Kasım 2008

Ö T E S İ

 

4.12.2024 



Gerçek

 
Özdemir Özsoy

Kim ne istiyor?


Bir problemin çözümünü istemeyenler ya da kendilerinden başkasının o problemi çözmesini istemeyenler ne yapıp yapıp konuyu karmaşık bir hale getirirler. Buna rağmen onların sakladıklarını görebilen, örtülerini çekip gün ışığına çıkarabilen, art niyetlerini ortaya koyabilen kişiler her zaman vardır. Bunların varlığı o tertipçilerin canını sıktığı kadar onların medyadaki sözcülerini de kızdırır. Çünkü asıl açığa çıkan bu papağanlardır.

Önlerine konan kağıdı ne de güzel okuyorlardı. Ne vardı milleti uyandıracak?..
Ortaçağ emperyalizmini modern silahlarla besleyip dirilten vampirlerin her işinde bir hikmet arayan, onların propaganda broşürlerini kendi habercilik başarısı gibi dillendiren akıl fukarasının bağımsız politikalar üretmesi düşünülemez.
İşte bunlar otoritelerin (!) söylediklerini değişmez gerçekler olarak kabul edip bu noktadan hareketle hep başkalarına bir şeyler öğretmek çabasında görünürler.
Halbuki biz onların söylediklerini öğrenmeyi değil doğruları bulmayı istiyoruz.
AB’ne girmek isteyen bir ülkenin yöneticileri bu birliğin ekonomik ve sosyal alandaki kriterlerini iyi bilmek ve anlamak zorundadır.
Bu topluluğun üyelerinin hangi konularda duyarlı olduğunu, ne gibi uzun vadeli stratejileri benimsediklerini araştırıp öğrenmek zorundadır. Örnek olarak, Türkiye’nin birliğe katılmasını istemediklerini açıkça beyan eden kuzey ülkelerinin ne gibi gerekçeler gösterdiklerini ve sebeplerini çözümlemelidir.
Türkiye’ye bu konuda destek olan ya da öyle görünen AB üyelerinin davranışları elbette hoşumuza gider. Ancak görüşlerini içtenlikle açıklayan Danimarka başbakanının aleyhte tavrının sebeplerini anlamaya çalışmanın kime ne zararı var?
Dikkat edilirse bizi AB’ne almak istemeyenlerin art niyetlerini ortaya koyma yada tam tersine onların her teklifini kayıtsız şartsız kabul etme çabası medyamızın en önemli işidir.
Gerçekçi olanlar ise bu birliğin direktiflerini değil, kriterlerini benimsemek gerektiğini kabul ederler.
Samimi olalım! İşsizlik oranı bu kadar yüksek, gelir dağılımı bu kadar acıklı, seçkinleri halktan bu kadar kopuk, ekonomisi ipotek altında, dolayısıyla siyasi bağımsızlığı da tehlikede olan bir ülkeyi bu kusurlarını gidermeden böyle bir topluluğa niçin üye yapsınlar?
AB’ne girdiğimiz takdirde ülkemizin bütünlüğü konusunda bazı olumsuz gelişmelere yol açılacağını düşünenler büsbütün haksız değildir. Hatta bu olasılıkları düşünmeleri duyarlı olduklarını gösterir. Bu birliğe katılmamızı isteyenlerin çoğu içinde bulunduğumuz ekonomik ve sosyal sıkıntıların ve bu arada bazı anti-demokratik uygulamaların giderileceği umudunu taşımaktadır. Bu konulara çözüm getirilmesi birliğin görevidir. Bunda kimsenin kuşkusu yoktur.
Bizim anayasamızın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu açıkça belirtilmiştir.
Şimdi yine samimi ve dürüst olalım! Bu özelliklerden her biri önemli ve vazgeçilmez olduğu halde “demokratik devlet” üzerinde titizlik gösteriliyor mu? Gerçek bir “sosyal devlet” olmak için çaba gösteriliyor mu? “hukuk devleti” olmak yerine “devletlilerimizin hukuku” ön plana çıkarılmıyor mu?
Her gün, her yerde, herkesin üzerinde konuşup tartıştığı ve bir türlü anlaşamadığı “laik devletten” bahsetmiyorum. Çünkü ona gerçek ve evrensel manada hep beraber, tam bir uzlaşma içinde sahip çıkmak yerine, işi bazı kurumların üzerine ihale etmişiz. “nasıl anlıyorsanız, nasıl istiyorsanız öyle çözün!” deyip işin içinden çıkmışız.
Halbuki anayasamızın yine bu 2. Maddesinde adı geçen bu nitelikler sıralanmadan önce “başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan” diye tanımlayıcı bir ibare vardır. Yani kendisine atıf yapılan bir BAŞLANGIÇ bölümü vardır anayasamızın...
Hiç bundan bahsedildiğini duydunuz mu?
İşte bu bölümde “hiçbir kişi ve kuruluşun bu anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı” vurgulanmıştır.
AB’nin taleplerinin yalnızca birtakım paket kanunların çıkarılmasından ibaret olmayıp BATI tipi demokrasilerde hangi kurumların ne gibi yetkilere sahip olduğunu görüp örnek almamızın da istendiğini bilemk gerekir.
Kısacası AB bizden belki de anayasamızın doğru uygulanmasını istemektedir de bunu açıkça söylemenin iç işlerimize karışmak gibi algılanacağı endişesiyle pek açık konuşmamaktadır. Çünkü bizim gücenmemizi ve bunu bahane ederek başka bir blokta yer almamızı istemezler. Ancak bu yapımızla alamayacakları için de ileride buluşmak üzere erteleyip dururlar.










ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002