Milâdi takvim, 1926 yılında kabul edildi. Ancak, 1935 yılında bir kanunla 31 Aralık öğleden sonrası ile 1 Ocak günleri yılbaşı tatili ilân edildi. Sanmayınız ki, bu tarihten sonra toplum hayatımızda yılbaşı gelenek ve görenekleri kök saldı.
Bildiğiniz gibi Türkler, güneşin Koç burcuna girdiği gün olan Nevruzu, yani yeni günü, yılbaşı olarak kabul etmişlerdi. 12 hayvanlı takvime göre Hunlarda yılbaşının ocak ile şubat arasında kutlandığı bilinir. Celâli takvimde de 21 Mart günü (eskiye göre 9 Mart) yılbaşıydı. Türkler, İslâmı benimsedikten sonra, hicrî takvimi kullanmışlar, yılbaşı 1 Muharrem olarak kutlanmıştı. 1. Mahmut döneminde Rumî takvim kullanılmaya başlanmış ve yılbaşı 1 Mart olmuştu. 1917 yılında Gregorius takvimi kabul edilmiş ve yılbaşı 1 Ocak olmuştu. Ancak yılbaşı 1 Ocakta, yalnız Hıristiyan azınlıklar tarafından kutlanıyordu. Tabiatiyle hicri takvim kullanılmaya devam ediliyordu.
Anadolu’yu bilmeyenler, yılbaşı törenlerinin yalnız azınlıkların özel günü olduğunu sanırlar. Hatta, Milâdî takvim kabul edilir edilmez çabucak gelenek ve göreneklerimize girdiğine hayret eder, hayıflanırlar.
Oysa yılbaşı bir kış bayramı olarak Anadolu’da yüzyıllardan beri kutlanmaktaydı. Anadolu insanının ne hicrî, ne rumi, ne milâdi, ne musevi, ne celâli takvimlerle ilgisi vardı. Toplum hayatında “Balkan harbi”, “seferberlik”, “Erzincan depremi” gibi iz bırakan olaylar bir bellek taşı olarak kabul edilir ve üzerine yıllar konulur, yıllar çıkarılırdı. Aylar koç, orak, kiraz, bağ bozumu gibi adlar alır, yıl kasım ve hıdrellez diye ikiye ayrılırdı.
Yanılmıyorsam, benim doğduğum yerde, koç katımı (koçlarla koyunların çiftleştirilmesi) yani kasımın ilk haftası, yılbaşı sayılırdı. Daha sonra pastırma yazı diyebileceğimiz son yaz, kışa girilen son güz ve arkasından zemheri ve gücük ayları gelirdi ki, koç katımından üç ay sonra yavrunun ana karnında canlandığı günler saya şenlikleri olarak kutlanırdı. Fırtınaların takvimi ayrı, bir günün saat dilimlerinin belki on-onbeş adı vardı.
Peki “kış bayramı, yılbaşı” nerede diye soracaksınız. Önce fal niyetine, Halide Nusret Zorlutuna’dan bir şiir okuyarak, umutlarımızı tazeleyelim ve sonra kaldığımız yerden sürdürelim:
“Bütün saatler on ikiyi çaldı / Sancıdan kıvranarak. / Yeni bir yıl doğuyor gecenin korkunç karanlığında/ Umutlar boyu ak.
Dünya bembeyaz, / Dünya çiçek çiçek, / Dünya altın sarısı sıcak .../ Ömürler savrulmada yaprak yaprak.
Aydan resimler geliyor, / Zühal’den haber gelecek!...
Ve elleri böğründe bir dünya dolusu insan,/ Ay’dan, Zühah’den uzak, / Huzura acıkmış, / Huzura susamış.. Bitkin... / Zavallı insancıklar, / Aç, susuz, umutsuz!
Bütün saatler on ikiyi çaldı / Sancıdan kıvranarak / Yeni bir yıl doğuyor gecenin korkunç karanlığında / Umutlar boyu ak.”
Anadolu’da yılbaşı olarak kutlanan kış bayramlarının temeli ak umutlardır. Koyunların gebelik süresi yüz elli gündür. Yüz günde anasının karnında kuzunun canlandığı, tüylerinin çıkmaya başladığına inanılırmış. Bu, ocak ayının on beşi ile yirmisi arasına rastlarmış. Anadolu’da yüzyıllardan beri sevgi ve hoşgörü ortamında birlikte yaşadığımız Hıristiyanların yortuları da bu günlerdeymiş. Kutlamalar birbirine karışırmış. Yukarıdan hatırlayacaksınız, Hunlar’da da yılbaşı ocak-şubat arasındaydı.
Cumhuriyet Türkiyesinde modern takvim Anadolu’da da yaygınlaşmaya başlayınca, iki haftalık bir kayma sonucunda, yüzyıllardan beri var olan kış yarısı törenleri, bildiğimiz yılbaşı ile kavuşuvermiş. Bu kutlamalara özgü olan, ev ev çerez, meyve devşirmek, bir evde toplanıp çalıp, çığırıp, oynayıp eğlenmek, seyirlik oyunlar çıkarmak gelenek ve göreneklerimiz, yılbaşı adına kayda geçirilmiş. Geceden evin ocağının süpürülüp temizlenmesi, sabah ocakta ekin tanesi bulunursa o yılın bereketli, böcek bulunursa kıtlık olacağına, yılbaşı günleri bir ak koçun bezenmesi, onun bereket getireceğine, doğacak çocuğun erkek olacağına inanılmış. Yılbaşı sabahı eve ilk gelen komşunun sembolik olarak kuluçkaya yatırılması, ayağı uğurlu gelsin diye tatlılar ikram edilmesi bu günlerden kalma geleneklerdi.
Bunların pek çoğu, televizyon bizleri tutsak alıncaya kadar sürüyordu. Sonra ne oldu?
Gençlik yıllarımızda, yeni yıl gecesi saat tam on ikide Zeki Müren’i karşımızda görmeye alışmıştık. Daha sonraki yıllarda, dansöz, yalnız yılbaşı gecesine özgü bir armağan oldu. Demek ki, yarı çıplak bir kadın yılda sadece bir kez görülebilirdi. Şimdi ne mi oldu? Orasını karıştırmayalım.
Oğuzkan Bölükbaşı, yeni yılla ilişkin uzun şiirini şöyle bitiriyor: “....Merhaba yeni yıl / Senin de söyleyeceklerin vardır, göreceğiz bakalım / Neler koyacaksın soframıza göreceğiz / Ve ne koyacaksan belli ki onu yiyeceğiz / Hoş geldin.”
Yılbaşlarında hemen hepimiz olumlu ve olumsuz duygular içinde gelir gideriz. Acısıyla tatlısıyla bir yıl bitmiştir. Rıza Polat Akkoyunlu gibi, “Bak dalında ömrümüz,/ Verdi bir yaprak daha! / Sende bahar, bende güz / Gitmedeyiz Allah’a” dememiz mümkündür. Yeni yıl, hem yeni umutların kaynağı, birbirinden güzel dileklerin yatağıdır. Öte yandan, ömürden bir yıl daha yitmesinin burukluğu içerisine düşersiniz. Sezai Karakoç gibi eski yılla halleşip, “Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu /Gizli heybelere bin bir gece eşyası doldurduğuma say” diyesiniz gelir.
Günümüzdeki görkemli yılbaşı eğlenceleri, sizi, suçluluk pisikozuna ulaştırabilir. Unutmayınız ki, elli yıl öncesinin şiirini yazanlar da aynı duygulara düşüyorlardı. İşte Faruk Nafiz Çamlıbel:
“Gece ziyaretinden dönerken yılbaşında,
Rastladım her sokakta, her bir eşik taşında
Uyuşmuş nice yurtsuz sefiller, derbederler.
Onlar ki gün doğmadan soğukta seyrederler. ...”
Günümüzde değişen nedir? Yine sokak çocukları, yine tinerci olarak dışladığımız yarınlarımız... Hisar topluluğundan olan Mehmet Çınarlı, konuya daha geniş açıdan bakmaktadır:
“...Dışarda bir tek ağaç yok, içerde çam dalı var:
O hür dağın efesiyken ne hâle koymuşlar!
Bugün ki pek sayılan bir günüydü İslâm’ın;
Gelişti bir yeni din çevresinde süslü çamın.
Jenet ve Jim gibi içmekte Ayşe, Ahmet de;
Bütün duman ve sis, İsa da yok, Muhammed de.
Derin bir ince sızıyla burkulur kalbim;
Köküyle bağlar kopmuş bu süslü çam gibiyim.”
Bir başka Hisar topluluğu şairi olan Yahya Akengin de karmaşık duygular içerisindedir: Yılbaşı Gecesi başlıklı şiirini şöyle bitiriyor: “Aldırmazlık da bir ayrı karamsarlık. / Değil mi ki yaşamak adına kederlerin incesi/ Yaşamak adına böyle kırık / Gönüller yılbaşı gecesi.”
Sevgilisinden ırak olan birinin duygularını yansıtan bir şiirimde “Senli dileklerimle yüklü / Bir yıldız doğacak oralarda / Belki bir yıldız kayacak / Belki ben geçeceğim usundan / Birazdan yeni yıl başlayacak” demişim. Her şeye rağmen yeni yıl umut olmalı. Umudu umut etmek, ummak olmalı. Bakınız Enis Behiç Koryürek nasıl haykırıyor:
“Yeni yıl, genç, tüvana / Yeni yıl binmiş ata / Haykırıyor cihana:/ -Kalkın yeni hayata! . .....
Yeni yıl, genç yeni yıl, / Damarlarıma yayıl, / Sil gönlümün pasını!... “
Sizler de öyle olsun istemez misiniz?
Yeni yılınız kutlu, umudunuz gerçek olsun.