Türk Devlet geleneğinde yönetim görevi ve yönetim mevkii farklı bir biçimde değerlendirilmiştir. Türklerin yaşadıkları çetin coğrafya ve komşularıyla münasebetleri de tarihi süreç içersinde Türk devlet yapısını, devlet kavramının oluşumunu etkilemiştir.
Devlet kavramına adeta kutsallık atfedilmiş, yönetim görevi, yöneticilik yüce, saygın onur veren makamlar olarak görülmüştür. Devlete ve devletin başındakilere duyulan derin saygı, mutlak itaat, yöneticilerin yeteneği otoritesi, adilliğiyle orantılı olarak artmıştır.
Devletin başındakilerin bazı dönemlerdeki çapsızlığı, acizliği, ahlaki düşkünlüğünü ise, Türk’e has tevekkülle geçici bir arıza olarak değerlendirmiştir. Bu dönemlerde devlete güveni zerrece sarsılmamış, aciz, çapsız idarecilere duyduğu tiksintiye rağmen devletin ebet müddetliğine, tanrının Türk devletini koruduğuna inancını muhafaza etmiştir.
“Allah Devlete zeval vermesin” sözü, devletin çöküşünün milleti toptan yıkıma götüreceğinin Türklerin derin bilinç altında yerleşmesinin veciz ifadesi değil midir? Yine, “Allah kimseyi devlet kapısından eksik etmesin”, “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi” sözleri devlete, kamu yönetimine ve devlet sorumluluğuna duyulan saygının ifadesi değil midir?
1877-78 Osmanlı-Rus harbi şehidi İbrahimbeyoğlu Süleyman’ın 3 yetim kızından Reşide hanımın torunun beşiğini “Kadı, Kaymakam olası oğlum” alkışıyla sallamasının anlamı nedir? Ömründe ilçeye bile inmemiş bu nur yüzlü asil Türk kadını torununu tüccar, celep, istifçi olması alkışıyla değil de, niçin “Kadı, Kaymakam, Paşa” olması duasıyla sallamıştır dersiniz?
Türk bürokrasisinin özellikle devlet üst yönetiminin ehil, seciyeli olması, tarih boyunca milletimizin çok önem verdiği, üzerine titrediği bir konu olmuştur. Yönetim görevi, bu mevkilerdeki kişiler, Karun misali zengin olsa da, tüccar, bezirgan sınıfından üstün tutulmuştur. Türklerin ortak anlayışı, yöneticilerin kendi kişisel şereflerinden daha çok uluslarının şeref timsali olduklarının bilincinde olarak görev yapmasıdır. Çapsız, soysuz, haris yöneticilerin utancını, ezikliğini derinden duyan Türkler böyle dönemleri adeta toplumsal hafızasından silmek ister.
Bu nedenle de Türk milletinin ezelden ebede yolculuğunun devamı, devletin bekası için soylu, yetenekli, etnik özürsüz kişilerin yönetimde olması elzemdir. Atatürk’ün deyimiyle soyunda, “cevheri aslisinde” soy temizliği, erdem ve yetenek bulunmayan kişilerin hayalici hortumcu, tüccar tayfasının devlete el atması, devlette etkin olması durumunda neler olabileceğinin somut örneklerini yaşıyoruz.
TÜSİAD’ın ulusal bağımsızlıktan, üniter yapıdan, devletin bekasından önce kendi bilançosunu öne aldığında, Türklük ekseninden uzaklaştığında, devlete celep tarzını bulaştırdığında neler olabileceğinin utanç verici örneklerini yine yaşıyoruz.
Yine ihale dümenlerinde, yerel yönetimlerdeki rant bölüşümlerinde ustalaşmış, etnik özürlü şebekenin devlete tasallutunda Türk varlığının geleceğinin nasıl karartıldığının çarpıcı örneklerini yaşıyoruz. Soysuz köksüz liboşlar ve kökü dışarda sermaye sınıfı ile devletin bütünleştiğinde; devletle Türk milleti arasındaki bağların nasıl gevşediğini, devletin kimyasının, doğal reflekslerinin de nasıl çözüldüğünün hazin örneklerini yaşıyoruz.
Türk milletinin çapsız yöneticilere duyduğu tiksintiye rağmen devlete güvenin devamı yukarda anlattığımız sebeplerledir.