Kasım 2008

Ö T E S İ

 

26.04.2024 



Düşün/ce

 
Olcay Yazıcı

İmha medeniyeti...


İnsan, ne zaman “insan” olacak? İnsanın içindeki yıkıcılığı terbiye edip önlemek; ancak ve ancak bir öte dünya idraki, duygusu ve ‘hesap verme’ kaygısı ile mümkündür. Yoksa, dünyevî kriterlerle, azgın insanı dizginlemek, onun erdem donanımını gerçekleştirmek ve buradan sağlıklı bir ferde, oradan da sağlıklı bir cemiyete varmak mümkün değil. Bunun için, “Bozulduğu zaman insandan daha korkunç yaratık yoktur!” demiş Sophokles.

Çünkü, fertlerini metafizik endişe ile bileyleyip, şuurlandıramayan, zaten böyle bir hedefi, gayesi, misyonu, vizyonu olmayan toplumda; insan ilişkilerinin temelini azgınlık, saldırganlık, aç gözlülük; hırs, kin, nefret, tamah ve bencillik oluşturur. Bilge devlet adamı Gandi, “Yeryüzü herkesin ihtiyacını karşılayabilir” der, “Ancak, açgözlülüğünü karşılayamaz!” O zaman da, Thomas Hobbes’un dediği durum ortaya çıkar. Yani, ‘insan insanın kurdu olur’ (homo homini lupus) ve içten içe hemcinsini kemirir, yer, bitirir. Üstelik de, çağdaşlaşma adına yapar bunu.

Cemil Meriç’in dediği gibi, “Çağdaşlık masalı, bir ihraç metaı Batı için, kokain gibi, LSD gibi, firengi gibi. Şuuru felce uğratan bir zehir. Çağdaşlaşmanın hak vicdânındaki adı asrîleşmektir, asrîleşmek yani maskaralaşmak, gâvurlaşmak.”
Şüphesiz, bu toplumun adı ‘Cinnet toplumudur!’
Zincirinden boşalmış, azgınlıklarına sınır çizme, nefsi ile mücadele etme murakabesinden, irfanından ve vicdânından mahrum kalabalıklardan oluşan bu ‘sapkın toplulukta’, geçerli kural üst gelmek, ezmek, yok etmektir.

AHLÂKSIZ MEDENİYET
Bu bir ‘tank, top’ ve ‘kas’ üstünlüğüdür. İnsan denilen, kalbi ve merhameti olan ve olması gereken o üstün yaratıkla pek bir ilişkisi kalmayan, vahşiliktir. Yol gösterici kutsal metinleri, ahlâkî kriterleri; şuurlandırıcı ve ufuk açıcı uyarıları kaale alıp, kendini ‘şahsiyet’ testinden geçirmeyen bir kitle elbette felâh bulamaz, kurtuluşa eremez, mâverâya varamaz.
Tâlât Said Halman’ın ifadesiyle, “Batı demek, her şeyden önce menfaat demektir. Avrupası da, Amerikası da, uygarlığı, insan haklarını, bildiri ve yasaları sırf kendi çıkarlarına göre düşünür ve uygular.”
İçeriden biri olarak, 20.yüzyılın tarih filozofu Albert Schweitzer de, Batının ahlâk ve medeniyet durumuyla ilgili şu çarpıcı tespiti yapar: “Ahlâksız medeniyet olmaz; bugünkü Batı dünyası ise ahlâksızdır: Şu halde bugün bir ‘batı medeniyeti’ yoktur.”

Her ne kadar Hermann Hesse, “Sevgi zorbalıktan güçlüdür” dese de, bu zihniyete göre ‘insan terbiye edilmiş hayvandır.’ Terbiyeden maksat, tabii ki, bizdeki anlamıyla aynı değil. Kamçılanan aslan, tasma takılan köpek de, bu anlamda ‘terbiye’ edilmiştir. Ne var ki bu durum, başkasına fenalık etmeme hassasiyetinden yoksun, zahirî bir uysallıktır.

Bu seküler anlayış, ‘insan neden erdemli olmalıdır ve neden başkasının hakkına tecavüz etmemelidir?’ sorusuna ikna edici bir cevap, son yargı birbirinden farklı olmayacaksa ve en önemlisi, eğer ‘insan hayatı bu dünya ile sınırlı ise’, öte endişesi bir hezeyandan ibaretse, o zaman insanların içlerinde var olan azgınlıklara, aç kurtluklara, câniliklere, her şeyi menfaatine kullanarak, ‘hayatı sadece kendi arzu ve isteklerinin gerçekleşme alanı olarak görme iç güdüsüne’ mâni olamazsınız.

Bütün bu anlamsız, erdemsiz ve saçma haller, inkârcı toplumların cinnet göstergesidir. Lâfı evirip çevirmeye gerek yok: İnsan, ne zaman insan olacak sorusunun cevabı, kutsal metinlerde var. Mûsâ’ya da, İsâ’ya da ve nebiler nebisi Hazret-i Muhammet’e (s.a.v.) de öğretilen ve insanlara tebliğ edilmesi istenilen, vazgeçilmez ana yasa, işte bu nass’dır.
Sakın ola matematik postulatlarla, beşerî dogmalarla, donmuş düşünce kalıplarıyla ve hatta Kopenhag Kriterleriyle karıştırmayınız bu aşkın, ulvî nizamın fazilet düsturunu.

ELİ KANLI BEYAZ ADAM
Daha açık bir ifadeyle ‘insan, ancak maddeden kurtulup, mânâya yaklaştığında ve âlemlerin Rabb’ine imân ettiğinde, teslim olduğunda, ‘selim ve uysal’ bir kimliğe sahip olmakta; yani gerçek anlamıyla insanlaşmaktadır. Bu modelin alâmeti farikası: ‘Elinden ve dilinden başkasının zarar görmediği-kendinden emin olunan insan’ keyfiyetidir.

Eski savaşların bir haysiyeti, bir fazileti vardı. Onlar bütün yollar tıkandığında ve birdenbire olurdu. Şimdi âdeta savaş öncesi uzun bir savaş senaryosu ve psikolojik çökertme politikası uygulanıyor. Bir dizi filim gibi, katliâm projeleri geliştirilip, insanlığı imha planları yapılıyor. Ölümden daha beter bir savaş korkusu ve psikolojisi yayılıyor etrafa. Halbuki, savaş ancak, bir ülkeye saldırıldığında veya güçsüz bir ülkeye zulmeden zâlim bir ülkeyi durdurmak maksadıyla yapılır.

Makul-mantıklı hiçbir gerekçesi olmayan ve meşruiyetini(!) sadece teknik gücünden alan bir zihniyetin; insanlığın gözünün içine baka baka, uzun uzadıya savaş hazırlığı/ölüm provası yapması, -sözde ‘insan hakları evrensel beyannamesi’ söylemlerine rağmen-bu çağın ne kadar erdemsiz ve ‘güvenilmez’ olduğunun resmidir.
Böyle bir medeniyete ancak ve ancak ‘imha medeniyeti’ denilebilir. Özne olan insanı, nesneye indirgeyen, süflî bir medeniyet gerçeğiyle karşı/karşıyayız. Bilindiği gibi medeniyet, ‘şehirleşme’ ile ilgili bir tanım; mamur edilmiş belde ile ilgili bir kavram. Tabii ki, bu fizikî tarif aynı zamanda, o medeniyeti oluşturan insanların olgunluğunu, kemâle ermişliğini de ifade etmektedir. Oysa bu vahşi medeniyet, bırakınız insanların huzur içinde yaşayacağı şehirler kurmayı, zor şartlarda kurulmuş yoksul ve savunmasız şehirleri bombalıyor.

Sonra da, ‘beyaz gömleğinden sızan kızıl kana’ aldırmadan, rugan ayakkabıları, ‘medeniyet yuları’ ile fiyaka satıyor. Sûreti ile sîreti arasındaki korkunç uçurumu görmüyor. Medenî, uygar, ileri, gelişmiş, insanlık yolunda mesafe kat etmiş sanıyor kendini ve bu ‘çağdaş vahşi’ görüntüsüyle dünyanın jandarmalığına, medeniyetin bekçiliğine soyunuyor.
Çok rezil, çok sefil, çok alçak bir zihniyet bu. Aydınlanma, erdem kazanma sürecine, 21.yüzyılın insan anlayışına asla yakışmıyor.
İnsan insanlığını, dünya da medeniliğini gösterecekse eğer, tek bir Iraklı çocuğun ölmesine bile rıza göstermemeli ve bu anlamsız/onursuz savaşı durdurmalıdır.

İNSANLIK İMTİHANI
Bu savaş, aynı zamanda yirmi birinci yüzyılın ‘ilk büyük insanlık imtihanı’ olacak. Vahşilikten, barbarlıktan ne kadar uzaklaştığının; kinden, düşmanlıktan ne kadar arındığının ve ne kadar ‘gelişmiş’ olduğunun test edilme imtihanı.
‘Ben güçlüyüm, öyleyse bir insanlık imtihanına/dersine/testine ihtiyacım yok!, imtihan, güçsüzlerin, öteki tarafından belirlenen kaçınılmaz kaderidir’, diyemezsiniz; derseniz, o zaman medenî dünyadaki yeriniz/duruşunuz tartışma konusu olur. ‘Hem zâlimim, hem uygar’ iddiası ise bu çağa yakışmayan, çifte standartlı/çift-statülü bir kimlik demektir ki, bunun adı ‘modern vahşi’dir. Ne demiş Einstein, “Bilim birçok şeyi değiştirdi, fakat düşünce tarzımız hep aynı kaldı. Bu bizi eşi görülmemiş bir felâkete sürüklüyor!”

Selim bir dünya için, Sokrates’ın ifadesiyle, “Devlet, erdemli kişilere dayanmak zorundadır!”
Bu açıdan bakıldığında, batılı insanın kendi düşünce temellerine, kendi paradigma normlarına bile ters düştüğü gayet açık bir şekilde görülür.
Yine içeriden bir çığlığa kulak verirsek, bu ‘kötülükler yüzyılı”nın (deyim T.S. Halman’ın) vahşi fotoğrafını Victor Hugo zihnimize çiziyor: “Taşların altında gizlenen akrep ve yılanlar değil; insan kalbinin sakladığı kötülüklerdir, asıl tehlikeli olan!”

Francis Bacon ile birlikte, bütün insanlık aynı soruyu sormalıdır bugün:
“Bilginin asıl hedefi, insan hayatının iyileştirilmesi, insan mutluluğunun artırılması, acıların dindirilmesi değil miydi?”
Kim aldattı dünyayı, kim kararttı güneşi, kim kana buladı sevgi çiçeklerini; kim yalan söyledi insanlığa? Ne zaman ödenecek bu kötülüğün bedeli?

Çıldırmış bir madde medeniyetiyle sarsılıyor dünyamız. Oysa Schumacher’in dediği gibi, “Maddenin meşru yeri ikinciliktir, birincilik değil!”
Azabımız, cinnetimiz, cehennemimiz, denklemin çarpıklığından; kutsalın dışlanmışlığından, mânevî kıymetlerin yürürlükten kaldırılmış olmasından kaynaklanıyor.

Peki çıkış nerede?
Daisau İkeda’nın sözleri belki ışık tutar uçurum kenarındaki karanlık/kötü ruhlara:
“İnsanoğlu teknolojik olarak ilerledikçe, ahlâk standartları da düşme eğilimi göstermiştir. Bu düşüşüsün nedeni, teknolojik gelişme ile sağlanan gücün, yüksek ahlâk standartlarının oynadığı rolü yüklenebileceği kuruntusudur. Bu kuruntuyu yıkmak (tekniği, güç tapınmasını değil, ahlâkı ölçüleri cari kılmak. O.Y.), insanın bugün kendini içinde bulduğu ve kendisinin yarattığı ikilemi (çelişkiyi, zıtlığı, dengesizliği) çözmek için harcanacak çabaların başlangıç noktası olmalıdır.”

Erich Fromm’un, ‘Hasta bir toplum’ diye nitelendirdiği, insanî ve ahlâkî açıdan çöküş içindeki Batı medeniyetinin dahilî/derin teşhisi konusunda Reno Quenon daha net, daha keskin ifadeler kullanıyor: “Bu karanlık çağın en karanlık dönemine, yani çözülüp dağılma aşamasına girmiş gibiyiz. Bu durumda, bir tufan olmadan hiçbir şey doğmaz, çünkü artık sadece bir canlanma değil, baştan aşağı bir yenilenme gerekir.”

Bundan ötürüdür ki, ‘imha medeniyeti’ni, ‘insanî erdemlerle tanıştırıp, ihya edecek’ bir ruh iklimine/kutsal uyarıya/ürpertiye şiddetle ihtiyaç var. Çünkü, ‘insanın içindeki kurdu öldürmeden’ veya ‘bireyleri (manevî terbiye ile) geliştirmeksizin daha iyi bir dünya kurmamız’ (Madame Curie) mümkün değil.

Yazıyı yazarken, üç yıl önce ‘üstün medeniyet’ mefhumu hakkında yaptığımı tespitler geçti elime. 200 yılında medeniyet mefhumu üzerinde düşünürken, şunları kaydetmişim not defterime:
“Bir medeniyetin üstünlüğü/erdemliliği hakkında hüküm vermeden önce, oradaki insan yüzlerini incelemeliyiz. Çünkü medeniyetin aynası, insan suretidir. İnsanın yüz fotoğrafıdır. Eğer insanın yüzüne huzur, hoşnutluk ve sevinç yansıyorsa, o medeniyet âlî/yüce bir medeniyettir. Üstün, insan merkezli bir medeniyettir. İnsanın mahzun, kederli ve ümitsiz olduğu bir medeniyet ise, maddî yönü ne kadar cesametli/gösterişli olursa olsun, övgüye lâyık bir medeniyet değildir!”

Şimdi de, Türk kültürünün yetiştirdiği ‘yüzyılın yazarı’ Cengiz Aytmatov ustaya kulak verelim: “Kan ve hâkimiyet! İşte ebediyen kötülük tohumlarının yetiştiği toprak. Bir kötülüğün yerine diğer kötülük geçiyor ve başka bir kötülük için de, (toprağa) tohum bırakıyor.” (Kassandra Damgası.) Aytmatov, bu kavga/kaos ve kargaşadan, yeryüzü kıyametinden kurtuluşun formülüne de işaret ediyor: “Sadece her bir ferdin, bütün toplumun, bütün insan neslinin kendi içindeki kötülük ve günahları temizlemesiyle, hayat perspektifi yenilenebilir.”

Beşerî sistemler, insanın içindeki ‘yırtıcı canavarı/kötülük güdüsünü’ dizginleyemediğine göre; hangi öğreti, insanı ‘terbiye edip’, gerçek mânâsıyla ‘insan’ kılacak?

ERDEMİN YOL ADRESİ
İşte burada bir misal olarak Hazret-i Ömer’in değerlendirmesi çıkıyor karşımıza.
İster Batılı, isterse Doğulu olsun, ‘insan olan’ dersini almalı bu sözden:
“Bizler, ilkel, kabile hayatı yaşayan. Birbirinin kemiğine musallat ve bu uğurda birbirini vahşice gırtlaklayan basit, kara cahil sürüler topluluğu idik. Ne zaman ki, İslâmiyet gibi yüce bir dine kavuştuk, evvelâ insan olduk, daha sonra da izzet ve ikbal kazandık. Bundan böyle kim İslâmiyet’in dışında bir izzet, ikbal ararsa, Allah, o aradığı şeyde onu hâkir ve zelil eder!”
İşte insanlığın, ‘şeref ve izzet sahibi olması için gerekli yol haritası’, yön levhası bu. Ya olacak, ya ölecek! Başka yol, başka ümit, başka kurtuluş yok.

Savaş gerçeğine, sadece Iraklı çocuklar açısından baktığımız sanılmasın; eğer insan olma iddiasında isek, yetim kalacak Amerikalı çocuklara da, aynı hissiyatla acımalıyız. Ama ortada, ne kendi insanına, ne de başkalarına acıyan, ‘merhameti yüreğinden kaldırılmış’ hissiz bir yaratık var.
Bir zamanlar aşırı sosyalist iken hidayete eren ünlü Fransız düşünür Roger
Garaudy, inkârcılığın insanda yol açtığı ‘saçma’ya ve ‘yıkıcılığa’ dikkat çekerek, şöyle diyor:
“Allah var demek, hayatın bir anlamı var demektir. Şayet, Allah’ı yok-hâşâ-sayarsanız, o zaman her şey saçma ve mubah olur!”

Sağlıklı ve sağ duyulu düşünce için, mesele bundan ibarettir. Düğüm de burada, çözüm de! İnkârcı insan ne için erdemli olacak ve ‘incinsen de, incitme!’ inceliğini, ‘karıncayı ezmeme’ duyarlılığını hangi makamdan, hangi kitaptan, hangi bilgeden öğrenecek? Bunları bilmeden, insan statüsü kazanılamayacağını nasıl idrak edecek? Azgınlığı dizginlenmeyen/haddi aşan insanla, kâmil insan nasıl bir arada yaşayacak? Kuşku, korku ve tedirginlik üzerine kurulu bir dünyada, insanoğlu nasıl mesut ve mutlu olacak?

İnsan, eğer hemcinsinden emin değilse, vahşi bir ormanda yaşamakla, şehirde, ‘medine’de, zahiren imar edilmiş ama ruhen sefalet içinde bırakılmış beldede yaşamak arasında ne fark var?
Sorular zinciri böyle birbirine ulanır gider. Dünya, cennet muştusunu yitiren veya onunla hiç tanışmayan insan kitleleri yüzünden, bir ‘yer yüzü cehennemine’ dönüşmüştür.

Bu fazilet ve insanlık kaybı, tabii ki sadece ve münhasıran Batı için geçerli değil; Doğu da, ‘cihanşümul vahiy tecrübesine rağmen’, orijinden uzaklaşmış, referans değişikliğine uğramış; şeytanî ve nefsanî olana yönelmiştir.

“ÖLDÜRMEYECEKSİN”
Niyetimiz, Batıyı tümden lânetlemek; Doğuyu toptan kutsamak değil. Ama şu da, göz ardı edilmemeli ki, iki kültür, iki medeniyet, iki dünya arasında, saf-nahif insanlık anlayışı, öteye/ölüm sonrasına dair derin endişe tefekkürü açısından büyük bir fark vardır.

Bu vahşetler çağının, “Bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş; bir insanı dirilten/uyandıran ise bütün insanlığı yaşatmış sayılır!” ilkesini benimseyen bir dinin rahmeti/müjdesiyle arınıp yenilenmeye büyük bir ihtiyacı var.
Bu kök-bilginin ışığında ruh yüceliğiyle tanışan Batılı mistiklere, metafizik âlemle kontak kurabilen düşünürlere, filozoflara, bilgelere; ‘insanları seveceksin’, ‘öldürmeyeceksin’ diyen aşkın idraklere bir sözümüz yok elbette. Çünkü onlar da, aynı semavî iklimden besleniyor, aynı ‘kutsal emre’ göndermede bulunuyor.
Çünkü onlar da, maddî medeniyetin fethine çıkan Batının, insanın iç yolculuğunda çok geri kaldığının farkındalar ve bunun azabını, sancısını yaşamaktadırlar. Bu yüzden, kabul etmişlerdir ki, ‘ışık doğudan gelir.’ Bu yüzden, tahrif edilmiş menkıbelerine yeniden kavuşabilmek maksadıyla, Şark’ın gizemli dünyasına egzotik yolculuklar düzenlemek zorunda kalmışlardır.
İki medeniyet, en çarpıcı, en analitik, en objektif yorumunu/kıyaslamasını, usta romancı ve fikir adamı Peyami Safa’nın tespitlerinde bulur:
“Bugünkü Garp medeniyeti, gittikçe terkibine daha fazla miktarda karışan çeliği hazmedemiyor ve kusmak istiyor.(Yapay ve gereksiz savaş senaryoları işte bu kusma gereğinin en bariz örneğidir! O.Y.) Onu makineleşmekten ve büyük sanayiin barbarlaştırıcı, hayvanlaştırıcı tesirlerinden kurtarmak için, terkibinde Şark unsurlarının çoğaltılması lâzımdır. Zannederim ki, Garp mistiklerinin istedikleri budur ve bu zarurîdir. Mihaniki (mekanik) medeniyet, Şarktan biraz muhayyele (hayal etme gücü/imajinasyon) ve metafizik tasavvur (fizik ötesi âlemi kavrama gücü) dileniyor. Şark ve Garp, mütevasıl (eşit) kaplardaki su gibi birbirlerinin eksik taraflarını tamamlamak suretiyle, hem bugünkü müthiş kültür buhranını halledecek, hem de, yeni terkiplere doğru gideceklerdir.” (Fatih-Harbiye, s.110)

Hüküm gayet açık ve net. Çözüm işte burada: Madde ile mânânın/akıl ile gönlün eşit oranda birleşmesinde. Kâinatın yaratılış dengesi de, bu terkip üzere inşa edilmiş zaten.
Batı, mânâdan/kutsal ruhtan/esrardan, hikmetten yoksun; Doğu, maddeden, eşyanın ışıltısından, fiziğin estetik kompozisyonundan. Ne var ki, maddî yoksunluk/yoksulluk, öteki sabilerin ölümüne yol açmaz ama, mânâ yoksunluğu/yoksulluğu dünyanın felâketine, insanların ıstırabına yol açıyor. Esas mesele bu işte!

ÇIĞLIK VE SÜKÛT
Genel olarak ‘harp’ hadisesinin nihai teşhisini, sadece Şark’ı, değil; Garp’ı da etkileyen İmâm Gazâli’den dinleyelim: “Harp bitti. Maktuller harp meydanında yatıyor. Bütün çığlıklar, ızdırap ve kin çığlıkları sustu. Her beşerî kasırgayı takip eden sükût, bütün bu şeylerin ne kadar boş olduğunu, ne kadar iyi anlatıyor!”
ABD, Noamı Chmsky gibi kendi aydınlarından da, büyük eleştiriler alıyor. Çünkü söz konusu medeniyetin bir ‘imha’ (yıkıp/yok etme) medeniyeti olduğu ve insanı ezdiği âşikâr. Bunu anlamak için derin stratejik, sosyolojik, psikolojik tahlillere gerek yok. (Bütün savaşlarda olduğu gibi, bu savaşta da, çocuklar ölecek. Gülümseyen, hayal kuran, uçurtma uçurtan, çiçek toplayan, masal dinleyen çocuklar.) Yoksa siz ‘sanal bir yanılmayla’, savaşta ölecek çocukların plastikten falan yapılmış, oyuncak çocuklar olduğunu mu sanıyorsunuz?

Sakın, ‘iyi de, biz ne yapabiliriz ki, ortada bir kurt-kuzu masalı oyunu var. Adam ille de takmış kafaya’ demeyin ve Hazret-i İbrahim’le minicik karıncanın hikâyesini hatırlayın. Yani temayülünüzü/safınızı belirleyin, yeter. Bunun için, “İnsan, işte tüm sır burada” diyor Dostoyevski, “Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de ‘insan olmak’ istiyorum!”

Ey beyaz gömlekli, kara maskeli, eli kırbaçlı modern-vahşi, ne zaman gerçek mânâsıyla ‘insan’ olacaksın?
Hiç şüphe yok ki, ‘olması gereken, mutlaka vukû bulacaktır!’ Bu konuda, âlemlerin Rabb’inin buyruğu kesin: “Her nerede olursanız olun, ölüm sizi bulur. Göklere yükselmiş burçlarda olsanız bile!” (Nisa, 78)
Her şeye rağmen, son noktayı koymadan önce, Ragıp Paşa’nın o veciz sözünü hatırlamada ve hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum: “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh ü salah!”


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002