Önce okulun üst katı çöktü. Otuza yakın öğrencisini kurtaran Yozgatlı öğretmen Serkan Bektaş, alt katın da çökmesi üzerine oraya koştu. Canından kıymetli gördüğü yavrularını kurtarmak için kendini feda etti. Cansız bedeni seksen dört öğrencisiyle birlikte yıkıntılar arasında bulundu. Kurtaramamıştı. O gece ve sonrasında olanları anlatmaya kalemin gücü yetmez. Son dakikaya kadar kurtarılmayı bekleyen ama kurtarılamayanlar oldu. Sağ kalanların bedenlerinde ve ruhlarında onulmaz yaralar açıldı. Üç gün boyunca gözlerini kırpmadan bir arkadaşının daha kurtarılmasını bekleyenler oldu. Feryatlarla sevinç çığlıkları yan yana idi. Serkan öğretmenin çırpınışını gören çocuklar olmuştu... Ana babaları gibi tevekkülle yardım bekleyen çocuklar oldu. Polisi taşlayan çocuklar da... Babası çadır bulamayanlar vardı, “Çadırım yok” diye birden fazla çadır alıp saklayan babalarını görenler de.. Bu çocuklar, ana, baba, öğretmen, vatan millet konusunda neler düşündü dersiniz? Bir anda evsiz barksız, aşsız, giyeceksiz, okulsuz kalan veya bunları gören çocukların ruh dünyalarında kopan fırtınaları, başlı başına bir deprem olarak görmek gerekir. Bingöl depreminin en ağır faturasını çocuklar ödedi. Suç kimindi? Binayı yapanların mı, sağlamdır diyenlerin mi, göz yumanların mı? Hepsinin mi?
Çocuklarca yaşanan sadece depremler sırasında yaşanmıyor. Depremde seksen dört çocuğumuzu kaybettik. Ya bedenleri hayatta olsa da, fizik ve ruh sağlıklarını göz göre göre kaybettiğimiz milyonlarca çocuğumuzun kaybından kimler sorumlu? Ana babasız, yurt köşelerinde büyümek zorunda bırakılan çocukların, köprü altı veya sokak çocuklarının sorumlusu kim? Anne babası ayrılmış çocuklar kimin cezasını çekiyor? Taptaze bedenlerini boğmak için, ellerine sigara, alkol ve uyuşturucu verilen çocuklar kimin çocukları? Beyinleri uyuşsun, sömürge vatandaşı olsun, sığırlaşsınlar diye uyuşturucudan daha tehlikeli bağımlılıklar yapan Kola’yı onların eline kim tutuşturuyor? Hayrettin Karaca’nın isyanına katılmamak mümkün mü? Bir türlü önlenemeyen gribal salgınları hangi hain tröstler yayıyor? Daha anne karnındayken iyi beslenemeyen, ailesi uyuşturucu madde bağımlısı olmuş bebeklerin suçu nedir? Zararlı alışkanlıklar dolayısıyla genleri bozulan bir ailenin çocuğu olmak ne demektir? Barınma ve sağlık meseleleri olan evlerde büyüyen çocukların suçlusu kim? Ve maalesef çocuklarımız sadece fiziki olarak sağlıksız yetişmiyor, ruh sağlıkları da son derece bozuk yetişiyor.
Türk Milletinin asırlarca ayakta kalmasının kaynağı Türk Ailesinin sağlamlığıdır. Ne yazık ki aile, şiddetle kan kaybetmektedir. Toplum iyi eğitilememekte, fertler fakirlik dolayısıyla kendisini iyi yetiştirememektedir. Az okunmakta ve gittikçe sığ düşünülmektedir. Gençler, daha doğru dürüst Türk kültürü ve terbiyesini almadan, birbirini tanımadan evlenmeye karar vermektedir. Sigara, alkol, uyuşturucu ve kumar gittikçe yaygınlaşmaktadır. Hap kullanımı son on yılda yüzde beş yüz artmıştır. Ailelerde daha ilk günlerinden huzursuzluklar çıkmaktadır. Kavgalı çiftlerin doğacak çocuklarını düşününüz. Hamile karısını döven adamlar görülüyor artık. Daha anne karnındayken o çocuğun yaşadığı depremi hangi dil anlatabilir? Fakirlik ve geçimsizlik sebebiyle boşanan çiftler hızla artmaktadır. Doğan çocukların çoğu rast gele büyümektedir. Çocukların şahsiyet sahibi insanlar olarak yetiştirilmeleri, vaktinde beslenip temizlenmeleri ve sağlıklı tutulmalarına bağlıdır. En önemlisi sevgi ihtiyacıdır. Sevgisiz kalmış, acıkınca karnı doyurulmayan, altı sürekli ıslak bir çocuğun şahsiyet sahibi olması beklenemez. Bakıcısının çakmak gazıyla uyuttuğu çocuktan, balalar bahçesinde bakıcı kadınların hırpaladığı çocuklardan ne hayır beklenebilir? Ebeveynlerince bakılan çocuklar diğerlerine göre şanslıdır.
Yine de gelin kaynana, karı koca kavgalarına şahit olur, kendisi veya kardeşi ana-baba şiddetine maruz kaldıkları olur. Aileler genellikle çocuklarına ilgisizdir. Gittikçe daha az masal dinleyip daha çok depremle karşılaşan nesiller yetişmektedir. Ana babasının kucağında masal dinlememiş, kitap okunmamış, Türk Müziği dinlememiş bir çocuğa Türk Kültürü aşılanabilir mi?
Çocuklarımızın dünya ile tanışmalarında asıl yol gösterici artık Türk Ailesi değildir. Daha doğar doğmaz beşiklerine astığımız oyuncağın yaydığı müzikten başlayarak, onları kendisine ve milletine yabancılaştırıyoruz. Ellerine verdiğimiz oyuncaklar, dinlettiğimiz müzikler, giydirdiğimiz kıyafetler bizim canımızı bizden koparma görevi yapıyor. Evin kapısının kolunu dahi tutacak yaşa gelmeden asıl işlevi Türk Kültürünü bozmak olan televizyonların rehberliğine terk ediyoruz. Seyretme zahmetine katlanmadığımız çizi filmler ve çocuk programlarının onları nasıl olumsuz yönlendirdiğini bilmiyoruz. Reklamların, çizgi filmlerin, dizilerin, televolelerin, magazin programlarının, haberlerin, bilmem hangi ülkenin propagandalarına, sömürüsüne açık hale getirerek onlara en büyük depremi yaşatıyoruz. Gazeteler bundan farklı değil. Çocuklar, Türk insanını olabildiğince istismar eden, ahlaksızlığa teşvik eden, uyuşturan, sığırlaştıran bir basınla karşı karşıya. Aile’ye örnek olsun diye, kimin eli kimin cebinde belli olmayan Asmalı Konak dizisini seyrettiriyoruz. Eğitim yerine, her türlü afyonun sokuşturulduğu, uyuşturucudan daha zararlı dizileri örnek olarak beyinlerine şırınga ediyoruz. Mesela, Ankara’nın göbeğinde bir okulda (Etlik KML) bir öğretmen sene boyunca derse girmiyor da kimsenin kılı kıpırdamıyor. Nice anne baba, çocuğunun hangi yolda olduğundan habersiz. Başta okul çevrelerindekiler olmak üzere, okul vakti de dahil, disko, birahane, kahvehane, pastane ve lokantalar öğrenci dolu. Sigara, alkol, uyuşturucu, kullanma yaşı orta bire indi. Çünkü akşam yemeklerinde evlerde şarap ayranın yerine geçti. Bira su yerine alınıp satılır oldu.
Okul çevrelerine yuvalanmış kadın avcılarının tuzağına düşenler mi, bir hevesle her şeyini en temiz duygularıyla birlikte kaybedenler mi, okul çevresindeki haytalarla evleneceğim diye kaçanlar mı dersiniz. Ne kadar pislik varsa çocuklarımızın başında. Onları sokağa, yabancıların kucağına terk etmiş durumdayız. Psikolojik problemlerini anlamıyoruz. İstediğini alamayan, giyemeyen, yiyemeyen, gidemeyen çocuklar nice fırtınalar yaşıyor. Nihayet, bütün bunlara, mensubu olduğu milletin diğer fertlerinin ve devletinin duyarsız kaldığını anlayan yetenekteki çocuklar acaba hangi depremi yaşıyorlar? Özetlemek gerekirse Türk Kültürünün yaşanmadığı, gençlerine açık bir hedef gösterilmeyen Türkiye’de doğan çocuklar, gittikçe daha büyük depremlerle doğup büyüyorlar. Bunun sorumlusu biziz.