Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Aykırı Bakış

 
Dr. Yusuf Gedikli

Demoklesin kılıcı yahut kurtla kuzu fabıli yahut ABD’nin Irağa taarruzu


Geçmişte komünist ülkelerde mevhum bir faşizm ve emperyalizm heyulası olurdu. Rejim halkın dikkatini hakiki meselelerden ve mevzulardan uzak tutmak için sürekli “faşizm, emperyalizm, tehditlerini ve “halk düşmanı, casus” suçlamalarını pompalardı. Bu tehditler ve suçlamalar Demoklesin kılıcı gibi halkın başının üstünde asılı dururdu. Halk eğitim ve medyanın beyin yıkaması neticesinde durumun farkına varmazdı ve rejimin mevhum tehditlerine inanırdı. Böylece rejim puroblemsiz yürürdü. Bu tür mevhum tehditler faşist ve demokratik ülkelerde de vardır.

Başkan Bush da şimdi halkını bu metotla savaşa hazırlıyor. Bir terörizm tehdidi tutturmuş, iş birliği içindeki medyasıyla habire bunu pompalıyor, halkının beynini yıkıyor, ülkesinin haklı olduğunu göstermek istiyor. Yaptırdığı kamu oyu yoklamalarıyla güya desteklendiğini söylüyor. Kendisinden on binlerce kilometre uzaktaki bir ülkeye saldırmak için terörizmi en önemli sebep olarak gösteriyor.
Ama bu terörizm tehdidiyle insanları ikna edemiyor. Terörizm tehdidi bir bahaneden ibaret kalıyor. İnsanın aklına hemen La Fonten’in meşhur kurtla kuzu hikâyesi geliyor. Hani kurt ırmağın yukarısından, kuzu ırmağın aşağısından su içmektedir. Kurt kuzuyu yemeyi kafasına koymuştur. Bunun için bir bahane lazımdır. Kuzuya “suyumu bulandırma“ diye çıkışır. Kuzu, “ben senden aşağıdayım, senin suyunu nasıl bulandırırım?“ der. Kurt “ben anlamam, bulandırıyorsun; hem sen geçen sene de suyumu bulandırmıştın“ der. Kuzu “ben geçen sene doğmamıştım ki“ diye cevap verir. Kurt, “sen değilsen senin büyük kardeşindir“ şeklinde karşılık verir ve bilinen son vuku bulur.
İşte kılasik ve aktüel olma budur. La Fonten fabılini sanki bugünü yaşayarak yazmıştır. Kovboylarıyla ünlü eski Teksas valisi ve idam onaylama şampiyonu Bush’un terörizm tehdidi de aynen kurdun bahanesine benziyor.

1990 sonrasına bir nazar

Hadiseyi daha iyi anlamak için 1990’lara kadar geriye gitmekte fayda vardır.
Malum olduğu üzere 2 ağustos 1990’da Irak Kuveyte saldırmış, iki saat içinde Kuveytin işini halletmişti. Tabii ki böyle bir oldu bittiye göz yumulamazdı. Zira hem yol olurdu, hem de bütün Körfez ülkeleri Irağa yem olurdu.
Yapılan uzun hazırlıklardan sonra 17 ocak 1991’de televizyonlardan naklen verilen bir savaşla Irak Kuveytten çıkartıldı ve pes ettirildi.
Bu esnada dünya iki kutuplu olmadan tek kutuplu olmaya doğru yol alıyordu. Sovyetlerde Gorbaçovun iktidara gelmesiyle başlayan yeniden yapılanma ve açıklık politikaları 1991’in 9 aralığında Sovyetler Birliği denilen sosyalist federasyonun dağılmasıyla son buldu. Sovyet federasyonunun dağılmasında rol oynayan dahili amillerden biri, federal devletler arasında iç içe geçmiş yoğun sosyal, kültürel ve iktisadi ilişkilerin mevcut olmamasıydı.
Böylece ABD’nin yeni dünya düzeni başladı ve dünya ABD için değneksiz köye çevrildi.

Yeni bir savaş tarzı

Fakat Körfez savaşı kılasik savaşlardan çok farklı oldu. Asırlardır bilinen ve söylenen “zafer süngünün ucundadır” sözü, önemini tam anlamıyla değilse de büyük ölçüde kaybetti ve sembolik bir hale geldi. Zira günler aylar süren hava bombardımanından sonra Irağın bütün alt yapısı çökertildi, bütün askerî hedefleri yerle bir edildi, kımıldamayacak hale getirildi. Bomboş, hiç bir engelin bulunmadığı çöllerde yürüyen tanklar savaşı noktaladı.
Bu, harp taktiği sahasında dünyanın yaradılışından beri görülen en büyük devrimdi.
Körfez savaşının benzeri 1999’da Kosovada yaşandı. Yaklaşık üç ay süren Nato bombardımanından sonra Yugoslavya da pes etti ve Kosovada BM barış gücü mevzilendirildi (Batılılar Kosovada Müslümanların yanında yer almasalardı, Makedonya yıkılacak ve Müslüman Arnavutluk büyüyecekti).
Benzer üçüncü savaş 12 eylül 2001 sonrasında Afganistanda yaşandı. Afganistan Sovyetler Birliğini mağlup eden bir ülkeydi. Zorlu tabiat şartlarına sahipti. Ancak yapılan bombardımana dayanamadı ve Taliban rejimi beklenenden kısa sürede yıkıldı.
Yalnız bu savaşın bir farkı vardı. Afgan dağlarında ABD’nin kayıp vereceği açıktı. Ancak ateşi tutmaya da lüzum yoktu. Zira maşa yerine geçen bir Kuzey İttifakı mevcuttu.
Simdi sıra dördüncü benzer savaşa gelmiş görünüyor. Bu savaşta da ağır bir hava ve füze bombardımanından sonra Irak çökertilecek, Kuzey İttifakının yerine Kürtler kullanılacak ve Irak parçalanacak. Irağın parçalanması başta Türkiye olmak üzere bölge üzerinde derin izler bırakacak.

Yeni savaş tarzının tahlili

Yeni savaş tarzından alınacak dersler çoktur. Biz sadece ikisini vurgulayacağız:
Birincisi geçen üç savaşta kara kuvvetlerine pek rol düşmediği için insan kaybının çok az olduğu görülmektedir. Dolayısıyla batılıların yumuşak karnı olan insan kaybı meselesi ortadan kalkmakta, savaşları göze almaları kolaylaşmaktadır. Eğer durum böyle olmasaydı, ABD Afganistan veya Irak savaşını göze alamazdı. Zira ABD, 1975’de yenilgisini kabul edip ayrıldığı ve 56 bin kayıp verdiği Vietnam senduromundan kurtulamazdı.
İkincisi yukarıda söylediğimiz gibi 1991’den beri yapılan üç savaşta hava taarruzları, kısaca hava kuvvetleri belirleyici rol oynamıştır. Dolayısıyla gelecek savaşlarda da durum aynı olacaktır. O halde yapılacak şey basittir: Hava kuvvetlerine tesir edecek füze ve silah sistemleri geliştirmek, Türkiyenin en çok önem verdiği işlerden biri olmalıdır. Bir gün gelir lazım olur. Yoksa 2002’de 54 yıllık devlet İsraile verdiğimiz tank tamiratının utancını, yarın Yunanistana veya Ermenistana muhtaç olarak tekrar yaşayabiliriz. Şimdiden büyüklerimizi uyaralım. Zira belki akıllarına gelmez. Nasıl ki 1952’de ve ondan sonra da akıllarına gelmedi.

Irak savaşının sebepleri nelerdir?

Simdi esas meseleye gelelim: En başta şunu belirtmek lazım. ABD ve İngilterenin Irağa saldırması için hiç bir meşru, haklı sebep yoktur. Tek kelimeyle bu, meşru bir savaş değildir (İleriki günlerde BM’den bir karar alınsa bile bu ancak şekli bir meşruiyet ifade eder, özünde hiç bir meşruiyet ifade etmez. Gerçi Saddam zalim bir diktatördür ama, açılacak bir savaş daha büyük zalimliktir).
Öyleyse ABD Irağa neden taarruz etmek istiyor?
Bunun çeşitli sebepleri vardır. Şöyle ki:

1. ABD, Irağın NBC, yani nükleer-biyolojik-kimyasal silahlar üretmesinden korkuyor. Lakin kendisi için değil, İsrail için. Böyle bir durumda İsrail büyük tehlike altında kalacaktır. Savaşın esas ve en mühim sebebi budur. Biz anti-semitist değiliz ama şunu söyleyelim ki ABD’yi Yahudiler idare eder. Fikrimizi kuvvetlendirmek için yalnızca şu yeter: İsrail devleti 14 mayıs 1948’de ilan edildikten sadece ve sadece 11 dakika sonra, ABD dış işleri bakanlığının muhalefetine rağmen başkan Truman tarafından tanınmıştır. Nitekim ABD’nin şubatın son günlerinde Suriyeyi tehdit etmesi, Arap dünyasının askerî bakımdan üç kuvvetli ülkesinden biri olan Suriyenin de (diğer ikisi zayıflamış Irak ve Mısır) İsrail için kurban edileceğini göstermektedir.
2. ABD eninde sonunda bağımsız bir Kürt devleti kurmak istemektedir. Böylece bir kaç kuşu birden vuracaktır.
ABD böyle bir devlet kurmayacağını müteaddit defalar ifade etmişse de, batılıların Makyavelist ve çifte sıtandartlı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Aslında Kürt devletini şimdiye kadar kuracaklardı. Lakin Kürtlerin sosyolojik anlamda bir millet teşkil etmemeleri, iki parçaya ayrılmaları ve geçmişte hiç bir devlet kuramamaları, bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını şimdiye dek önlemiştir. Ancak her şey gibi sosyolojik süreç de ilerlemektedir. Yine bildiğimiz gibi batılıların sivil toplum kuruluşları Kürt bölgesinde cirit atmaktadır. Amerikanın bir kaç yıl önce Guama gönderdiği binlerce Kürt herhalde oraya yüzme öğrenmeye gitmemiştir. Bu Kürtler eğitilerek geri gönderilmiştir. Dolayısıyla bir kabile devleti özelliği taşısa da günün birinde bir Kürt devleti kurulması kuvvetle muhtemeldir.
Özetle ABD Kürt kartını bölge ülkelerine karşı oynamak istemektedir. Batılıların ve ABD’nin nihai amacı olan bağımsız bir Kürt devletinin batılılar için iki büyük faydası olacaktır. Kürt devleti evvela batının yani ABD, İngiltere ve İsrailin müttefiki yapılacak, böylece İsrail rahatlatılacaktır. En mühimi de Irak, İran, Suriye ve Türkiyenin başının üzerinde Demoklesin kılıcı gibi sallandırılacaktır.
3. ABD ve İngiltere, Irağın çok büyük bir kısmı Türk olan bölgelerinde bulunan zengin petrol kaynaklarını ellerine geçirmek istemektedir.
4. ABD bölgeye yerleşmeyi, bütün Orta Doğuyu, Türkiye, İran, Suriye, Körfez ülkelerini ve Körfez bölgesini kontrol etmeyi pilanlamaktadır.
5. ABD yaklaşık 450 milyar dolayındaki dış ticaret açığını savaşla ısıttığı dünyaya silah satarak kapamayı hedeflemektedir.
6. ABD silah fabrikalarını çalıştırarak işsizlerine istihdam imkânı oluşturmak istemektedir.

İki yardımcı sebebi de bunlara ilave etmemiz lazımdır. Bunlar hava taarruzuyla kolay savaş kazanılması ve maşa yerine kullanılacak olan Kürt guruplarıdır.
Hulasa edersek ABD ve İngilterenin Irağa müdahale için pek çok sebebi vardır. Lakin meşru ve haklı bir sebebi veya sebepleri yoktur.

Tezkere meselesi?

Türk hükümeti 1 mart günü yabancı ülkelere Türk askeri gönderme ve yabancı askerlerin Türkiyede mevzilenmesi için TBMM’ye tezkere göndermiştir.
Yapılan oylamada TBMM, tezkereyi reddetmiştir. Ancak görünen o ki bu karar, savaşı engelleyemeyecektir. Bu vaziyette Türkiye işin içinden yine sıyrılamayacak demektir. O zaman yapılması gereken şudur:
Türk askeri vuku bulacak bir savaşta kuzeyden güneye doğru ilerlemeli, Suriye sınırında bir tenkil harekâtına girişmeli, Kerküğün güneyine kadar inmeli, Türkiye ile Türkmen bölgesi arasında irtibat sağlamalıdır. Dolayısıyla kuzeyin işini Türkiye görmelidir. Hem ABD’ye de yardım etmiş olur. Eğer Türkiye gibi bir devlet bunu gerçekleştiremiyorsa, iki ay önce Kıbrıs için yazdığımız gibi kendisini devlet saymasın (Biz olsaydık orada çoktan devlet kurmuştuk). Bunun için ABD veya başka bir devletin onayına lüzum yoktur. Türk askeri oraya girerse, ABD bundan hoşnut kalmayacaktır. Lakin 1. Cihan harbinde, 15 eylül 1918’de Türklerin Baküye girmesine Almanyanın bir şey yapamaması gibi hiç bir şey de yapamayacaktır.
Eğer Kuzey Irağa hiç girmezsek, sonunda bizim için istenmeyen durumlar ortaya çıkacaktır.
Gerçi biz insani duygu ve İslami inanışlarımızdan dolayı masum insanların kanının akacağı bir savaşa, kısaca her savaşa şiddetle karşıyız. Ancak Türkiyenin iradesi dışında bir savaş olacaksa ve bunun muhtemel neticeleri Türkiyeyi menfi şekilde etkileyecekse, Türkiye her türlü tedbiri almalıdır. Bu gayet tabiidir.
Tezkerenin reddedilmesi ABD ile ilişkilerin sona erdiği anlamında gelmemektedir. Zira Türkiye, ABD’nin Türk üs ve limanlarını kullanmasına kerhen de olsa izin vermiştir.
Aslında Türk askerinin Irağa gönderilmesi için tezkereye lüzum yoktur. Türk askeri zaten yıllardan beri oradadır.

Muhtemel Irak savaşının muhtemel sonuçları

Yapılacak savaş Irak, bölge ve Türkiye açısından mühim neticeler meydana getirecektir. Irak kuvvetli bir ihtimalle yerle bir olacaktır. Ne olursa yine masum halka, çocuklara, kadınlara, yaşlılara, kısaca sivillere olacaktır. Ancak Bush’un menfaatleri için her şey mubahtır.
Savaş sonrasında hemen olmasa da bir müddet sonra Irak parçalanacaktır. En az ikiye, belki üçe ayrılacaktır. Muhakkak ki bir Kürt bölgesi olacaktır. Bu durumda muhakkak bir Türkmen bölgesinin de olması gerekir. Türkiye bunun için çalışmalı ve bunu gerçekleştirmelidir. Gerekirse Türk askeri Türkmen ünüformasına sokulmalıdır.
Türkiye Musul-Kerkük gibi Türkmen ve petrol bölgelerinin Kürtlerin eline geçmesine suret-i katiyede müsaade edemez ve etmemelidir. Türkiye böyle bir duruma seyirci kalamaz ve kalmamalıdır. Zira bir Kürt devletinin kurulmasından daha mühim olan hadise, petrol bölgelerinin Kürtlerin eline geçmesidir. Bu takdirde zengin bir Kürt devleti batının müttefiki olarak yeni bir İsrail veya Ermenistan rolünü oynayacak ve en büyük zararı bize verecektir
Devletimizi idare eden bütün üst düzey idareciler şunu bilmelidir ki, Türkiyeye en büyük tehlike batıdan, batılılardan gelmektedir ve yine batıdan gelmeye devam edecektir.

Türkmen meselesi

Irakta en az 2.5 milyon Türkmen yaşamakta ve azımsanmayacak bir kitle oluşturmaktadır. Türkmenler şimdiye dek hep iki kuvvet arasında sıkışmışlardır. Maküs talihlerini kırmak için Türkmenler hemen bugün, Türkmen bölgesinin hudutlarını çizmeli ve coğrafi bölgelerini belirlemelidir. Bu bölgeye girecek yabancı kişi ve askerleri engellemelidir. Askerî eğitim çalışmalarına hız vermelidir. Türkmenler günümüze kadar hep yanlış politika uygulamış ve her zaman başkalarına güvenmişlerdir. Artık kendilerine güvenmeyi öğrenmeli ve başlarının çaresine bakmalıdır. Esas mesele Türkmenlerin kendi ayakları üstünde durmasıdır. Ancak bu şekilde başarılı olabilirler. Yoksa taşıma suyla değirmen dönmez.
Tabii ki Türkmenler Türkiyeden diplomatik, maddi ve lojistik destek alacak, Türkiye onları koruyup kollayacaktır.

Sonuç

Türkiye Musul-Kerküğü mutlaka kontrol etmeli ve Türkmenleri ezdirmemelidir. Türkmenlerin coğrafi bir bölge ilan etmelerini ve bunu müdafaa etmelerini sağlamalıdır. Türkiyenin uygulayacağı bir emrivakiye ABD hiç bir şey yapamaz.
Bir kaç söz de Türk medyasına söyleyerek yazımızı bitirelim. Türk medyası ve iş dünyası Irak savaşı konusunda gayrı zamanlarda dillerine pelesenk ettikleri Atatürkün “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini unutmuş, emperyalizmin yanında yer almıştır. Mesela 26 aralık 2002 tarihli Milliyet gazetesine bakalım. Gazetede yazan Mehmet Y. Yılmaz, Güngör Uras, Çetin Altan, Taha Akyol, Hasan Cemal, Güneri Cıvaoğlu, Sami Kohen “yurtta sulh, cihanda sulh”u unutup hep savaşçı kesildiler. Demek ki devlet Amerika olunca her şey mubah oluyor.
Şunu da ilave edelim: Türk ordusunu 1952’den beri yabancı komuta altına sokan, batının her dediğine evet diyen, Türkiyeyi ona buna muhtaç eden devlet adamları ve aydınların hiç biri, 1. Dünya savaşındaki tutumu sebebiyle Enver Paşayı tenkit etmesin. Zira kendileri Enver Paşadan daha az hatasız değillerdir (3 mart 2003).


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002