Geçenlerde (2 Şubat 2003) Radikal 2 gazetesinde, “Din, felsefe ve entelektüel uyanış” başlıklı ve sosyolog/eğitimci olduğu belirtilen Doğan T. Kaya imzalı bir yazı okudum.
İşin enteresan yanı, sayın Doğan T. Kaya da, mezkur yazısında, (19 Ocak tarihli Radikal İki'de yayımlanan Ahmet Kemerli imzalı ve "Müslüman Dünyada Entelektüel Kriz" başlıklı yazıyı eleştirel olarak ele alıyor. Yani bizimkisi bir nevi ‘eleştirinin eleştirisi’ niteliğini taşıyacak ve eleştirilerimiz kimi zaman Ahmet Kemerli’nin tesbitlerine, kimi zaman da onun yazısını yorumlayan Doğan T. Kaya’nın tesbitlerine yönelik olacak.
İsmini ilk defa duyuyorum, bu muhtereme karşı hiçbir peşin hükmüm ve husumetim söz konusu değil. Fakat bir kere içimden ‘eleştirel bir okuma merakı geçti’ ve yazıyı bu maksatla itiraz şerhi düşerek okudum. Bir de baktım ki, yanlışları düzeltmek için parantez içinde düştüğüm şerhler, yazı boyutunu bile aşmış. İlgili yazıyı, parantez içerisindeki karşı görüşlerle birlikte takdim ediyorum. Eleştirinin eleştirisi, yeni artçı eleştirilere açıktır.
HANGİ “ENTELEKTÜEL UYANIŞ”?
“Felsefe, en genel anlamıyla yaşamı, doğayı, toplumu, evreni ve bunların gelişim süreçlerini eleştirel bir bakış açısıyla değerlendiren düşünsel bakış açısı olarak tanımlanabilir. Felsefe bu açıdan ilk çağlardan günümüze evrensel aydınlanmanın da anahtarı olma işlevini sürdüre geldi.
Toplumların gelişim aşamalarının tek bir nedene bağlı kalınarak açıklanması
yöntemi, günümüzde bilimsel verilerin ışığı etrafında (etrafında değil, altında derler buna. O.Y.) işlevini (Burada Ortodoks Marksistlerin iddia ettiği toplumların gelişiminde ekonominin tek etken olduğu bakış açısı Marx'ın açıklamalarının dışındadır. O ekonomiyi tek etken görmedi, toplumdaki üretim ilişkilerini belirleyen önemli bir katalizör olarak tarif etti.)
Bilimsel bakış açısı olaylara tek yanlı veya sübjektif yönelimi reddeder. (Yazar, yazının ilerleyen satırlarında bu kurala ne kadar uyacak, göreceğiz. O.Y.) Tarihin gelişimsel (dil uydurma hastalığı geçti sanıyorduk. Türkçe’de böyle bir fiil yok. Gelişmekten ‘gelişimsel’ oluyorsa, gülmekten ‘gülüşümsel’, itmekten ‘itişimsel’ vs. de olmalı. O.Y.) süreci, toplumların birbirleriyle ilişkilerinin, savaşlarının, ticaretlerinin, kültür alışverişlerinin... vb. birer ürünüdür. Bu açıdan bir coğrafyadaki ya da herhangi bir dinsel kültürün değişimi de sadece yaşadığı kültürün değişimi olarak o topluma atfedilecek kadar daraltılırsa, (virgül bana ait. O.Y.) bilimsel bakışın gözardı edildiği ve bunun sonucunda da bir kültürün ileri diğerlerinin de zamanla gericileştiği iddiası günümüzde; bir dine mensup olanların diğer dinlere göre ilerici olduğu yanılsamasını beraberinde getirebilir. (Bir hüküm ancak bu derece öz, açık ve net (!) olabilir. Belâgat(!) ya da garabet buna denir. Dil dil disiplini, dil zarafeti ve cümle kurma mahareti buna denir (!) O.Y.)
BİR BİLİNÇ ÇARPITMASI
19 Ocak tarihli Radikal İki'de yayımlanan Ahmet Kemerli imzalı "Müslüman Dünyada Entelektüel Kriz" başlıklı yazı yukarıdaki bakış açısına göre değerlendirildiğinde, bir bilinç çarpıtmasına kaynaklık edecek derecede gizli veya açık bir hizmete sunuluyor. Yazının bütünü değerlendirildiğinde İslam dünyasındaki entelektüel krizin sebebi olarak İslâm dininin temel unsurları yatıyormuş gibi bir izlenim ortaya çıkıyor. "Miladi 14. yy'ın ortalarından itibaren entelektüalizm İslam dünyasında zihni enerjisini tüketmiş (Orta Çağ’ın Batı cephesindeki koyu karanlık ne çabuk geçti. İslâm’ın bütün dünyaya şualar yayan ve Batı için aydınlanmanın ilk kıvılcımlarını çakan tefekkür derinliği nasıl da bir kalemde siliniyor; ruh kökünden kopuk bir kafaya misal olması açısından dikkat çekici. O.Y.) ve bu coğrafyada yaşayanların artık düşünceyle pek fazla ilgileri kalmamıştı. Düşünce bir ihtiyaç olarak görülmüyordu. (Belki, düşüncenin topluma yön verici ana dinamik olmaktan çıktığı söylenebilir ama, ‘düşünen varlık’ diye tanımlanan insan, zihnî fonksiyonlarını tâdil ederek, düşünceden nasıl büsbütün kopar? O.Y.) Çünkü onlara göre önceki nesiller kıyamete kadar olabilecek muhtemel bütün meseleleri çözüp karara bağlamışlardı. (Saf insanlık değerlendirmesi açısından bakıldığında, yaşanılan dönemin bir ‘Asrı Saadet’ olduğu asla inkâr edilemez. Çünkü, vahiy kaynaklı bilginin maksadı, insanı mesut ve huzurlu kılmaktır. Dolayısıyla, insaf sahibi hiç kimse, bu zorbalar çağını, daha ileri seviyede ve hele daha erdemli diye kutsayamaz. Bilgi, insanlığın hayrına kullanılıyorsa değerlidir. Ölüm korkusu ve tedirginlik üreten bir çağ-bilgisinin faziletinden söz edilebilir mi? O.Y.) Düşünce donarak statikleşmişti. Zaten böyle bir anlayış içinde bilime ve bilimsel araştırmaya değer verilmesi mümkün değildi. Değeri(nin) ve öneminin anlaşılmadığı bir muhitten, bilimden uzaklaşacaktı... (Ne?..Cümlenin öznesi belli değil. O.Y.) Entelektüel boyut, tarih boyunca bütün dirilişlerin olmazsa olmaz şartıdır. Eğer Müslüman dünya bir diriliş bekliyorsa, bu dirilişin düşünce boyutundan başlaması gerekiyor." (Adı geçen yazı.)
Oysa bilime o kadar vurgu yapılan (vurgu ‘yapılmaz’, bir şey ‘vurgulanır.’ O.Y.) bu yazıda özünde bütün dinlerin gelişim aşamalarında, geçmiş kültürlerin etkisiyle ve dinin toplumsallaşması amacıyla bilimsel bir ilerlemeye kaynaklık ettiğini ve zamanla işlevlerini tamamlayınca egemen ideolojinin bir tamamlayıcısı olarak bilimin terk edildiği, düşman (bilim insan değil ki. Tehlikeli veya zararlı sayılabilir ama ‘düşman’ diye nitelendirilemez. O.Y.) sayıldığı bir gerçeklikle karşı karşıya kalırız. İslam dünyasındaki felsefik (doğrusu felsefî. O.Y.) ve bilimsel ilerleme de bu açıdan Batı dünyasında karanlık skolastik felsefeye alternatif bir uyanış, aydınlanma atılımı olarak bir entelektüel uyanışı temsil etti. Fakat İslamiyet'in zamanla maddi temeller üzerinde yerleşen fetihçi mantığı zayıflamaya, gerilemeye başlayınca entelektüel gerileme de bunu takip etti. (Demek istiyor ki, fetihler çağının, düşünce ufku da o oranda geniş, derin ve aşkındı. Fetihler durunca, alçalma başlayınca, birleşik kaplardan suyun eşit şekilde çekilmesi gibi, fetih ruhu da azaldı, tefekkür gücü de. Bu tesbit, ifade özrü hariç tutulursa, kısmen doğru bir hüküm sayılabilir. O.Y.)
Bilimdeki ilerlemenin temelinde dinlerdeki dünyevileşme (sekülerizasyon) ortaya çıkınca, (virgül bana ait. Yoksa fiiller içi içe geçiyor ve biz sebep-sonuç ilintisini kurmakta zorlanıyoruz. O.Y.) entelektüel uyanışa zemin hazırladı.
İslam dünyasındaki entelektüel uyanışın temelinde felsefenin bilime kaynaklık eden sınırsız eleştirel duruşu oldu. (Ne olmuş da, ne olmuş? Anlayan varsa, lütfen bize de anlatsın. Yazı yazmak, düğümü kördüğüm haline getirmek değil, onu çözüme kavuşturmaktır. Ama tabii ki bu, dil bilgisi ve muhakeme gücü ister. O.Y.) İslam, daha doğrusu Doğu kökenli Arap merkezli entelektüel uyanışın temelinde, dini yoğun bir eleştiriye tutan felsefeyi, düşüncenin merkezine koyan anlayış egemen oldu. (Ortalıkta bazı fikir taslakları dolaşıyor. Fakat yine berrak ve anlaşılır değil. Dini, yoğun eleştiriye tabi tutan felsefeyi, dinin merkezine yerleştiren birileri var ve bunlar toplumda egemen olmuş. Belki de, gerçekten doğru bir tespit var ortada. Ama bunun için evveliyatla, ne denildiğini anlamamız lâzım. Ama mümkün değil. O.Y.)
VİRGÜLÜ NEREYE KOYMALI ?
"Şüphe yok ki Doğu aydınlanmasında başat unsur, (bu virgülü ben koydum. Bunlar noktanın, virgülün nereye konulacağını da bilmiyor. Oysa ilim, virgülün nereye konulacağını bilmekle başlar. O.Y.) Arap-İslam'dır. Ancak burada İslam kendi dogmalarını (bir kere İslâm’da dogma yok, nass vardır. Nass temel yasa, yani Allah kelâmıdır. ‘Donmuş düşünce kalıplarından meydana gelen’ beşerizm mantığıyla değerlendirilemez O.Y.) yerel/antik kültürler ve uygarlıklar karşısında deyim yerindeyse asimile etmek zorunda kalmıştır. (İslâm, yerel kültürler içinde kendini asimile etmiş/eritmiş falan değil. Aksine, yerel ve antik kültürler İslâm’ın kutlu potasında erimiş; onun ölümsüzlük iksiriyle yepyeni bir hayat bulmuştur. Çünkü bilinen bir fizik kanunudur: ‘daima çok yoğun ortamdan, az yoğun ortama doğru bir geçiş ve yönelme vardır.’ Yani İslâm, ‘benzeyen’ değil, kendisine ‘benzenilen’dir. Etkilenen değil, etkileyendir. Bir şeyin içinde eriyen değil, başka unsurların kendi içinde eridiği mutlak unsurdur. O.Y.) Tersinden de Zerdüşti, Mani, Budisti, Batıni vb. 'aykırı' kültürler kendi özlerini 'İslami' kabuk (nezaketsiz bir ifade. Mani ‘öz’ oluyor fakat İslâm, ‘kabuk’ diye vasıflandırılıyor. Bizzat kendisi ‘kabukta’ kalmış; öze nüfuz edememiş sığ bir zihniyet bu. O.Y.) altında yaşatmışlardır."
(Hükümlerin hemen hepsi tashihe ve sahih bilgiye muhtaç. Aykırı bir kültürün ‘özünden’ bahsedilirken, ‘İslâm’ın kabuğundan’ dem vuruluyor. Oysa asıl öz, İslâm’dır. O.Y.) (S. Bulut - K. Solu -6. Sayı-sayfa 44)
FİKİR VE İFADE KRİZİ
İslam dünyasındaki entelektüel krizin (entelektüelliğin azalmasından, giderek yok olmasından söz edilebilir, ama ortadaki durum ‘kriz’ kavramıyla ifade edilemez. O.Y.) temelinde kendisinden önceki kültürel mirasların reddi yatıyor. (‘Allah katında gerçek din olan’ İslâm geldiğinde, kendisinden önce gönderilen semavî dinlerin bile hükmü tedavülden kaldırılmışken; bu din hangi beşerî kültürel mirası bünyesine alacaktı da, almamış? O.Y.)
Ne zaman ki İslam dünyası bu kökenleri reddedip dinin özüne döndü. Müslüman dünyasındaki entelektüel kriz o zaman ortaya çıkmaya başladı. (İslâm’ın, ‘dinin özüne dönmesi’ kadar tabii ne olabilir? Dinin özüne dönülmesi yüzünden, düşünce buhranının doğduğunu savunmak; ‘Yunusların, okyanustaki suyun etkisiyle boğulduğunu söylemek’ kadar komik bir hükümdür ve irfan sahipleri için asla muteber değildir. O.Y.)
İslam dünyasındaki bu uyanış (baştan beri entelektüel bir kriz değil miydi vurgulanan? Ne çabuk uyanışa geçildi. Yoksa yazar günah mı çıkarıyor? O.Y.) derin bir entelektüel açılımın da anahtarı oldu. "Farabi'ye göre 'gerçek bir düşünür peygamberden üstündür. (Şüphesiz peygamberler de insandır ve ‘kulluk’, ‘resullükten’ (elçilikten) önce gelir. Söz konusu olan Hazret-i Muhammed (sav) ise, o aynı zamanda ‘nebiler nebisi’ ve ‘kâinatın efendisidir.’ Her şey onun hürmetine yaratılmıştır. Hiçbir beşer ondan üstün değildir. O.Y.)
Doğanın işleyiş düzenini sağlayan yasaları vardır. Bu doğa yasaları Tanrı'nın gücünü sınırlamaktadır. (Farâbî’ye atfen sarf edilen bu ilim dışı sözlerin ‘doğrulanması’ gerekir. Çünkü burada Allah’ın kudret sahasına müdahale ve -hâşâ- eksiklik izafe etme gibi çok tehlikeli bir fikir ileri sürülmektedir, ki asla kabul edilemez. O.Y.)
VAHİY VE HAYAL GÜCÜ
'Bilim ve felsefeyi eş düzeyde özümsemiş Farabi peygamberliğin hayal gücüne (vahiyle hayal gücü birbirine karıştırılıyor? O.Y.), felsefenin ise akla dayandığını belirtiyor (M. Arâbî, ‘felsefe hikmet sevmektir’ der. Bu mânâsıyla felsefe, tasavvûfî-Kur’ânî bir hüviyet kazanıyor zaten. O.Y.) ve Tanrı'ya, ahrete, haşre (ölümden sonra dirilme), meleklere, cennet ve cehenneme dair olan şeylerin gerçeklere uymadığını görüyordu." (Bunların hepsi de bizzat dinin ortaya koyduğu oluş, süreç ve aşamalar. Yaratıcının biçimlendirdiği ilâhî senaryo. Nasıl olur da, ‘gerçeklere’ uymadığı düşüncesi öne sürülebilir? Hangi gerçek, kimin gerçeği? O.Y.) (S. Bulut - Ali Nejat Ölçen - Nejat Birdoğan - İslam'da Karanlığın Başlangıcı Ve Türk İslam Sentezi Ekin Yay.)
İslam felsefesinde muallim-i sani olarak sayılan Farabi, İslam'a eleştirel yaklaşımıyla felsefesinin İslam'la uyuşmadığını entelektüel anlamda gösterir. Farabi ve -Server Tanilli'nin deyimiyle filozofların en büyüğü- İbn-i Sina, İslam dogmatizminin temelini atan İmam Gazali tarafından dinsizlikle suçlandılar, şahıslarında felsefe yapmakla dinsizlik eşdeğer tutuldu. (Eğer yukarıda çizilen Farâbî ve İbn-i Sina profili doğru ise, Gazâlî haksız sayılmaz. O.Y.) Gazâli'nin yazdığı Felsefenin Tutarsızlığı adlı eser İslam dogmatizminin felsefenin reddini temele alan (doğrusu: ‘temel alan.’ Daha gramer ve mânâ bilgisi gelişmemiş kişilerin, eleştirel felsefe yazısı yazmaya kalkışması biraz gülünç kaçmıyor mu? Dil şuuru olmadan, düşünce disiplini kurulabilir mi? O.Y.) gerileyişini hızlandırdı. (Tekrar hatırlatmakta fayda var; felsefe, düşünceye derinlik ve aşkınlık kazandırmaktır; inkârcılığın karanlık kuyularında mânâsız söz avcılığına çıkmak veya sapık/kopuk saçmalıklar üretmek değil. O.Y.)
Doğu dünyasındaki Aydınlanma, Gazâlî'yle birlikte bir teolojiye dönüştü. Günümüzde İslâm dünyasında ve ülkemizde yoğun olarak felsefeyle dinin uzlaşmazlığı felsefe yapmanın dinsizlikle eşdeğer tutulması (Metafizik dünya ile diyalog kurabilmiş Batı felsefecilerinin pîri sayılan Pascal, ‘felsefe için son aşama, artık felsefe yapmamaktır!’ der. Bu sözün daha açık mânâsı, ‘beşerî sistemlere itibar etmemek; vahye ve sezgiye dayalı ilahî nizâma imân etmek!’ demektir. O.Y.) entelektüel krizinden çok dinin gerçek yüzünün bir ifadesidir.
Din, (virgül bana ait. Bu muhteremlere, felsefe kitaplarından önce, dil bilgisi kitapları okumaları ve semantik dersi almaları önemle tavsiye edilir. O.Y.) özü itibariyle entelektüelizme karşıdır (Okumayı, öğrenmeyi, bilmeyi ve idrak etmeyi; ders ve ibret almayı, hikmete ulaşmayı emreden bir din için, ne kadar haksız bir hüküm bu. O.Y.) dogmatiktir (nass bu beyim, nass. Beşerizmle, ilahî hükmü aynı kefeye koymak, gülünesi bir bilgisizliktir. Not: Beşerizm kavramının patendi bana aittir ve ilk kez bu yazıda kullanıyorum. Tarih: 2 Şubat 2003. Her hakkı mahfuzdur. O.Y.) Bu açıdan Hıristiyan dünyasındaki ortaçağdan çıkış da Aydınlanma, Hıristiyanlığın dünyevileşmesi olan Protestanlıkla değil bizzat kapitalist gelişimin önünde engel duran dinin temelde reddi ve esnetilmesiyle (anlaşılması imkânsız hüküm taslakları karşısında okuyucunun esnemesini çağrıştıran ve yaşayan Türkçe’de bulunmayan, uydurma bir söyleyiş biçimi. Entel görünme hastalığı. O.Y.) gelişti. Max Weber'in "Kapitalizmin Ruhu -Protestan Ahlâkı" adlı kitabında belirttiği açılımın özü de dinin kapitalizme kendisini uyarlamasıdır.
KALMA O KARANLIKTA
Dine bağlı bir entelektüel gelişimden söz edilmesi eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. (Bu ters mantığa göre, düşünmek için ille de dinle göbek bağını koparacaksın. Hadi canım sen de!
Din, düşünmeye mânî midir ki? Kendin bir faraziye uyduruyor ve gerçek düşünce sahiplerinin de buna uymasını bekliyorsun. Bugün, bütün pozitif batı düşüncesi daha mistik, daha gizemli, daha ilâhî bir dünya özlemi içindedir. Çünkü, maddenin ve sezgiden mahrum aklın zindanında yüreği daralıyor. Eşyanın ültra-modern dizaynı, ruhundaki ‘içindeki büyük uçurumu’ dolduramıyor.
Batı dünyasında bile ‘en çok okunanlar arasında birinci sırada yer alan’ Mevlânâ hazretlerinin, ‘entelektüel/irşat edici’ olmadığını söyleyebilecek biri var mı? O.Y.) Bugün Batı dünyasındaki din sadece kilise ve siyaset ikileminde (birbiriyle çelişen iki zıt eğilim karşısındaki kararsızlığı/tercihteki zorlanmayı ifade eden ‘ikilem’ kavramını; ‘kilise ve siyaset’ gibi iki ayrı durumu belirtmek için kullanmaya kalkışmak, dil cehaletinden başka nedir ki? O.Y. ) kullanılan bir araç misyonu olmaktan ileri gitmiyor. Bilim dünyasındaki ilerlemelerin, entelektüel uyanışların dinin öğretilerinden (din bizatihi biricik öğretidir. Dinin çoğullaştırılabilir başka/tali öğretileri yoktur. Dinin emir ve yasakları vardır. Söz konusu İslâm dininden başka, herhangi bir semavî din ise, yine o dinin de öğretilerinden değil, emir ve yasaklarından söz edilebilir ancak. Meselâ Hazret-i Mûsa’nın, tebliğ ettiği ‘On Emir’ gibi. O.Y.) uzaklaşıldıkça gelişime açık olduğu (geçersizliği ispat edilmiş, çok ilkel bir tez bu. Tam tersine, entelektüel derinliğe ve eşyanın hakikatine ulaşıldıkça; maddenin içindeki muhteşem yapı, ilahî nizam ortaya çıktıkça dine yaklaşılmış; dünyadaki büyük fizik ve fikir hareketlerini dönüştürüp, değiştirenler dinin ve yaratıcının (Allah’ın) varlığını ‘ilm-el-yakîn’ (kesin bilgi olarak) daha bir derinden kavramıştır. Oluş, ruh, cevher, mânâ, kâinat ve maddenin temel taşı sayılan atom hakkındaki tasavvurları daha da gelişmiş; bilinmezin sırrını çözme tecessüsü ile tutuşan cins beyinler, yersiz şüphelerden arınarak, ‘büyük oluş’un aşkınlığı karşısında, ‘aklın (tek başına) bu işe yetmezliğini’ kavrayıp, mistik bir duyarlıkla/irasyonel bir sezgiyle ikna olmuş; üst bir ‘hâkimin’/yaratıcının varlığını kabul etmiştir. Bunların başında da, ünlü bilim adamı Einstein gelir.
70’li yıllardaki sokak Marksistlerinin, ‘mâveraî âlemin kapısına kilit vurmak (!) ve devrim bilincini uyandırmak için(!)’ yaptıkları salaş kahve muhabbetlerini andıran bu sloganik tez, oldukça traji-komik bir manzara arz ediyor. Zavallı trajik-insan böyledir işte: Kâinatı ve kendisini yaratan Allah’ın varlığından-hâşâ-şüphe eder de, dar açılı kuş beyninin yanılabileceğinden asla kuşkulanmaz!
Evvel emirde, kendi dogmanızdan, iflah olmaz ‘fikri sabitinizden’ ve ön kabulünüzden kurtulun. Lütfen ilerleyin efendiler, ‘hikmet sahiplerinin irşadından ve sofistike/mürekkep bilginin maveraî/rahmanî ufkundan’ geri kalıyorsunuz.
AKLIN ERMEDİĞİ GİZEMLİ ENERJİ
Siz hiç, ‘gerçek olan idelerdir, nesneler değil!’ diye bir söz, ‘kuantum fiziği’ diye (gerçekte olmayan ama elektronlara hayat ve hareket veren gözle görünmez dalga/gizli enerji) bir kavram, ‘Holografik evren’ diye (hayâlî/kurmaca/sanal bir varlık tasavvuru) yeni bir tanım duydunuz mu? Öznenin nesneden, mânânın maddeden, ruhun bedenden daha müşahhas, daha mücessem, daha ‘var’lıklı ve daha ‘gerçek’ olduğunu söyleyen; bundan ötürü de, ‘Madde ve atomun yapısı konusunda her türlü tasvirden (fizikî tariften) vazgeçmek gerektiğini’ (yani mücerret olana, ‘pozitif olarak gözlemlenemeyen’ mecâza inanmak gerektiğini savunan çağdaş bilim adamı Werner Heisenberg’den haberiniz var mı?
Sizin ‘nesnel gerçeklik’ dediğiniz varsayımlar, gerçek ilim erbabı tarafından çoktan çürütüldü. Haberiniz yok mu? Hayret doğrusu, (hâdisenin ulvî boyutunu her türlü dünyevîlikten tenzih ederek söylüyorum) ‘yedi uyurlar’ gibisiniz, ‘mağara adamları’ gibisiniz! Uyanın artık!..
Dünya, yaratılış kimyası, manevî genetiği, şifreli DNA’sı ve bütün zerreleriyle ‘mutlak hakikate’ doğru evriliyor ve siz ne yazık ki, hâlâ derin uykularda, derin kuyulardasınız!
Siz, ‘varlığın birliği’ veya ‘vahdet-i vücut’ nedir bilir misiniz? ‘Fizik dünya ile metafizik dünyanın iç içeliği’, ‘tabiattaki düalite gerçeği’ sizin için ne anlam ifade eder? Yoksa, ‘bu suallerin cevabı, idrakimizin oluşları metafizik boyutuyla kavrama kudretini aşıyor’ mu diyorsunuz?
Aklın güvendiği dağlara kar yağdı; sezgi ve ilhamın fizikötesinde ise sonsuz baharlar başlıyor. Yapay ve sahte cennetlerin büyüsü bozuldu. Maddeye tapınma paganlığı sona erdi. İnsanoğlu şimdi yeni bir dünya arzuluyor. Gerçek cenneti, ölümsüzlüğü özlüyor.
Diskur ve söylem değişti efendiler; insanlar ümit verici aforizmalar, içindeki boşluğu dolduracak yeni müjdeler, ulvî iklimler peşinde koşuyor. Sloganların sihri ve sırrı dökülmüş aynası paramparça oldu. ‘İzmlerin aptallık çağı’ bitti artık! Şimdi bütün gönüller, ‘âlemefruz’ (âlemi parlatan/nûrlandıran) cihannümaya (cihanı ve cihan ötesini gösteren berrak aynaya) çevrili.
Hazırlan, dağarcığında âteşte yanmaz, zaman aşımına uğramaz kutsal/kalıcı değerler biriktir.
Gün battı/batıyor. Ömür geçti/geçiyor.
Şafak söktü/söküyor. Sen de katıl kervana, kalma o karanlıkta!
Önce kendi kalbî uyanışını ve ebedî kurtuluşunu gerçekleştir. O.Y.)
Bil ki, ‘esenlik fecre kadar sürecektir!’
Son dakika notu: Yazının girişinde, ‘artçı eleştirilerin’ olabileceğini belirtmiştim. Tam yazıyı bitirdiğim sırada, 25 Şubat 2003 tarihli Radikal İki’nin internet sayfasına bir kere daha göz attığımda, konuya dair iki yeni eleştiri yazısıyla karşılaştım. Biri, Hüseyin Portakal’a aitti. O da, Gazâlî’yi ‘özgür düşünce düşmanı’ ilan eden sığ ve peşin hükümlü koroya katılıyor.
İkinci yazıda ise, siyaset bilimcisi Mehmet Öztürk hakşinas bir yaklaşımla, söz konusu coğrafyadaki düşüncenin ihtişamlı geçmişine dikkat çekerek, ‘düşünsel ve felsefî tekamül’ önceliğini İslâm coğrafyasının elinde bulundurduğunu; bunun ‘tartışılmaz bir gerçek’ olduğunu belirtiyor.