On yıl önceki Irak harekatı sırasında ABD nin o dönemdeki yöneticileri baba Bush ve onun dışişleri bakanı “Ortadoğu’da petrol üreten ülkelerin, kendilerinin istediğini yapmak zorunda olduklarını, kendileriyle iyi geçinmeleri gerektiğini, ters bir tutum ve davranışta bulunamayacaklarını” açıkça ifade etmişlerdir.
Daha da önce Nixon ve J. Carter “ABD dışındaki bir ülkenin bu bölgede hakimiyet kurup bağımsız hareket etmesinin, kendileri ve diğer özgür dünya ülkelerinin güvenliğini tehlikeye sokacağını” ve tabii ki “Dünya barışını tehlikeye sokacağını” ve elbette “ABD nin buna asla izin vermeyeceğini” açıklamışlardı.
Kısacası ABD nin Ortadoğu’daki enerji kaynakları ile ilgili politikası bir siyasi doktrin olarak belirlenmiştir. Bu strateji aynı zamanda Hazar petrolleri ve Ortaasya için de bahis konusudur. ABD nin kontrolünde olmayan hiçbir enerji hareketine (üretim, ulaşım ve tüketime kadar) izin verilemez. Aksine bir girişimde bulunanlar cezalandırılır. Uluslararası kurumların bu konudaki görüşleri, tutumları önemsizdir. Buralardan kendi görüşlerine uygun karar çıkartabilirlerse bu çok önceden verilmiş kendi kararlarının meşruiyetinin dayanağı olur. Yok, aksine bir karar çıkarsa hiçbir şekilde uymak ve dinlemek zorunda değildirler.
Büyük petrol şirketleri yalnız Ortadoğu’da değil dünyanın her yerinde ekonomik ve sosyal hayatı yönlendirebilecek bir hakimiyet kurmuşlardır. Hem kendi ülkelerinde hem de enerji kaynaklarının bol olduğu diğer ülkelerde siyasi iktidarları şekillendirip yönlendirebilmektedirler. petrol ve doğalgaza sahip devletlerin yapısını, yönetimindeki kişileri değiştirerek onlara demokrasi götürmek şeklinde açıkladıkları bu çabaların altında, kendi emellerine hizmet edecek bir rejim kurma amacı yatmaktadır. Yoksa oralarda diktatörlük olmuş, demokrasi olmuş pek umurlarında değildir.
Meselenin bir diktatörün tedip edilmesiyle (yola getirilmesiyle) doğrudan ilişkisi yoktur. Keşke asıl amaçları bu olsaydı. Konuyu yalnız bu yönü ile ele almak, tümüyle işin yüzeyinde kalmak demektir. Çünkü zulüm yapıldığında zalimin yanında yer alanlar şimdi onu yok etmek ister gibi görünenlerdir. Kitle imha silahlarını kullandıranlar şimdi onu kullananların insanlık düşmanlığından bahsetmektedirler.
Bir başka yerde, Rusya Federasyonunda aynı zihniyetin temsilcileri, yerel yönetimlerin petroldeki paylarını istemeleri karşısında aynı baskı ve şiddet politikasını uygulamaktadırlar. Çeçenistan ve Başkurdistan’da Ruslar, güya özerklik verdikleri bu ülkelerde vanaların başına kendi askerlerini dikebilmek için katliama varan her türlü insanlık suçunu pervasızca işleyebilmektedir. Onurlu ve imanlı Çeçen halkına, onursuz kişilerin uyguladığı maddi ve manevi saldırı, aynı ahlaksızlığı başka yerlerde başka türlü yapmaya hazırlananlar tarafından görmezlikten geliniyor. Bu insanlık dramından BM teşkilatının hiç haberi yok. Eli sopalılar onları da sindirmiş.
Bağımsızlığa layık bir kavim olan Çeçenleri terörist olarak kabul edenler –hiç kimsenin şüphesi olmasın- bir başka emperyal gücün Ortadoğu’daki tertiplerine göz yumacaklardır.
Ama asıl acıklı olan, Karadeniz’deki Novorossisk limanına akıtılan petrolün ana boru hatlarının geçtiği ve Rusya’nın jet yakıtı rafinerilerinin çoğunun bulunduğu Çeçenistan’ın halkını Türkiye’mizdeki üçlü koalisyon hükümeti başkanının Rusya federasyonu yetkilileri ile ortak bir deklarasyonda terörist ilan etmesidir. Böylece onlardan da PKK yı terörist kabul etmeleri lütfunu beklemesidir. Halbuki bu ikisini özdeşleştirmek kadar politik bir hata olamaz. Kuvvet zoruyla kurdurulmuş bir federasyonun içinde bağımsızlık mücadelesi verenlerle üniter Türk devletini bölüp federasyon haline getirmek isteyenleri aynı kefeye koymak öyle büyük bir gaflettir ki bunun ileride ülkemizi zor duruma sokması ihtimali bile vardır.
İkinci bir aşama ile Hazar petrollerinin kontrolünü sağlamayı planlayan ABD ile yine bu bölgedeki petrol ve doğalgazı, tüketim merkezlerine kendi kontrolü altında ulaştırmayı isteyen Rusya ganimet paylaşma konusunda her zaman anlaşabilirler.
Bu oyunlara alet olmamanın tek çaresi Türk milletinin ekonomik ve dolayısıyla siyasi bağımsızlığını sağlayabilmek ve bunun için de yeni bir kuva-yı milliye şuuruna sahip olabilmektir.