Genelkurmay Stratejik Araştırmalar ve Etüt Merkezi’nin (SAREM) düzenlediği, “Küreselleşme ve Uluslar arası Güvenlik” sempozyumunda, Genelkurmay 2’inci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın konuşması Türkiye’nin gündemini oluşturdu. “Cehennem Çemberinin tam ortasındayız” ifadesini kullanan Büyükanıt’ın, burada sunduğu tebliğ daha uzun süre konuşulacağa benziyor. Büyükanıt’ın tarihi konuşmasına geçmeden önce, ABD Dışişleri Bakanlığı siyasi planlama şefi George Kenan’ın Şubat 1948 tarihli raporundan bir bölüm sunmayı, bu sözlerin ışığı altında küreselleşmenin değerlendirmesini yapmamızın daha uygun olacağını düşündüm.
“Dünya zenginliğinin yaklaşık yüzde 50’sine, fakat nüfusun sadece yüzde 6.3’üne sahibiz... Önümüzdeki dönemde gerçek görevimiz, ulusal güvenliğimize halel gelmeden bu eşitsiz konumu sürdürmemize olanak verecek bir ilişkiler kalıbı dökmek olmalıdır. Bunu yapmak için de bütün duygusallığı ve hayalciliği bir yana bırakmamız gerekiyor. Diğerkâmlık ve dünya çıkarı lüksünü karşılayabileceğimiz hayaliyle kendimizi aldatmayalım... İnsan hakları, yaşam standartlarının yükselmesi ve demokratikleşme gibi muğlak ve gerçekçi olmayan amaçlar hakkında konuşmayı bırakmalıyız. Dosdoğru güç kavramlarıyla uğraşmamız gereken günler, çok uzak değil.”
Amerika yıllardır bu siyasi plan doğrultusunda politikalarını oluşturmaktadır. Küreselleşme de bu oyunun bir parçası olarak, sunulmaktadır. Bugün Küreselleşmenin karşısında durmanın zorluğunu kabul etmeliyiz. Ama, bu zorluklar egemen devletlerin kölesi konumuna getirecek bir yapıya direnmemizi engellememeli. Burada, Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın konuşmasında işaret ettiği bazı notları vermek istiyorum. “Bir düşünürün ifade ettiği gibi, egemen güçler, kendilerini hem eyleme yön veren hem de evrensel denilen paradigmaları belirleyen aklın yansıması ve ürünü olarak tanımladıkları için, bu görüşleri benimsemeyenleri ‘çağdaşlaşmaya ve bilime karşı’ olarak tanımlamaktadırlar.”
KÜRESELLEŞMENİN GÜVENLİK BOYUTU
Büyükanıt’ın konuşmasında, “... Bize dışardan yansıtılan paradigmalar olarak değil, ülkemizin gerçekleri ışığında algılanmalıyız. Ve kendi paradigmalarımızı ülke gerçekleri ışığında yaratmalıyız. Başkalarının kafaları ile ürettiğimiz çözümler ve yaklaşımlar vücutlarımızı, kafalarımıza yabancılaştırmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Belki, küreselleşmenin en önemli güvenlik boyutu budur. Küreselleşmede ülke çıkarları yönünde özgün yaklaşımlar ve bu yaklaşımların stratejik sonuçları güçlü ülkelerin amaçları ile çatışabilir. Ve belki de bu kaçınılmaz hale gelebilir. Bu durumda, daha az güçlü ülkelerin, ülkelerinin yaşamsal çıkarları yönünde gösterecekleri kararlılık ve yaklaşımlar, bekaları ile doğrudan ilgilidir.”
Küresel bir dünya planlayan egemen güçler, bütün dünyayı kendilerinin kölesi yapmayı bu planın bir parçası olarak görmektedirler. Bu planın karşısındaki en önemli engel milli devletlerdir. Bugün Irak’ta yaşananlar, Kıbrıs’ta Türk milletine yaşatılmak istenilenler bu Küresel köleliğin bir parçasıdır. Irak’a müdahalenin hemen ardından Kerkük’e Kürtlerin sokulmayacağını ifade eden Amerika, şimdi oraya Kürt bir vali atamıştır. Göstermelik ve uydurma bir seçimle bu oyun tezgahlanmış ve bugün Kerkük’e akın akın Kürtler yerleştirilmeye başlanmıştır. Tarihi Türkmen şehri Kerkük’ün Kürtlere teslim edilmesi bu Küresel oyunun, Türkiye’yi ve İran’ı bölme yolundaki parçasıdır. Oyunun devamında bölgede uydu bir devlet kabul ettirilecek ve artık tehditler Türkiye ve İran’a yönelecektir.
Genelkurmay Başkanlığı’nın düzenlediği, “Küresel ve Uluslararası Güvenlik” sempozyumunda sunulan bildiriler bunun için ayrı bir önem arzetmektedir. Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın geleceğini yakından etkileyecek olan bu dönemdeki gelişmelere Türkiye sadece seyirci olarak kalamaz.
Artık Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bir işe yaramadığı açık bir şekilde görülmüştür. Uluslar arası güvenliği sağlayacak, yeni bir yapılanmaya gidilmelidir. Küresel köleliğe karşı çıkan bütün uluslar bu yapılanmada yer almalıdır. Bunun başka çaresi de yoktur.