Amerika Birleşik Devletlerinin Irak’a saldıracağının neredeyse kesinlik kazandığı son bir-iki aydır varlıklarını emperyalizmin bölgedeki maşası olmaya borçlu Barzanlı ve Talabanlı iki şahsın Kerkük’ün bir Kürt şehri olduğunu ilan etmesiyle karşılaştık. Saldırıdan sonra Irak’a sömürgeci vali olarak atanan bir kişi de el kesesinden ihsanda bulunarak Kerkük’ün Kürt şehri olduğunu ilan etti. Oysa biz kendimizi bildik bileli Kerkük bir Türk/men şehridir.
Doğrusu günün birinde bunun tersi bir iddiayla karşılaşacağımız, böyle bir cürete tanık olacağımız hiç aklımıza gelmezdi. Korkarım ömrümüzün geri kalan kısmında Ankara’nın, İstanbul’un ve hatta bütün şehirlerimizin başına böyle bir belanın gelmesi artık muhal değildir.
Onlarca yıldır Kerkük Türkmenleri her yerde şehirlerinin bilinçli ve kasıtlı bir şekilde Araplaştırıldığından şikayet etmiş ve kendi seslerini duyurmak, varlıklarını korumak için çalışmışlardı. Bunun için İstanbul da dahil birçok yerde dernekleri, siyasi partileri çeşitli faaliyetlerde bulunmuş ve bulunmaya devam ediyorlar. Demek ki bunlar, bir halkı, bir şehrin sahibi kılmaya yetmiyorlar, daha başka şeyler yapmak gerek!
Dünyamızda haklı olmak tek başına bir şey ifade etmiyor, hakkı koruyacak veya gasp edildiğinde geri alacak güç yoksa haklılık hiçbir şeydir. Bu sebeple, haklı olmaya güvenerek rehavete kapılmamalı, hakkı korumak için güç biriktirilmelidir. Güç dediğiniz de kısım kısımdır. Fizikî veya maddî güç yanında, çoğu zaman bunları da üreten bilgi gücüne sahip olmak gerekmektedir. Nitekim dev bir bilgi ve dolayısıyla savaş teknolojisine sahip Yahudi-Hıristiyan İttifakının dünyanın bir ucundan gelip Irak’a saldırması bunu gösteriyor. 20 Mart 2003’te sabah ezanı vakti başlatılan bu saldırının Irak güçlerinin yenilgisiyle sonuçlandığının görülmesi üzerine Talabanlı’nın adamları da Kerkük’e girip, kulaklarına emperyalist sıtratejicilerce üfleneni yerine getirmek üzere, Tapu ve Kadastro binası ile Nüfus Müdürlüğüne saldırıp bütün evrakı tahrip etti. Hadise dünyanın gözü önünde gerçekleşti. Hepimiz televizyonlarımız başında olan biteni seyrettik. Böylece Kerkük’ün kimliğine de ciddi bir şekilde tecavüz edilmiş oldu. Gaye bu şehrin asli hüviyetini değiştirmek ve ona yeni bir hüviyet edindirmektir.
Türkmenlerin şehirli dolayısıyla medeni olduğu, savaşmayı değil barış içinde yaşamayı arzuladığı, hasımlarının ise köylerde ve dağlarda meskun olduğu ve bu sebeple silahlı ve savaşçı oldukları, bu sebeplerle kendilerine saldıran güçlere karşı koymalarının mümkün olmadığı dile getirilmektedir. Bunun kısmen doğru olduğunu kabul etmekle beraber asıl gücün, bilgiye sahip olmak olduğunu hatırlatmak isterim. Eğer bir toplum kendini savunma refleksini yitirmişse yapacak bir şey yoktur, o toplum tarihin toplumlar mezarlığında yerini alacaktır. Bunu önlemenin yolu bilgi edinmek ve biriktirmektir. Kerkük’ün size ait olduğunu ortaya koyduğunuz eserlerle reddedilemez bir surette ortaya çıkarmış olsanız, bütün malınız, mülkünüz, evrakınız yakılsa bile o yerin sahibi olduğunuzu kimse inkar edemez. Fiziki güç kullananlar orada ancak işgalci olarak kalabilirler.
Yeri gelmişken bir hatıramı nakletmek isterim. Vaktiyle birçokları gibi benim de mektup arkadaşlarım oldu. Bunlardan biri Ganalı idi. 1988’de İngiltere’nin ikinci büyük şehri Birmingham’a gittiğimde, merak saikiyle Birmingham Üniversitesi Kütüphanesi’nde Gana üzerine herhangi bir kitap olup olmadığına baktım. Karşılaştığım manzara bana küçük dilimi yutturacak kadar şaşırtıcı idi. Birkaç raf dolusu onlarca kalın kara kaplı Gana kitabı orada duruyordu. Hepsi de 19. asrın sonlarında yazılmışlardı. İçlerinde Gana ile ilgili merak ettiklerinizin tümünü bulmanız mümkündü. İşte dünya hegemonyası böyle kuruluyor. Amerika binlerce kilometre öteden gelip bölgemizi böyle düzenliyor.
Kerkük hakkında, Musul hakkında Türkiye’de kütüphanelerde ne var? Belki Kerküklülerin teşkilatları yazılı malzemeyi derleyip bir sergi düzenler. Ayrıca çeşitli açılardan Kerkük fotoğrafları sergileri de düşünülebilir. Herhalde daha yapılacak pek çok vardır. Ben şimdi bu satırları yazarken bir yandan da ilk gençlik yıllarımızda, 1970’lerde okuduğumuz çeşitli yazılar, şiirler hatırıma geliyor. O zaman dilimden düşürmediğim bunlardan biri rahmetli Yetik Ozan’ın “Atmaca Uçurumu” adlı küçücük şiir kitabının ikinci şiiri olan “Baht Otağı” idi ve şairin Kerkük Türklerine ithaf ettiği bu şiir şöyle başlıyordu:
“Balam Kerkük, yeller düşmüş bağrına;
Boz baharda tozar tozar gidersin,
Yel neme ne, eller düşmüş bağrına;
Lokmalanır, azar azar gidersin.”
Sonra Atâ Terzibaşı ve hoyratları... Sonra Nesrin Erbil geldi aklıma. Ne ince duygulu şiirler yazardı! Nerde Nesrin Hanımın şiirleri? Allah’tan Dr. Mehmet Ömer Kazancı’nın “Nesrin Erbil’e Saygılarla” şiiri bir parça avutuyor insanı:
“Sen olmasaydın
Kimsenin haberi olmazdı bu şehirden
Sen ozanıydın bu şehrin
Nesrin Erbil
Yani gülüydün bu şehrin
Yani diliydin bu şehrin.”
Nesrin Hanım nerelidir Kerküklü mü, Erbilli mi, Musullu mu?
Daha eskilerden Nermin Neftçi çıkageliyor: “O Yakadan Bu Yakaya” selam getiriyor, hüzün getiriyor. 1957’de İstanbul’da yayımlanan bu “röportaj”ında Nermin Hanım, büyük bir ustalık ve sıcaklıkla bize Kerkük’ü ve Kerküklüyü anlatıyor. “Kerküğe gelen kim olursa olsun, Kale, Korya, Karşıyaka, Kerkük Çayı, Köprübaşı, Köprü, Baba Gürgür, Talimtepe, Haznetepe, Şaturlu, Bulak, Sarı Kahya Mahallesi, Bu Yaka, O Yaka Pazarları, Karılar Pazarı, Neft Deresi, Molla Abdullah Tepesi lakırdılarını sık sık işitir, bu yerlerden kimini görür, kimini görmez, ama Kerkük deyince de bunlarsız olmaz.” Bu paragrafı mahsus aldım buraya: İçinde geçen yer adları buranın kimlere ait olduğunu şeksiz-şüphesiz söylemiyor mu? O kadar Türk’tür ki Kerkük, Hıristiyanları bile İncili Türkçe okur, papazları kilisede Türkçe vaaz eder, çocuklarına Türkçe adlar takarlar.
Neftçi bu arada Kerkük’ün unutulmaz hoyratçısı bahtsız Muçula’yı anlatır. Elinden bir kaza çıkmış, katil olmuş ve ölüme mahkum edilmiş Muçula. Ölüme giderken “Aldılar çaya meni/Hiç bilmem neye meni/Ne suçum ne günahım, / Çekirler dara meni.” diye feryat eder.
Bu 64 sayfalık küçük boylu kitapçığa Nermin Neftçi; Kerkük’ün bedenini, ruhunu, içini, dışını, sevincini, hüznünü, kışını, yazını, baharını, güzünü, mutfak işlerini, çarşı-pazarı, düğün dernek âdetlerini, söz kalıplarını, bilmeceleri, masalları sığdırmayı başarmıştır.
Halkımız yemeyenin malını yerler derken bu basit söyleyişle ne büyük bir hakikati anlatıyor! Hiç değilse eldekine, mümkün olan her şeyi yaparak sahip çıkmak lazım. Bu kararlılığı dile getirmek üzere Kerküklü diyor:
“Gül tikene
Sarmaşıp gül tikene
Men senden vaz geçmerem
Meğer ömrüm tükene.”
Kerkük Şehitlerine
Sen cennet kapısını müjdeleyen şehidim
Sen yakın geleceği aydınlatan ümidim
Kahraman Cahit korkma ırkının devamı var
Sana bütün dostların ananın selamı var
Anarken Kasımları sızlamada her yanım
İntikam hırsıyla coşup hep taşmada kanım
Sinende atalarım İhsanlarım yatarken
Kerkük geçemem senden bende nabzın atarken
Senin uğrunda cana fedayı bileceğiz
Senin için savaşıp senin için öleceğiz
Kanlı eller vururken mert kalpli mert Osman'ı
Yazmıştı şehitliği alnına temiz kanı
Emel'in duvağına gelincikler bezendi
Şehitler ona şahit cennete ilk girendi
Baharı bitirmeyen Nihatçık hasret oldu
Er Nihat, şehit Nihat hep allara büründü
Son lahza annesiydi Cihadına sarılan
Kan mıydı, çiçek miydi genç göğsünde açılan?
Salah diyor "Ben gittim Kerküküm sen bin yaşa
Selam olsun kanımdan bütün asil kardaşa
Ey Kerkük'üm uğrunda varsın tüm kanım aksın
Sen benimsin daima benimle kalacaksın
Kerküküm Kerküküm vatan Kerküküm
Sinende şehitler yatan Kerküküm
Nesrin ERBİL
Baht Otağı
-Kerkük Türklerine
Balam Kerkük, yeller düşmüş bağrına;
Boz baharda tozar tozar gidersin,
Yel neme ne, eller düşmüş bağrına;
Lokmalanır, azar azar gidersin.
“Ele kalma
Bele kal, ele kalma,
Özüm özüne kurban
Menim ol, ele kalma.”
Kaderin bir kara çizgide kırgın,
Oban bir karışık dizgide kırgın,
Umudun bir içli ezgide kırgın;
Hoyratlanır uzar uzar gidersin.
“Oba hanı,
Ev göçüp, oba hanı?
Yoluna can verirem
Ki verem o bahanı.”
Yiğidin yarası can üzerine;
Tasalanma, şandır şan üzerine,
Gün olur kuruyan kan üzerine
Sınırını çizer çizer gidersin.