Kasım 2008

Ö T E S İ

 

3.12.2024 



Evrak-ı Perişandan

 
Doç. Dr. Fethi Gedikli

Şeyhülekber ve Kıyafetnamesi


Muhyiddin ibn Arabi İslam âleminin en tanınmış ve önde gelen mutasavvıflarından biridir. 1165’te Endülüs’ün Mürsiye (Murcia) şehrinde doğmuş, 1240’ta Şam’da vefat etmiştir. Hayatı Endülüs’ten başka Kuzey Afrika ülkeleri Fas, Tunus ve Cezayir’de, Mekke ve civarında, son zamanlarında ise Ortadoğu ülkelerinde ve bu arada Selçuklu çağı Anadolusunda geçmiştir.

15 sene kadar yaşadığı Anadolu’da Konya, Erzurum, Erzincan, Sivas ve Malatya gibi şehirlerde bulunmuştur. 75 yıllık ömrünün azımsanmayacak bir kısmı Türkiye’de geçmiş bulunan İbn Arabi böylece bize pek yakın olmaktadır. Bu büyük mutasavvıf üzerinde yabancı ve yerli âlimlerce çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Yerli araştırmaların en önemlileri, bizim de bu yazıda aşağıdaki kitabından yararlandığımız Prof. Nihat Keklik tarafından yapılmıştır. Gerçekten, Nihat Keklik’in “İbnü’l-Arabi’nin Eserleri ve Kaynakları İçin Misdak Olarak EL-FUTUHAT EL-MEKKİYYE adlı eseri (Kültür Bakanlığı, 1000 Temel Eser Dizisi 153, Ankara 1990) mükemmel bir çalışmadır.
Bugün piyasada Selâhaddin Alpay imzalı ve Esma yayınlarınca neşredilmiş “Fütûhat-ı Mekkiye” (İstanbul 1993) varsa da, 430 sayfalık bu çevirinin, bu devasa eserin hangi bölümlerinin Türkçeye aktarılma teşebbüsü olduğu belli değildir. Maalesef mütercim bu konuda hiç bir açıklama yapma gereğini duymamıştır. İşbu sebeple, bilmeyen de İbn Arabi’nin eserinin tamamının çevirisi olduğu zehabını uyandırmaktadır.
Bizim burada İbn Arabi’den söz açışımız, onun 37 senede 37 cilt ve toplam 7.000 sayfa olarak yazdığı el-Fütûhâtü’l-Mekkiye’nin 148. babının “Ferasetü’l-Hikemiyye fî Kıyâfeti’l-İnsâniyye” başlıklı Türkçe çevirisi dolayısıyladır. Çeviriyi, İzmir’e tabi Şeyhli köyünde gömülü ekâbir-i Nakşibendiyeden Seyyid Hamza zâviyedârı Hüseyin Şâkir ibn Hüseyin yapmıştır. (Nüshamızda bu ad, galiba hataen, Hüseyin Sâkir ibn Hüseyin diye görünmektedir). Prof. Keklik, İbn Arabi üzerine yapılan çalışmaları sıralarken nedense bundan bahsetmez. Özege Kataloğunda (c.1, s. 399) söz konusu kitabın adı zuhulen “Ferasetü’l-Hikemiye fî Kıyâfeti’l-İhsâniye” şeklinde (İstanbul, Hocazade Rıza taş destgahı, 1276 [1860], 47 s., 19x12 15x7 ve ikinci defa olarak yine 47 sayfa olarak, fakat 19x12 14.5x7.5) kayıtlıdır. Bu kayıttan bu küçük kitabın İstanbul’da taşbasması olarak iki kere basıldığı anlaşılmaktadır. Elimizde bulunan taşbasması nüsha 3. sayfadan başlayıp sonda 46. sayfada bittiği için bu iki taşbasmasından biri midir, yoksa üçüncü bir taşbasması mıdır, belli değildir. Bu arada belirtmeliyiz ki, Nihat Keklik, zikredilen kitabının 433. ve 434. sayfaları arasında bu babın kısmen tercümesine yer vermiştir. İki çeviri metin arasında bazı farkların mevcudiyeti dikkati çekmektedir.
“İlm-i kıyafet” veya kıyafet ilmi; kıyafet kelimesinin ilk çağrışımı olan “kılık, dış şekil, hey’et, suret; bir adamın giydiği esvabın bütünü” anlamında değildir. “İnsanın sima ve dış eşkalinden tabii ahlak ve hallerini çıkarmak marifeti”dir. Eskilerin kıymet verdiği bir bilgi dalıdır. Nitekim Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin meşhur eseri “Marifetname”de kıyafet bilgisi mevzuuna ayrılmış bir bölümün varlığı çoklarınca meçhul değildir. İlm-i kıyafetten bahseden kitaplara ise “kıyafetname” denmekteydi.
Bahse konu ettiğimiz bu küçük kitabın çevirenine göre, kıyâfet-i insaniyenin yani insanın organlarının görünüşlerinin, insanda olan muhtelif sıfat ve ihtilaflara alâmet olduğu bazı kitaplarda beyan olunmuştur. Fakat insanın yaradılışında organlarının düzgün ve bozuk olmalarının sebebi bu kitaplarda ele alınmamıştır. İşte ledünnî ilimlerinin tercümanı olan Şeyhülekber yani Muhyiddin ibn Arabi hazretleri bazı kitaplarda beyan ve izah olunan bahisleri ve temas edilmeden bırakılan sebepleri ve organların itidali ve itidalsizliğinde vaki diğer ince hususları “Fütûhâtü’l-Mekkiye”nin 148. babında tuhaf ve garip bir tarzda açıklayıp bildirmiştir. Haddizatında bu babı mütalaa etmek çok faydalıdır. Ancak bu kutlu kitabın kudsî anlamları (medlûlâtı) Arapça sözlerin örtüsü altında kapalı olup âşinâsından başkasına yüz göstermediğinden herkesin yararlanması kasdıyla bu bab, bir önsöz iki kısım ve bir sonuç halinde düzenlenerek tercüme olunmuştur. Aşağıda bu tercümenin bir kısmı sunulmuştur:

“KIYAFET-İ İNSANİYE”DEN

“Bu ecilden (sebepten) hükemâ dediler ki insanın ziyade kızıllık ve gök renkli (mavi) olmak ile beden[i] gayet beyaz olsa ve evsaf-ı mezkûre ile beraber insan-ı mezkûrun cebhesi vasi (alnı geniş) ve çenesi dayk ve daracık ve bedeninde tüyleri kalîl (seyrek) ve yanağın göz altında olan yumruca yeri ziyade yumru ve başının şa‘rı (saçının kılları) kesîr olursa ehl-i feraset olan hükemâ buyurdular ki kıyafeti böyle olan şahs-ı insandan tahaffuz ve hazer etmek (korunup sakınmak) insana mühlike ve kıtâle (helak edici ve öldürücü) olan afâ‘ı (engerekler) ve hayyelerden (yılanlardan) tahaffuz ve hazer etmek gibidir. Ve eğer insanın başında tüyleri sert ve kalın olursa şecâatine (yiğitliğine) ve dimağının sıhhatine delalet eder ve eğer şa‘r-ı mezkûr (saç kılları) leyyin (ince) ve yumuşak olursa cebânetine (korkaklığına) ve dimağının burûdet (soğukluk) ve kıllet-i fıtnatına (zekâsının azlığına) delalet eder.
Ve eğer insanın arkasında ve boğazında tüyleri çok olursa humkuna (aptallık) ve cür’etine delalet eder. Eğer tüylerin kesreti (çoğu) sadr (göğüs) ile batında olursa vahşet-i tab‘a (tabiatının vahşiliğine) ve kıllet-i fehm (anlayışsızlık) ve hubb-ı cevre (haksızlığa meyletmeye) delalet eder. Ve eğer insanın şa‘r ve tüyleri kızıl olursa humk (ahmaklık) ve kesret-i gadab (çok öfkeli olma) ve kezalik sür‘at-i gadaba (hızlı öfkelenmeye) ve halk üzerine tasalluta delalet eder. Eğer şa‘r esved (saçları kara) olursa akılda sükût-ı kesîreye (sükunete) ve te’enniye ve hubb-ı adalete (adalet sevgisine) delalet eder. Ve eğer şa‘r sevâd ile kızıllık beyninde (saç kara ve kızıl arasında) mutavassıt olursa her umurda itidale delalet eder.
Eğer cebhe (alın) büklümsüz arîz ve enli olursa husumet ve cidâl ve nizâ ve tahrik-i şerre ve hamâkate ve mikdarından ziyade tekebbürlük etmeğe ve buğza delalet eder. Eğer cebhe (alın) vüs‘atinde ve yumurlukta mutavassıt olup da filcümle (bütünüyle) gudûnet yani büklümsülük olursa cebhe-i mezkure (bahsedilen alın) sahibi sıdk ve muhibb-i fehîm, âlim-i yekzân-ı müdebbir (doğru, tedbirli, uyanık bilgin) ve her umurunda hekîm-i hâzık olur.
Eğer kulaklar azîm ve büyük olursa sahibi cahil ve gayrı hâfız olur. Eğer sagîr ve küçük olursa sahibi sârık (hırsız) ve ahmak olur.
Eğer hâcib (kaş), kesirü’l-şa‘r yani kaşlar ziyade gür ve tüylü olursa azgınlığa ve cahil ve fâsid sözlü olmağa delalet eder. Eğer hâcib sudga (şakağa) doğru yani kaşlar göz ile kulak arasına doğru mümtedd, uzun olursa sahibi ziyade mütekebbir ve hayran olur. Eğer bir âdemin kaşları ince olup uzunlukta ve kısalıkta mutedil olarak siyah dahi olursa sahibi ziyade uyanık ve âkıl (akıllı) olur.
Eğer ayn ezrak olursa yani gözler ziyade gök (mavi) olursa işte bu “erdeu’l-uyûn”dur yani en fena gözdür. Ve “erdeu’z-zerk” yani gök rengin pek ziyade çirkini fürûzciyedir yani pirûze renginde olmaktır. Eğer bir âdemin gözleri büyük olup da çıkık ve patlak dahi olursa âdem-i mûmâileyh hasûd (hasetçi) ve hayasız ve katı yüzlü olur ve kâhil-i gayr-ı memûn (güvenilmez, aylak) olur. Bununla beraber gözleri gök de olursa sıfat-ı mezkûrede daha eşedd olarak gâş(?) olur yani hain ve yaramaz olur. Eğer bir âdemin gözleri büyüklükte ve küçüklükte mutavassıt olup filcümle (bütünüyle) çukurluğa ve kühûlet yani süreli(?) olmağa ve sevada (karalığa) mail dahi olursa âdem-i mezkûr her vecihle uyanık ve fehîm (anlayışlı, zeki) ve itimada şayan ve muhib (seven, dost) olur. Eğer ayn (göz), tûl-i bedene doğru ahz etmiş ise yani gözler yüzleri tarafa enli ve arîz olursa sahibi habis olur. Eğer bir âdemin gözleri meyyitü’n-nazar-ı behîme (ölü hayvan bakışlı) gibi hareketi kalîl (hareketsiz) olup câmide (donuk) ve kuru dahi olursa âdem-i mezkûr cahil ve galîzü’t-tab‘ (kaba huylu) olur ve bir âdemin gözlerinde sür‘at-i hareke ve hiddet-i nazar olursa yani dik dik ve sık sık bakan olursa ol âdem aceb sahibi ve hırsız ve gadir edici olur. Eğer âdemin gözleri kızıl olursa sahibi ziyade şecî‘ (yiğit) ve ziyade mukaddim (öncü) olur. Eğer gözlerin beyazlarında sarı noktalar olursa sahibi, nâsın (insanların) ziyade şerir ve ziyade fena ve uygunsuzu olur.”

fethigedikli@ufukotesi.com


fethigedikli@ixir.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002