Bu satırları, güzel bağlar diyarı Diyarbakır'dan yazıyorum. Geleli çok olmadı ama Diyarbekir'e aşık oldum. Belki dün katıldığım, binlerce yıllık bir gelenekten süzülen Eyvan Gecesi'nde dinlediğim yakıcı şarkılar, belki de bu diyarın güzel insanları beni altın bir zicirle bağlamıştır, bilmiyorum. Savaşın eşiğinde olduğumuz bu günlerde, böylesine duygular yaşattıkları için has Diyarbakır'lı gönül dostu Aziz Kadri Özyıldız'a, Bedri Ayseli, Kadri Göral, Seyithan ve Burhan Beylere ve diğer kıymetli sanatçilara ne kadar teşekkür etsem azdır.
Hele Kadri Göral Beyin o güzel şiirleri, -bir şiirinde, Diyarbekir'in on bin yıllık yurdumuz olduğunu ve hep öyle kalacağını söylüyordu- özellikle bir nenenin torununa nasihatını anlatan "İhsan" şiiri unutulmaz güzellikte idi. Eyvan, Velime Gecelerinin yapılması bağimsızlığımızın geleceğimizin teminatıdır. Doğu Türkistan'ın Türklerinin, binlerce yıllık geleneği olan ve Velime Gecelerinin bir benzeri denilebilecek Meşrep törenlerinin Çinlilerce tamamen yasaklandığını duymuş muydunuz? Sebebi şudur: Türk Kültürü, bu törenler yoluyla yaşatılmakta, nesilden nesile aktarılmaktadır. Bu yüzden Doğu Türkistan'da en büyük suç "Meşrep" düzenlemektir ve cezası ölümdür. Benim inancım da odur ki, geleneklerimiz yaşatıldıkça ve bu toprağın güzel insanları bunları yaşatma kararlılığını gösterdikçe, bu millet, burada oturmaya devam edecek ve sıkılmış bir yumruk gibi tek vücut olarak bu topraklar üzerindeki oyunları bozacaktır. Çünkü, çok şükür ki Diyarbakır'lılar da Anadolunun her yeri gibi, geleneğimize sahip durumdadır. Bir toprağın vatan yapılması için törelere, geleneklere, tabii güzelliklere, özetle bütün maddi ve manevi zenginliklere, kü sahip çıkılması gerektiğine inanıyorum. Bir İngiliz doktorun, Çin'de yaşadığı bir olayla ilgili bir hikaye okumuştum: İdam edilmeyi bekleyen bir Çinli gözünü ayırmadan kitap okuyormuş. Sıra kendisine geldiği halde kitap okumayı sürdürüyormuş. Hikayenin sonu o kadar da önemli değil. Türk Milleti her yönüyle kuşatılmış, bir çok kalesi içten fethedilmiş, limanlarına girilmiştir. Ama bu durumda dahi vazifemiz, kitap okumak, ağaç dikmek, "Eyvan Geceleri" düzenlemek olmalıdır. 11 Eylül saldırısını, ABD başkanı Buş'a bir ilkokulda çocuklara kitap okurken haber vermişler. Dikkat buyurunuz; Devlet Başkanı ilkokul öğrencilerine kitap okuyor! İskenderun Limanındaki Türk görevlilere sınır koyabilen, Türk Milleti'ne rağmen Türk Hükümetlerine dilediğini yaptıran gücün temeli işte budur. Kitap'tır, bilgidir. Tabii Ağaç dikmeyi de unutmamaktır. Üzerinde yaşadığımız toprakların her türlü zenginliğine sahip çıkmanın da ötesinde, her varlığımızı geliştirip zenginleştirmek "Ağaç Dikmek"tir. Sade anlamıyla "Ağaç Dikmek" de bunların arasındadır. Ne yazık ki, Anadolumuz gittikçe çölleşmektedir. Bu durum, ruhi bakımdan uğradığımız çölleşme kadar önemlidir. Kara veya hava yoluyla İç Anadolu ve Güneydoğu'ya gidenler bilir. Kilometrelerce yol boyunca bir tek dikili ağaca rastlamadığımız olmuştur. Beynimi kemiren bu durum, bence limanlarımızın işgali kadar esef vericidir. Buraya gelirken Adana Şehirlerarası Araba Kalkış yerinde asker gönderme törenlerine rastladım. Sanki mahşer yeri idi. Çok duygulu bir uğurlama vardı. Dört bir yandan irili ufaklı kalabalıklar akın ediyordu. Yakınları ve arkadaşları, ellerinde bayraklar, "En büyük Asker Bizim Asker" nidalarıyla coşkulu bir şekilde asker adaylarını otobüslere bindiriyordu. Otobüsler çok gecikmeli olarak dolup dolup hareket etse de yeni kalabalıklar meydanı dolduruyordu. Dudaklarda dualar mırıldanıyor, "İstiklalin Uğruna Al Kanlara Boyandık" gibi çoğumuzun unuttuğu marşlar söyleniyordu. Darbukalar, halaylar, zılgıtlar ve geride bırakılan gözü yaşlı analar, sevgililer, dostlar. Tam iki saat boyunca arasıra göz yaşı akıtarak bu güzel tabloyu seyrettim. Hareket edecek otobüslerin önünde son faaliyet olarak İstiklal Marşı'mızın okunmasını hiç unutmayacağım. Bu gençler gerekirse vatan uğruna gözünü kırpmadan ölmeye sanki düğüne gider gibi gidiyordu. Binlerce kişinin çıkmış olan savaşta ölecek olması umurlarında değildi. İyi, çok güzel. Güzel de, vatan uğruna canını verenler, her yıl Kıbrıs büyüklüğünde bir toprağımızı ağaçsızlık yüzünden kaybettiğimizi bilmiyorlar mıydı? Türk Yurdu Kıbrıs'tan bir karış toprak vermemeye ahitli bu millet, neden ağaç dikmiyordu? Neden Türkistan'ı da Anadolu gibi ağaçsız bıraktık, bırakıyoruz? Önümüz savaş. Önümüz karanlık. Önümüz Nevruz.(21 Mart) Altaylar'dan Tuna'ya, Sibirya'dan Amerika'ya kim Nevruz'u Bayram olarak kutluyorsa o Türk'tür. Bütün Türkler Nevruz'dan önce, Nevruz'da mutlaka birer ağaç dikmelidir.(Toprak tütmeye başladığında ağaç dikilebilir) Eyvan Geceleri, Meşrep, Yaren, Sıra, Gezek. Keşik, Barana, Arabaşı, Herfene, Ferfene, Arifane..düğünler, toylar düzenlemelidir. Bu gelenekler yaşamıyorsa hayata geçirmelidir. Milletimizi ilgilendiren her konuda bilgi sahibi olmalı, zenginliklerimize sahip çıkmalıdır. Çocuklarımızı bu şuurla yetiştirelim. Sahip çıkmadığımız hiç bir varlık bizim olamaz. Bu manada en büyük asker Türk Milleti'nin en küçük varlığına dahi sahip çıkan, "Göğe Merdiven" kuran atsız neferlerdir. Not: Doğu Türkistan'da yaşanan depremde hayatını kaybeden, yaralanan, evsiz barksız kalan kardeşlerimize geçmiş olsun derken, her şeye rağmen, bir şekilde, ezelden bizim toprağımız olan Musul-Kerkük'ün istiklali ve Türkmen varlığı için savaşa girecek olan askerimize "Uğurlar olsun","Hak şerleri hayr eyler" diyorum.