarihi bilmediği için, Türkiyeyi her alanda hâlâ bağımsız, her istediğini yapabilecek bir ülke olarak gördüğü için böyle olaylara şaşırıyor, tepki gösteriyor. Halbuki Türkiye bağımsızlığını kaybedeli yarım asırdan fazla oluyor.
Bağımsızlığını kaybederken de Atatürkün kaldırdığı bütün kapitülasyonları (en başta adli, mali, iktisadi, siyasi, askerî, ticari, sınai, kültürel ve sair kapitülasyonları) bazıları istenmediği, bazıları söylense bile kabul etmek mecburiyeti olmadığı halde kendiliğinden, gönüllü olarak verdi. Türkiyeyi idare eden her kesimden yüksek bürokratlar, bir taraftan Atatürkü koruma kanunu çıkarırken, diğer taraftan ABD’nin ve NATO’nun kucağına gönüllü oturuyor, bunun Atatürkün ilke ve inkılaplarına aykırı olduğunu fark edemiyorlardı. Hiç bir Atatürkçü sivil ve askerî erkan ülkenin kayıtsız şartsız bağlandığının farkında değildi ve kimse buna karşı çıkmadı. İşin acı tarafı sonradan da bundan kurtulmak için bir gayret gösterilmedi.
Cumhuriyetin kuruluşundan sadece 29 sene sonra her alanda kapitülasyon verip de bağımsızlığımızı kaybetmemiz ne acıdır!
Türkiye devlet mi, yahut nasıl bir devlet?
Şunu en baştan söyleyelim. Türkler tarih yapan bir millettir. Türklerin en azından bir kısmı tarih boyunca bağımsız yaşamıştır. Ve Türkiye bugün büyük devlet potansiyeli olan bir devlettir, ancak halihazırda hiç bir sahada büyük ve güçlü bir devlet değildir. Hatta yerine göre devlet de sayılmaz. Şöyle ki:
Türkiye büyük ve güçlü bir devlet değildir
Bugünkü Türkiyenin hiç bir büyüklüğü ve gücü yoktur. Ordusu da ancak sayıca büyüktür. Silah donanımı ve teknolojisi açısından da güçlü ve ileri değildir. Sadece disiplini vardır. Her yönden Natosuna bağlı bir devlet her bakımdan nasıl güçlü olabilir? Bugün İran, Pakistan, Hindistan, Kuzey Kore, hatta Irak kadar teknoloji bilgisine ve gücüne sahip değildir.
Sadık müttefik olarak kendisine verilen her hizmeti yapmış, Somaliye gönderilmiş, bunu da büyük bir istekle yerine getirmiştir (Lakin Afganistana isteyerek gitmemiştir).
Neyse ki son tezkere ile Türkiye “sadık müttefik”liğine halel getirdi de içimiz biraz rahatladı. Artık şarklı “sadık”lıktan kurtulduk. Bizce en müsbet cihet bu oldu (Tezkere geçseydi de bizi Kuzey Irağa bırakmayacaklardı. Baksanıza şimdi asker göndersek onları da direnişin en yoğun olduğu, ABD’lilerin bile çekildiği Bağdadın batısındaki Felluceye ve kuzey doğusundaki Bakubaya yerleştirecekler). Tabii biz yer altı faaliyetlerimize devam etmeliyiz.
ABD zaten hiç bir zaman sadık müttefik olmamıştı. 5 haziran 1964’teki ünlü Johnson mektubu ve 1974’teki silah ambargosunu hatırlatmak yeter.
Bazı veriler ve bazı karşılaştırmalar
70 milyonluk Türkiye olarak 2003’ün ilk beş ayında 17 milyar dolarlık ihracat yaptık diye havalara uçuyoruz. 16 milyonluk Holandanın bir yıllık ihracatı 600 milyar dolar civarında. 2.5 milyonluk Singapur, 4.5 milyonluk Hong Kong bizim iki katımız kadar ihracat yapıyor. 25 milyonluk Malezyanın geçen yılki ihracatı 110 milyar dolardı. Tam yarım asır önce 1953’te Türk kanının akıtarak kurtardığımız Güney Kore bugün dünyanın 11., Asyanın 3. büyük iktisadi gücü. Bunları bilince şimdi yıl sonundaki 40 milyar dolarlık ihracatla büyük devletiz diye övünebilir misiniz?
Ekonomide durumumuz böyle. Biraz da öbür cihetlere bakalım.
Devletin zirvesi, aydınlar ve basın neyle uğraşıyor?
Türkiyenin halihazırda içinde bulunduğu zor şartlar malumdur. İktisadi durum, bölücülük, Kuzey Irak ve umumiyetle Irak. Peki devletin zirvesi neyle meşgul? Baş örtüsüyle!!! Acaba çağdaş yaşamı Türkiyeye getiren Atatürk bugün üniversitelerimizde öpüşen, sevişen, yarı çıplak gençlerimizin yanında bir kaç tane de baş örtülü kız görseydi, bugünkü Atatürkçüler (!) gibi mi yapardı? Hiç sanmıyoruz. İstanbul düşerken Ayasofyada “melekler dişi mi erkek mi?” tartışması yapan Doğu Romalılardan farkımız nerde? Milli ve manevi değerlere bağlı olanlar memlekette her gün mevzi kaybediyor; devletin zirvesi, aydınları ve basını incir çekirdeğini doldurmayan baş örtüsüyle uğraşıyor. Bir devlet basit bir meseleyle bu derece uğraşıp devlet kavramını ve devlet mekanizmasını bu kadar ayağa düşürür mü? 191 ülke içinde kendimize benzeyen ikinci bir ülke gösterilebilir mi?
Kimse yolsuzluklarla uğraşmıyor. Sadece “uğraşıyor” görüntüsü vermek için rol yapıyor. Banka batıranlar ve diğerleri hapishaneler yerine hastanelerde yatırılıyor. Sonra da (güya) eşitlikten bahsediliyor.
Bilimde neredeyiz?
Devletin bir çok mühim kurumu baş örtüsüyle uğraşadursun, atı alan Üsküdarı geçiyor. 55 senelik İsrail devleti tank, top, tüfek teknolojisinde büyük aşama yapıyor. Bizim katrilyonluk tank tamiri ihalemizi kazanıyor?!! Bu 55 senelik devletçik, daha doğrusu büyük devlet dünyayı parmağında oynatıyor; sadece hububat, çiçek ve sair bitki tohumu ihracatıyla milyarlarca dolar kazanıyor. Beğenmediğimiz millet, din, dil, ırk, renk, mezhep, kıyafet mozayiği Hindistanın 5’te birlik ihracatını bilgisayar yazılımından elde ettiğini biliyor musunuz?
Öğretmenimiz öğrencilerimize Türklerin her asırda bağımsız yaşadıklarını göğsümüzü gere gere söylüyor ama “bu hastalığı şu doktorumuz keşfetti, şu ilacımızı şu kimyacımız buldu, şu makineyi şu mühendisimiz icat etti” diyebiliyor mu? Onu bırakalım; sosyal bilim dalında mesela 1937 senesinde Minorski’nin İngilizce bastırdığı Türk tarihini alakalandıran Hudu’ul-Alâmı veya Doerfer’in 1963 senesinde, yani tam 40 yıl evvel basılmış Yeni Farsçada Türkçe-Moğolca Unsurlar kitabını veya Clauson’un 1972’de basılan 13. Yüzyıl Öncesi Türkçesinin Etimolojik Sözlüğünü çeviremememizi veya çevirttiremememizi neyle izah edeceğiz? Bu bigânelik ve tembellikle Türkolojide, yani kendimizi incelediğimiz bilim dalında nasıl atılım yapacağız? Atatürkün Yakut, Kırgız ve Çuvaş sözlüklerini tercüme ettirip bastırttığını ne çabuk unuttuk?
Sosyal bilimlerde o kadar geriyiz ki 1920’lerde ideoloji ve siyaset sahnesinden çekilen Sultan Galiyevi sosyalizm yıkıldıktan sonra yeni keşfediyoruz. Gün aydın!
Daha bir bilimler akademimiz bile yok (Kurulan bazı levha kuruluşlarından bahsetmiyorum tabii). Azerbaycan ve diğer ülkelerde olduğu gibi sosyal ve müsbet bilim dallarının bütününde tam teşekküllü bir akademiden bahsediyorum.
Türkiye ne zaman büyük devlet olur?
Bu gidişle Türkiye hiç bir zaman büyük bir devlet olamayacak, her zaman vagon olarak, hem de en arkadaki vagon olarak kalacaktır. Zira Türkiyeyi devlet gibi idare edecek devlet adamı yoktur. Bu eskilerin kaht-ı rical dedikleri şeydir. Maalesef Türkiye İnönü CHP’sinin ve Menderes DP’sinin uyguladığı kültür politikalarıyla iğdiş edilmiştir ve bu durumunu değiştirmek imkânsız değilse de çok zordur. Şu andaki komprador Türk aydınının ve medyasının durumu bu kültür politikasının sonucudur. Türkiyenin hiç bir siyaseti ve hedefi yoktur. Sovyetler yıkıldığında oradaki Türk ülkeleri ile alakalı bir pilanımız var mıydı? Devletimizi idare eden koca koca adamlar oradaki Türk ülkelerinin adlarını biliyorlar mıydı? Tabii ki hayır!
Türkiyenin bütün siyaseti ve hedefi AB’nin içine girip batılı kimliği kazanmaktır. Bunun için diz çöküp yalvarmaktadır. 1938’in 11 kasımından itibaren batının kucağına oturmak için çabalamış, bu muradına 18 şubat 1952’de Natoya girdiğinde ermiş, rahatlamıştır. O zaman bütün askerî, siyasi, iktisadi, mali, kültürel ve hatta adli (burası çok önemli) kapitülasyonları vermiştir (Adli kapitülasyonlar sonradan kaldırılmıştır).
Bugün Lozanı tartışanlar var. Atatürk, başında bulunduğu Kurtuluş savaşını kazanıp bunu mümkün olan en kısa zamanda barışa tahvil etmiştir. Lozanın iki etapta tamamlandığını unutmayalım. Atatürk, yedi düvelle cebelleşip tam olarak elde edemediğimiz Boğazlar hakimiyetini sırası gelince hemen Montrö ile değiştirmiştir. Bir de bugüne bakalım: 1974 Kıbrıs savaşını kazanan Türkiyeyi, uyguladıkları veya uygulamadıkları politikalar yüzünden Demirelli, Özallı, Mesutlu, Tansulu, Ecevitli hükümetler 29 sene sonra bugünkü duruma düşürmediler mi? BM’de 191 üye var. Koskoca Türkiyeyi idare eden adamlar bu 191 ülkenin bir tanesinin bile oyunu alamamayı nasıl başardılar acaba? Cevabı basittir. Tek parti CHP’sinin ve Menderesin uyguladığı gönüllü ve batıcı (batılı değil) piyon politikaları ve onların takipçileri olan sonraki hükümetler yüzünden.
İnönü-Menderes ikilisinin kurduğu batıcı dış politikayla (batılı değil) ancak böyle olunurdu. Ermeni soykırımı iddiaları ve Ermenilerin Karabağa tecavüzleri olmasa biz şu anda Azerbaycanla da aynı cenahta olmazdık.
Bu devlet, bu koskocaman Türkiye Cumhuriyeti devleti (büyük olmadığını söyledik), Osmanlının dünkü Şam vilayetini elinde tutan Hafız Esadın Türkiyeye göre her bakımdan zayıf Suriyesinin tam 20 yıl desteklediği Aponun 30 bin cana ve 200 milyar dolar kaybına bir şey yapamayan devlet değil midir? (Biz Ufuk Ötesinde yazdığımız yazılardaki fikirlerimizi çeyrek asırdır söyler dururuz). Bu koskocaman (!) devletin hariciyesi basına “Suriye demeyin, komşu bir ülke deyin” diye rica etmiyor muydu? “Sovyetler Birliği değil, kuzey komşumuz deyin” diye yönlendirmiyor muydu?
Daha önce de yazmıştık. Çocukken okuduklarımdan etkilenip Irakta, Kıbrısta devlet kurar bunları Türkiyeye bağlardık. Peki Türkiye Cumhuriyeti Irakta bugüne değin ne yaptı? Cevabı meydanda? Bir fertten bile geri kaldı.
Türkiye bağımsız politikalar pilanlayıp uygularsa, hedef tesbit ederse büyük devlet olur.
Netice
İşte böyle değerli okuyucular! Amerikalıların niçin öyle davrandıklarını ve bu satırların yazarının hadiseden niçin etkilenmediğini anladınız herhalde. Fakat yukarıda yazdıklarımız için moralinizi bozmayın. Türkiye büyük ve güçlü değil ama her zaman böyle bir potansiyeli mevcuttur. Eğer hakiki manada devlet adamı gelmiş olsaydı, şu anda da büyük olurdu. Bu arada biz vatandaşlara düşen vazifeler de var. Çuvaldızı başkasına iğneyi kendimize batıralım ata sözüne uygun olarak şunu söyleyelim ki; vatandaş olarak bizler de o kadar dürüst ve çalışkan değiliz. Öyle vatandaşlar biliyoruz ki 20-30 milyonluk vergiden kaçmak için bin takla atıyor. Elektirik, su parasını vermiyor. Ama çocuğunu devletin okulunda bedava okutuyor. Devletin yollarında arabasını bedava sürüyor. Sonra memur, esnaf, işçi, iş adamı, bürokrat ve saire olarak hangimiz işimizi en iyi şekilde yapıyoruz? Demek ki bizlere de çok vazifeler düşüyor. Vatandaş sorumluluğu ve bilinciyle çok çalışıp devletimizin etkili mevkilerine gelmeli ve politikaları değiştirmeliyiz. İstersek bunu yaparız. Zira Türk milleti dar boğazları aşmasını her zaman bilmiştir.