Daha önceleri çeşitli milletlerde kullanıldığı bilinmekteyse de ‘’tamburu’’ Türkler geliştirerek bu günkü haline getirdiler. Türk tamburu büyük olduğundan ötürü Araplar ‘’Büyük Türk tamburu’’, ‘’Horasan tamburu’’ demişlerdir. ‘’Bağdat tamburu’’ denilen ikinci çeşit, Arap tamburudur ve daha küçüktür. 17’nci yy sonlarında, yalnız İstanbul’da 500 dolayında profesyonel çalıcısı bulunduğunu Evliya Çelebi yazmaktadır.
Mızraplı sazların en güzeli ve zarifi olan tambur, Türk musikisinin sembolü gibidir. Yüzyıllardır klâsik metodla çalınır. Tamburî İshak, Sultan Üçüncü Selim Han, Zeki Mehmet Ağa, Kuyumcu Oskiyam, Şeyh Halim Efendi, Osman Beğ, Alil Efendi gibi müzikçiler, klâsik okulun kurallarına bağlı tambur icrâsıyle tanınırlar. Dr. Suphi Ezgi bu yöntemi öğrenerek zamanımıza aktarırı.
Cemil Beğ gibi efsanevî bir ismin, kimseye nasip olmamış dâhice müzikalitesiyle büyülenen musikişinaslar, kemençede olduğu gibi tamburda da onu taklide yönelirler. En başarılı öğrencisi Kadı Fuad Efendi olduğu söylenir.
Tamburî Cemil Beğ gibi nadiren görülen efsaneleşmiş dev bir isimden sonra bir tambur sanatçısının varlığını gösterebilmesi, sanatını ispatlayabilmesi çok da kolay olmasa gerektir.
X X X
Tamburundaki ton, teknik, makam anlayışı,eser icrâsı ve perde seçiciliği pek çok müzikçi için kılavuz olan bir hoca.
Sanata pîr aşkına gönül veren, para pul, şan şöhrete gözünün ucuyla bile bakmayan rind bir insan.
Musikimizin yozlaştırılmak için her türlü yola başvurulan günümüzde, bu soylu sanatı lâyık olduğu yerde tutabilmenin savaşını veren, zararlı akımlara karşı yalçın kayalar gibi direnen bir sanatkâr.
Cemil Beğ ve oğlu Mesut Cemil Beğden sonra gelen en mahir tamburî.
Yukarıda birkaç cümleyle sözünü etmeye çalıştığımız Necdet Yaşar’a ilk sorumuzu yöneltiyoruz:
-Tambur icrâsına getirdiğiniz yeniliklerden söze başlasak ne dersiniz?
Türk musikisinin öteki sazlarına göre ses hacmi düşük olan tamburdan yüksek bir ses verimi elde etmek için, daha kuvvetli mızrap vuruşları geliştirdim. Sol el kıvraklığını mızrap vuruş şiddetiyle bütünleştirdim. Bu sağ ve sol el tekniğini değişik hareketlerle beslemek amacıyla ses kaydırma (glissando) tekniğini tambura uygulayarak çekme seslerden yararlandım. Bunun yanında bağlamaya has tezeneleri (mızrap) tambur mızrabıyla (kaplumbağa kabuğundan), klâsik musiki zevkiyle biçimlendirerek taksimlerim de halk musikisi temalarına da sık sık yer verdim. (Halk ve klasik musikimizin ayrı (!) kaynaklı olduğunu iddia eden bilgiçlerin kulakları çınlasın. Tamburi Cemil Beğin de halk musikisiyle ilgilendiği, ‘’bağlama’’, ‘’çöğür’’ ve ‘’Peşrev olmaz!’’ denilen ‘’zurna’’da Kürdilihicazkâr peşrevini çaldığı bilinir). Bu uygulamalar, sazın çeşitli tınılarını daha iyi ortaya çıkardığı gibi, seslendirilen parçalara da yeni nüanslar verilmesini sağlar. (B.A.)
-Ya sağ ve sol el teknikleri?
Cemil Beye gelinceye kadar tambur ağır ağır çalınan bir saz. Cemil Bey kıvrak bir üslûp kazandırmış. Efendim, uzun sapı yüzünden çok kıvrak bir teknikle çalınması zor bir saz olan tamburu keman, kemençe, ud, kanun gibi daha kıvrak sazlarla rahatlıkla ayak uydurabilecek bir sağ ve sol el tekniğiyle çalabilmek için epey gayret sarfettim. Sol el kıvraklığını hem yüksek tınılı, hem de zengin, doyurucu seslerle birleştirebilmemi, tambur tekniğimin en ayırt edici özelliğidir. Benim Cemil Beğin tekniği ile beslenmiş olan bütün bu özelliklerim, sazı ‘’tam kapasiteyle’’ kullanma yolunda yeni bir tambur tekniği oluşturmuştur. (B.A.)
-Bu tevazu âbidesini üzmemek için biraz da Yayla-Filiz’e kulak verelim:
‘’Necdet Yaşar’ın başarısı sadece teknikle sınırlı değildir. Yaşar, her şeyden önce ‘’taksim’’ adı verilen, doğaçlamaya dayalı musiki şeklinin de çok başarılı bir yorumcusudur’’ diyen tamburi Birol Yayla ve neyzen A. Şenol Filiz devam ediyor: ‘’Onun taksimleri gelişmiş bir saz tekniği, makam bilgisi, geçki zenginliği, alışılmamış geçkiler, çeşniler, şedler ve bunlara bağlı değişik nağme buluşlarıyla işlenmiştir. Nağme buluşlarındaki farklılık hemen kendini belli eder. Aynı makamdan çeşitli taksimleri yan yana getirildiğinde, her taksimin öbürlerinden farklı nağmelerle örtülü olduğu görülür. Taksimlerinde daima makamların işlenmemiş yahut az işlenmiş yönlerini arar.’’
Necdet Yaşar’ın taksimleri konusunda görüşlerini kaleme almış olan Yayla ile Şenol şunları da söylüyorlar: ‘’Taksimi hiçbir zaman basit bir ‘seyir gösterme’ göreviyle sınırlandırmaz; tıpkı besteli bir eser gibi güzel, kalıplaşmamış nağmelerle bezemek, makamı bir besteci gibi yaratıcı ve disiplinli bir şekilde işlemek ister.”
‘’Necdet Yaşar’ın taksimlerinde dikkati çeken ‘’ konusunda yazarlarımızın görüşü şöyle:
‘’Taksimlerinde dikkati çeken bir nokta da, taksimden sonra okunacak yahut çalınacak eserin makam yapısıdır. Yaşar, okunacak sözlü eserlerin bestelendiği makamın kendine özgü seyir özelliklerini, o makamın farklı kullanışları varsa, söz konusu eserdeki uygulamayı hiçbir zaman gözden uzak tutmamıştır. Yaşar’ın klasik bir eserden, söz gelimi bir murabba eserden önce ettiği taksim ile yirminci yüzyılda bestelenmiş, sözgelişi bir fasıl şarkısından önceki taksimi de birbirinden farklıdır. Eserin bestelendiği dönemim musikisine özgü duyarlılığı taksimine yansıtmaya çalışması onun icrâdaki titizliklerindendir. Taksimleri kolaylıkları ayırt edilir. Herhangi bir taksimi, sadece tekniğiyle, mızrap vuruşlarıyla değil, nağmeleriyle, nağmeyi geliştirirken kullandığı tınılarla ve baskı (intonation) titizliğiyle de hemen kendini belli eder.’’
Yeni tambur üslûbu ve makamların özellikleri
Yayla ile Şenol’u dinlemeye devam ediyoruz:
‘’Tamburi Cemil Beğ ve oğlu Mesut Cemil (Tel)’le günümüze kadar gelen yeni tambur üslûbunun 1950’den sonraki en güçlü temsilcilerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz tamburi Necdet Yaşar, Türk musikisinin makam, perde ve aralıkları konusunda da en bilgili ve hassas icrâcılarındandır. Perde baskıları kusursuzdur. Makamlara ayırt edici kimliğini veren önemli sesleri, makamların geçki ve şed yollarını, kimi makamlara özgü küçük aralıkları, birbirine benzeyen makamlar arasındaki ince farkları çok iyi bilir. Ama bu konuda belki de en dikkate değer yönü, az kullanılmış ‘’nâdide’’ makamlar hakkındaki icrâ bilgileridir. Arşivlerde bu tür makamlardan bir çok örnek taksimi vardır. Bu bakımdan, Necdet Yaşar, taksimleri zevkle dinlenebilecek bir tamburî değil aynı zamanda, makamları işleyişinde önemli icrâ bilgileri de öğrenilecek bir makam hocasıdır.’’
Bülent Aksoy da şunları söylüyor: ‘’50 yıldır bir Necdet Yaşar gerçeği vardır. Sazını eski üstadlara beğendirmiş, sevdirmiş, yüksek seviyeli bir sanatkâr olduğunu musiki dünyasına kabul ettirmiştir. Tavrı ve tekniği genç kuşağın tamburilerini de etkilemiştir. Bugün genç tamburilerin örnek aldığı sanatkârlardan biri de hiç şüphesiz odur.’’
Necdet Yaşar’a dönüp soruyoruz:
Tamburi Cemil Beğ için söylemek istedikleriniz?
Cemil Beğde beni en çok düşündüren nokta, tamburdan nasıl bu kadar gür, dolgun sesler çıkarabildiğiydi. Bir tek plâğını arka arkaya on defa dinlediğim oldu. O derinlerden gelen sesi bulabilmek için haftalarca, aylarca düşündüm. Ama Cemil Beğ sadece teknikten ibaret değildi. Akordu mükemmeldi; perdeleri, aralıkları kullanışı, baskıları benzersizdi. Kendi tamburumda yine aynı volümlü derin ve zengin sesleri aradım. Sonra, belli bir makamı işleyişi, o makamın yapısı üstüne verilmiş bir dersti âdeta. Ayrıca o plâkları inanılmaz bir makam ve geçki zenginliği taşıyordu. Hele musikimizdeki tartışmalı makamlarla az kullanılmış makamlardaki taksimleri bulunmaz bir ders notu gibiydi. Taksimlerinde, işleyeceği temaları, nota nota, motif motif geliştirmesi, tıpkı güzel bir ağır semaide, bir şarkıda olduğu gibi bir beste yapısı, bir mimarî kurması, üstelik bunu irticalen gerçekleştirmesi, sadece üç dakika süren bir plağın sonunda dinleyeni âdeta bir nağme sağanağına tutması, böylesi bir yaratıcılık benim için akıl almaz bir şeydi. Bir musiki düşüncesi, bir musiki felsefesi vardı onun. Sanki Türk musikisinin felsefesini yazıyordu. O bir musikişinas olduğu kadar, belki de bir filozoftu. Tamburda bir şeyler yapmışsam, bu çetin sazı biraz yenebilmişsem, sazımı biraz sevdirebilmişsem, bunu herkesten önce Cemil Beğe borçluyum. (B.A.)
Tamburi Cemil üzerine yaptığınız çalışmalarda galiba sayın Niyazi Sayın da var.
O büyük adamın plâklarını sanat arkadaşım neyzen Niyazi Sayın’la birlikte talim ettik. Birlikte geçirdiğimiz Tamburî Cemil Beğli sabahlara kadar süren uzun gecelerin, günlerin güzelliği sanat hayatımın unutulmaz hatıraları arasındadır.
Geçen yüzyılda Türk dünyasının büyük şairi Şehriyâr (1904-1988)’a annesi şöyle der: “Oğul, duydum ki büyük bir şair imişsin. Ama sen Farsça yazırsan, Türkçe yaz da ben de anlayayım.” Bu sözlerden sonra Şehriyâr “Haydar Baba’ya Selâm” şaheserini yazar.
Bu Tebriz’deki ana, Nizipteki ana da oğluna (Necdet Yaşar’a) şunları söyler:
-Evlâdım, sen sen ol, sanatını paraya pula satma!..
“Bu sözler kulağıma küpe ve hayatıma düstur oldu” diyen sanatkârımız şunları da ekliyor: ‘’Anneciğim o sözlerini hayatım boyunca tuttuğum ve sanatımı satmadığım için bahtiyârım.’’
NOT. Bu büyük sanatçımızla yapılan görüşmeden başka şunlardan da yararlanılmıştır:
(Arşiv Serisi, Necdet Yaşar, Kalan Müzik, 1998 (yaz. Birol Yayla-A. Şenol Filiz, Bülent Aksoy).
Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, 1969.