Ayni ile vakidir ki; 1425 yılında padişah Sultan II. Murat, Rumeli beylerbeyi Şah Melek Paşayı azlederek yerine devşirmelerden Hırvat İshak Paşayı tayin etti. O tarihe kadar devşirmelere sancak beyliğinden üstün rütbe ve memuriyet verilmezdi. Rumeli beyleri İshak Paşayı kabul etmediler, yerine bir Türk vali tayinini istediler. Buna karşılık diğer devşirmeler ”Biz de Müslüman olduk, İslam dini herkese eşit. Bizim de yüksek makam ve memuriyete geçmek hakkımızdır” derken, Türk devlet adamları “ Şeklen Müslüman olmalarının kâfi olmadığını, asıl milliyetlerini eski anane ve akidelerini, kafalarından atmaları gerektiğini, bu temin edilmedikçe devletin bünyesine sokulmamalarının, askeri, idari makamlara geçmelerinin çok zararlı ve tehlikeli olacağını” söylüyorlardı.
Nitekim oldu da. II. Mehmet birinci defa tahta çıkınca, Rum Zağnos Paşa ile Boşnak Mehmet Paşa ve benzerleri etrafını aldılar iyice zihnine girdiler. Devşirmelerin başlattığı nüfuz kavgasını fırsat bilen Macar Kralı Ladilas ile Eflâk hakimi Drakola ve Kardinal Çezarin bir haçlı seferi başlattılar. O sırada sadrazam olan Çandarlı Halil Paşa, 12-13 yaşlarındaki çocuk padişah II. Mehmet’in ağzından yazdığı bir mektupla Edirne’ye II. Murat’ı çağırdı. Haçlı ordusu yenildi, II.Murat Manisa’ya, II. Mehmet tekrar tahta çıktı ama, bu sefer dönme vezirlerin fesatları ile yeniçeriler ayaklandılar. II. Murat isyanı bastırmak için tekrar geri geldi, Zağnos Paşa Balıkesir’e sürüldü, II. Mehmet tekrar Manisa’ya gönderildi. II. Mehmet Edirne’den ayrılırken Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’ya
“Halil, Devlet bize nasip olursa bu yaptıklarını yanına komam” dedi.
Yanına komadı da. İstanbul’un fethinden 20 gün sonra Yedikule zindanlarında Çandarlı Halil Paşayı boğdurdu. Böylece kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen ve memleketi düşünen vicdanlı unsurları yollarında engel sayan kapı kulları da kesin bir zafer kazanmış oldular. Artık sadrazamlık ve vezirlik makamları devşirmelerin, dönmelerin eline geçmişti.
Şimdi genel başkana sorgusuz sualsiz biad eden, tıpkı bir ümmet toplumu tavrı sergileyen iktidar mebuslarının bu kapı kullarından farkı ne? 29 Temmuz 2003 tarihli Meclis oturumunu dehşetle izledim. Yıllarca teröre karşı verdiği mücadeleyi anlatan, teröristleri hiçbir zaman bağışlamayacağını her yerde beyan eden Mehmet Ağar’ın, teröristlere af yasası çıkaran iktidarı yarım saat sonra desteklemesini, hiçbir zaman anlamayacağım. Velev ki; arkadaşları ile geçmesini sağladığı anayasa değişikliği yasası ormanların satışı yani, vatan toprağının peş keş çekilmesi idi, Sayelerinde kabirlerinde yatan binlerce şehit askerimizin yaraları tekrar kanamaya başladı. Bu millet nasıl RTE’ yi affetmeyecekse artık Mehmet Ağar’ı da affetmeyecek!
Öyle ya benim asker evladımın ne önemi var? Mühim olan 8,5 milyar dolar kredi. Onlara göre; bu para için affedilen teröristlerce öldürülen onbinlerce asker evladım, şimdi de Irak çöllerinde ABD için de ölür. Süleymaniye’de 11 askerimiz esir alındığı zaman devlet ricalini gördük. Baş nazır Samsun’da şarkı söyledi, açılış yaptı, hariciye vekili Kayseri’de mantı partisinde idi. Sairleri zaten ortada yoktu. Hep bekledim, Mehmet Ağar ve Deniz Baykal canlı yayına bağlansınlar,”Tuttuğunuz takım maç kazandığında memleketi yıkanlar, olayı protesto edin, dökülün sokaklara” desinler istedim. Ama nerde? Ana muhalefet partisi liderini 2 gün sonra Akşehir Nasreddin Hoca şenliklerinde buldum. Sanki ölü toprağı serpilmişti üzerlerine. MGK Sekreterliğinin sivilleşmesini, iki ayda bir MGK toplantısı yapılmasını komisyondan AKP ile beraber geçiren CHP’ den bir şey bekleyen biz vatandaşlarda kabahat! Körle yatan şaşı kalkar diye atasözü vardır. CHP’ de AKP ile aynı çatı altında 8 ay kalınca, AKP’leşti. Yunanistan dış işleri bakanı Atina’dan sesleniyor, “RTE önümüzdeki günlerde yapılacak olan TSK’deki atama ve terfilere müdahale etmeli, görüş bildirmeli” Başbakanları da ''Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü sadece Elenizm'in adil ve kalıcı bir çözüm için verdiği mücadelelerin inkarı değil, aynı zamanda Kıbrıs'ın yeni beklentilerine bir engel, açık bir yara olacaktır. Adanın yeniden birleşmesi ve işgal kuvvetlerinin uzaklaştırılması hedefi terk edilemez. Çözüm çabaları sürdürülmelidir'' diyor. Bizimkilerde 24 saat kora halinde dost ve müttefik Yunanistan’dan bahsederken, satır aralarında onların dediği doğru mesajını vermiş oluyorlar. Bu arada İmralı kuşu boş durmuyor. “AB kriterleri yerine getirilirse benimde devletim olsun anlayışı Kürtler açısından hedef teşkil etmez. Benim sürgüne gönderilmem gerek” diyor. Tabii AB kriterleri diye bitmez bilmek isteklerinin, ABD’nin para karşılığı bizden aldığı tavizlerin hepsi yerine getirildikçe ortada devlet kalırsa, gayet tabii benimde devletim olsun anlayışı kalmaz.
AKP dikkat ederseniz gücü yettiğince demokrasiyi ve anayasayı zorluyor. Zamanla Cumhuriyetin kazanımlarının yerini AKP’nin kazanımları alacak. Zaten baş nazır “Atatürk’ü aşacağız” diye buyurmadı mı? Zaten anahtar cümle bu. “Atatürk’ü aşmak” Ama!!!!!
Hükümetler, meclisler tarafından hazırlanıp kabul olunan kanunlar milli iradeye uygun, gayri meşru yaşayanların haklarını koruyan değil, meşru yaşayanların ki koruyan olmalıdır. Yaptıkları kanunların tatbikatını da izlemelidirler. Eğer kabine ve meclis üyeleri bunu yapabilecek liyakat ve kifayete sahip değillerse, herhangi bir sebeple millete veya kurumlara karşı kin besliyorlarsa, yahut milliyet, ırk, din, mezhep, fikir, menfaat ayrılıkları, gibi bahanelerle milletin zararına, kederine, faydasına, sevincine karşı lâkayd kalıyor, ilgi göstermiyorlarsa. (nemelâzım) demeyi huy edinmişlerse, veya seksen kocalı kadın gibi, seksen çeşit yabancı devlet ileri gelenlerinden emir alıyorlarsa, milletin âli menfaatlerini bu emirleri uygulamaya sokarak çiğniyorlarsa, kendilerinin bile adlarını öğrenip hıfzetmeğe imkân kalmayacak derecede çoğalan kanunların, nizamların, talimatların, tamimlerin, emirlerin, teşkil ettiği korkunç yığınlar karşısında ne yapacaklarını şaşırarak apışıp kalmışlarsa, milletin akıbeti felâkettir.