Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Gerçek

 
Özdemir Özsoy

Bilinmek sevilmek


Allah dostlarından biri şöyle demiş: “Kendi hüsnün, hüblar şeklinde peyda eyledin; Çeşm-i aşıktan dönüp sonra temaşa eyledin.” Dostu, yaratıcısına söylüyor bunu. Böylece yaratılışın sırrını bu iki dizede anlatmak istiyor. Diyor ki: (Kendi güzelliğini “güzeller” şeklinde yarattın. Sonra da aşıkların gözünden onları seyrettin.) Derinliği olan içli bir anlatım şekli. Maddi, manevi güzellikleri görebilen, anlayabilen, değerlendirebilen insanlara ne mutlu.

İnsan bazen sevecen bir davranış biçimine, sağlam bir karakter yapısına hayranlık duyar. Kendisine anlayış gösteren, yakınlık duyan bir dosta gönül verir. Hiç anlaşılmadan geçip gideceği sanılan bir meziyeti iyi değerlendiren duygulu bir kişiye tutulur kalır. Bu tutkusunu iyi anlatmasına fırsat verilmezse sıkılır, bunalır ve içinde hapsettiği güzel düşüncelerini en olmayacak şekilde dışa vurur. Bu sefer onun hakkındaki olumsuz görüşlerimizi ve -elbette- hoş bulmadığımız ifade tarzını eleştirmek için yarışırız.
Acaba o, anlatmak istediği kimselere mi, yoksa kendine mi haksızlık ediyor ya da biz mi ona haksızlık ediyoruz, bilemeyiz.
Ne olurdu, bıraksaydık da acı dolu içini dökse, hüzünlü duygularını anlatabilseydi. Onu mecnun gibi söyleten belki de bir ilahi aşk idi. Mansur’un (1) günahı da bu değil miydi?
Ahtapotun kolları gibi bizi yakalayıp dibe çeken ve gittikçe kurtuluş umudumuzu yok eden hayatın cilveleri, iyi niyetimizi öğütüp tüketir ve bizi de iyi niyetlileri göremeyecek hale düşürür.
Hele bir de saflıkları ve açık kalplilikleri yüzünden gönlünü yola serip çiğneten kişilere rastladık mı onları istediğimiz gibi yorumlama hakkını kendimizde buluruz.
Evet, yerleşik kurallara uygun olarak varılan yargıları kabul etmek zorunluluğu vardır. Başkaca yapılabilecek bir şey yoktur. Şeyh Bedrettin (2) dahi hakkında verilen hükmün şeriata uygun olduğunu kendisi teslim etmiştir. Yani haklı bir karar olduğunu kabul etmiştir.
Biz demek istiyoruz ki yaratılışın aslı, kökeni, maksadı sevgidir.
Bir hadis-i kutside,
“Ben bir gizli hazine idim. Bilinmek (sevilmek) istedim; bu alemi yarattım,” buyuruluyor.
Bilinmek için, sevilmek için bilebilecek, sevebilecek bir varlık yaratmak gerek. Akıl ve gönül sahibi olan o varlığın, merkezinde bulunduğu bir alem yaratmak gerek. Bitmez, tükenmez esrarla dolu bir alem...
Eğer alem o yaratığın emrine verilecekse, onda bu aklın yanında şuur, irade ve en önemlisi gönül olmalı.
İşte bu gönül, yaratanla yaratılan arsında en güçlü bağdır. Onun için denilmiş:
“Sakıngil yarin gönlin, sırçadır sımayasun.
Sırça sınduktan girü bütün olası değül.” (3)
Aman kırılmasın hatta tozlanmasın diye özen gösterdiğimiz değerli bir kristali düşürüp kırdığımız zaman asıl kırılan kendi gönlümüz, incinen kendi ruhumuzdur. Başkalarının ya da yakınlarımızın suçlayan bakışlarından çok kendi anılarımızın yıkılışı, yok oluşu üzüntü verir.
Siz, ta “bezm-i elest”te yani ezeldeki, o yalnızca ruhların bulunduğu mecliste Rabbinize verdiğiniz sözün lezzetiyle şu fani hayatınızı yaşayamazsanız, manevi değerleri ön plana çıkaramazsanız kendinizi anlatacak bir zemin ve ortam bulamazsınız. Çok açık konuşmak zorunda kaldığınız zaman da işin tadı kaçmış olur ve mutlaka yanlış yorumlanırsınız. Kendinize de çevrenize de istemeden acı vermiş olursunuz.
Bir gönül adamı da kendini tanımlamak zorunda kalışının ıstırabını şöyle dile getirmiş:
“Sanman bizi kim şire-i engür ile mestiz
Biz ehli harabattanız mest-i elestiz.”
Ruhi Bağdadi, terkib-i bendinin hemen başında “biz”i böyle anlatıyor.
“Bizi üzüm şırası ile serhoş olmuş sanmayın! Biz gönül ehliyiz, elest meclisindeki mana ile mest olmuşuz.” diyor.
Hicranımızı iyi anlatamıyorsak bu mahcup yaratılışımızdandır. Kimse suskunluğumuzu tükenmişliğimize vermesin. Konuşup da gönül kırmaktansa susmayı tercih ederiz.

(1) Hallac-ı Mansur. Ünlü bir mutasavvıf (Hüseyin bin Mansur el Hallac el Beyzavi) “Ene’l Hak” deyişi şeriata aykırı bulunduğu için M.922 yılında Bağdat’ta öldürüldü.
(2) Simavna Kadısı oğlu Bedreddin. (Fıkıh ve tasavvuf bilgini) 1417 yılında idam edildi.
(3) Yunus Emre’den


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002