İçimde dünyaya sığmaz mukaddes bir öfke var. O yüzden sakın ola benden hiç kimse yüksek yoğunluklu, entelektüel bir yazı beklemesin. Kelimelerin kurşuna dönüşebilmesini hiç bu kadar arzulamamıştım. Alçakların, zorbaların, sefillerin, Ebrehelerin, Firavunların kol gezdiği ve modern donanımlı tankların cılız, yoksul çocukları ezdiği bir dünya bu. Kinin, nefretin kurşun gibi namluya sürüldüğü sevgisiz bir çağ. Söz öldü, şüphesiz çelik de çürüyecek. Bâki olan insanlıktır. Bu karanlıklar yüzyılının yitirdiği insanlık!..
İçimden haykırmak geliyor: Yanıldınız ey Doğunun ve Batının bilgeleri, erdem öğreticileri; söz ustaları, cins beyinleri, soylu gönüllüleri. Neye yaradı onca düşünce eseri, onca yazılı kitap, insanı erdemliliğe/ahlâka yöneltme gayreti içindeki onca kutsal metin. Edebî , lirik, romantik tasvirler ve hele o mücerret insanlık retoriği. Çiy ve haram süt emmiş insanoğlu, kuduz köpekleri bile utandıracak bir alçalışın küresel keyfini yaşıyor şimdi. Cılız bir çocuğun kafatasını parçalamanın, savunmasız bir insana teknik güçle dayılanmanın ilkel zevkini.
Yüzyılın, belki de bütün zamanların en alçakça/en zorbaca saldırısına, ‘insanlara özgürlük götürme’ adı verebilen, yanmış insan cesetleriyle, beyni bombalarla parçalanmış çocukların elim görüntülerinin üzerine düşen (Irak’a insanî yardıma devam edilecek!) türünden namussuz sözler düşüren başka bir alçak tanıyor mu yeryüzü? Vatanını savunan, yoksul ama imanlı/yürekli insanlar için “düşman” tanımlaması yapan başka bir ‘suratsız’ tanıdı mı aynalar?
Hani hep diyoruz, hep vurguluyoruz ya, ‘medeniyet perspektifi’ diye. Şahsiyetli, onurlu, sağlam/sarsılmaz bir duruştan söz ediyoruz ya. Bunu içi boş bir belâgat, yanlı bir hamaset mi sanıyordunuz? Gördünüz işte, birikimsiz ve yeltek kişilikle ancak turistik seyahate çıkılıyor, muktedirlik tahtına değil. Peki, bir yerlere yaranmanın size ya da ülkeye herhangi bir faydası oldu mu? Hayır. Sadece, eğilip bükülmenizle, kırılıp dökülmenizle kaldınız.
Hani, ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yok!” sözünü hazmedemeyen, nesebi gayri sahih zırtapoz ‘etnisiteciler’ vardı ya. Hani bu sözü ırkî ve geçersiz sayan, medeniyet şuurundan yoksun ‘uşak ruhlular’ vardı ya. Bilmem kuş beyinleri şimdi hadiseyi kavramış mıdır? Sırtını Amerika’ya dayayanlar, nasıl da efelenmeye başladı. Hümaniter hülyalara dalıp, sisler bulvarında evrensel düşler kuranlar, şimdi kan nehirlerinde yıkanarak, nasıl arınacak bakalım? Ve insan kisveli câniler, nasıl rugan ayakkabılarına bakıp; kravatını düzelten kanlı, kirli ellerine bakıp, Iraklı ölü çocuğun çığlığı sinmiş içki şişesinden bir yudum çekerek, ben de insanım, ben de babayım, ben de medeniyim diye çıkacak insanlığın karşısına? Vahşete, ‘özgürlük hareketi’ diyen vicdan, nasıl bir insandır? Var mı bunu çözümleyecek sosyal/psikolojik analistler? Bu muydu, uygar batılı kafa? Duysun bütün âlem-i cihân: Beşer, ancak İslâm’la şereflenince ‘insan statüsü’ kazanıyor. Korkunç yaratık olmaktan çıkıyor. Tercih sizin, selim insan mı, vahşi yaratık mı? Dahası, cennet mi, cehennem mi? Ne denir, ‘sizin tercihiniz size, bizim tercihimiz bize!’
MÜSTEMLEKE BASINI
Süper zorbayı arkasına alan yerli işbirlikçiler/yerli uşaklar, yerli emir erleri, ‘sahibinin sesi’ portreleri; kiralık ve hatta satılık beyinleri izliyorsunuz değil mi? Müstemleke basını gibi nasıl da yılan kafalarını çıkardılar deliklerinden. Yurdumun onurlu çocukları, sakın ola, bu tetikçileri, bu yerli işbirlikçileri, bu ‘herif-i nâşerif’leri unutmayınız!
Hani sözde kardeşimiz, özdeşimiz olanlar...’Artık bizim bir hâmimiz, bizim de silahlarımız, bizim de bir ordumuz var!’ diye, kin kusucu halleriyle ortaya çıkmaya başladı. Biz güçlü iken onlara zulmetmedik. Çünkü biz bir medeniyetin mensuplarıyız. Yediği kaba pisleyen cibilliyetsiz bir kitle değiliz.
Son günlerde, memleketin bağrından yükselecek bir ses duymak istedik. Bize ‘bizliğimizi’ hatırlatacak, Anadolu bozkırından yankılanacak bir ses. Endişelerimizi gidererek, yüreğimizi ferahlandıracak; incinen millî gururumuzu onaracak bir ses. Çok şükür o ses, yine Genelkurmaydan geldi.
Yukarıdaki tesbitleri ‘günün mânâ ve ehemmiyetine binaen’ yazıya son anda ilave ediyorum. Çünkü çok ürkütücü, çok endişelendirici olaylar cereyan ediyor. Gün bugündür, bekleyecek yarını yok bu meselenin. Köle ruhlu, satılık beyinlere karşı yeni bir kurtuluş mücadelesi vermeye hazır olun. Gülüp geçin bir yerlerinizle süper güç iddiasındaki, süper alçakların propagandasına. Tahta kabzalı tüfeğiyle Apaçi helikopteri düşüren Iraklı çiftçinin eylemi ve benzetme yapılan Ebabil kuşları ilhamınız olsun.
HOMO AÇKURTİKUS
‘Para manyak’ üst başlığı ile ifadelendirdiğim ‘malın gözü’ kişilerden söz etmek istiyorum. Bu marazî tipler, bir şeye yakın, bir şeye uzak mı olacak? Hesabı kitabı sadece paraya/kâra ayarlıdır. Kazancım nedir? Kaç para alacağım? Bu işte menfaatim ne olacak?..hesabının dışında, zerrece ahlâkî endişe taşımayan; para getiren her şeyin mubah olduğu fikrine peşînen inanan, ‘homoekonomikus’, ‘homoaçkurtikus’ meşrepli, sürü idrakli kişilerdir. Bunların, para için yapamayacağı manyaklık, düşmeyeceği alt bir seviye yoktur.
Bu ‘para-manyaklar’ eğer para getirecekse en mukaddes değerlerini bile piyasaya arz edebilir, pazara çıkarabilir, satışa sunabilirler. Onlara göre namustan, vatana kadar, her şey satılabilirdir. Yeter ki fiyatını bulsun. Modern liberalizmin ana ‘para-digması’, başat sloganı da budur zaten. Yıllar önce ‘tüketen ve tüketirken kendisi tükenen insan’ dediğim çağdaş model budur. Bu prototipin, para-psikolojideki yeni adı ise “para-manyak” tiplerdir. (O.Y.) Toplumsal bir hastalıktır ve yayılma özelliği gösterir.
Misal, ille de ABD’ye destek verelim, ille de AB’ye gerelim diye tutturur, bu biberonu ağzından alınmış, ‘veledi zina’ çocuklar. Girince iyi elbiseler giyecekler, midelerini nefis yemeklerle dolduracaklar; Avrupa’nın güzel hatunlarıyla eğlenecekler. Yani hayvanî bir hayat için bütün klasik erdemleri, bütün geleneksel değerleri, binlerce yıllık ahlâk kurallarını; vatan-millet, din-iman-onur-şeref payelerini söküp atmaya hazırdırlar.
Paraya dönüşmeyen hiçbir mücerret değer, onlar için bir mânâ ifade etmez. Ayrıca, kendilerinin ‘şahsiyetsizler’ diye sınıflandırılması, olmayan vicdanlarını zerrece incitmez. Zaten vicdan denilen din eksenli muhteva ile hiç tanışmış değiller.
KİRALIK BEYİNLER
Savaş başladığında, bu ‘para-manyak’ tiplerle çok daha fazla karşılaşır olduk. Resmen zalimin yanında yer alan ve ‘güçlü olmak için güçlünün yanında olmak gerekir; maalesef çağımızın gereği bu’ diyecek kadar insanlıktan nasipsiz bu esfel tipleri dinledikçe, içimizden yakası biçilmemiş sözler geçiyor.
‘ABD’nin kiralı askeri/kalemi’ diye suçlananlar ve bunu ‘evet ben güçlüden yanayım, arkamda alt edilemez süper güç var. Sizin vatan millet, ahlâk, vicdan dediğiniz şeyler, benim kiralık ve hatta dolar karşılığında külliyen satılık beynimi rencide edemez. Üstelik, bana bir şey de yapamazsınız. Artık sinsî kimliğimi gizleme ihtiyacı duymuyor, açıktan oynuyorum. Çünkü devletiniz, kucağına oturduğum süper güç karşısında âciz durumdadır. Bana bir fenalığı dokunamaz. Güçlü efendim beni korur!’ der gibi aba altından sopa gösteren itaat-kâr kafalarla karşılaştık. Meğer ne yılanlar, ne çıyanlar beslemişiz içimizde. ‘Büyük yazar, Orta Doğu uzmanı’, diye övgüler dizmişiz, bu sefil vatan hainleri için. Gerçek statüleri meğerse ‘Amerikan ajanlığı’ imiş. Süper gücün kapı kulluğunu yapmak, şahsiyetsiz/haysiyetsiz suratlarına ne de yakışıyor.
Sözün, ahlâkın, faziletin, insanlığın, utanmanın, onurun bittiği ve her şeyin içini kanlı, kirli paranın doldurduğu bu süflî beyinler, nasıl yıllarca ‘düşünce adamı, gazeteci-yazar’ diye masum milletin takdirini toplamış? Şimdi bu zevat, (biliyorum zihninizden buna kafiye teşkil eden başka bir kelime geçiyor) utanmadan kan ve can üzerinden çıkar kavgası yürütüyor; bunu da sözde Türk televizyonlarından, milletin gözünün içine baka baka savunuyor. Merhum Âkif’in dediği gibi, ‘Tek sermayesi, bir utanmaz yüz!’ Tükürsen, yağmur yağdı diyecek türden.
Şunu belirtmeliyim ki, yaşadığımız asrın en onursuz savaşı, şöyle ya da böyle sona erecek ve bu başka bir ‘son’un başlangıcı olacak. Çünkü, bombalanan Bağdat’ın ve bütün İslâm âleminin mânevî şahsiyetlerinden Cüneydî Bağdadî hazretlerinin ufkî ifadesiyle, ‘Son başlangıçtır!’
VİCDANI OLAN VARLIK
Savaş sürüp giderken, bir yandan da ‘piyasa’ tartışmaları yapılıyor son günlerde. Kültür, irfan adamı ile parayı yönlendiren piyasa cambazları karşılaştırılıp, kıyaslanıyor. Bu konuya da kısaca değinmek istiyorum. Modern vahşilerin kullandığı gelişmiş silahların, masum ve savunmasız insanları taradığı, bebek kanlarının talihsiz çölü suladığı günlerde, piyasa derdine ve telaşına düşmek, bu çağ insanının düşüşünü ne de güzel yansıtıyor. Başka söze ne hacet. En mukaddes varlık olan ve bir daha telafisi mümkün olmayan cân derdindeki insanların çığlıkları üzerinden, çıkın doldurma hesapları ne de yakışıyor, ruhsuz insan maketlerine. İnsan vicdanı, merhameti olan varlıktır. Bu eşik aşılınca, darlık ve sıkıntı başlıyor. Bunun içindir ki, Yunus Emre, ‘Onca varlık var iken, gitmez gönül darlığı!’ demiş.
Ey düşleri kurşunlanan savunmasız, masum çocuk; lânetle bu sefil uygarlığı ve ona yön veren âdî işbirlikçileri. Ha sahi, her mukaddes kıymeti çiğneyerek paraya tapınan aç kurtlar sürüsü, Karun diye biri vardı onu hatırlıyor musunuz? Ya Bâbil kulesini? Pek hatırlamıyorsunuz gâliba. Biliniz ki, tarih de sizi hatırlamayacak. Bu izafî zaferin (!) sonunda, payınıza sadece lânet ve nefret düşecek. Evet efendim, lânetli piyasalar dilerim.