Hayret !
Her konuda “türlü çeşitli” ahkam kesen, fırtına gibi esen, sel gibi sürükleyen, her “bi şeyi” bilen bazı köşe yazarları, nedendir bilinmez, Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun şehit edilmesinden tek kelime söz etmediler. İnsanın hayretten donası geliyor. Sormamak elde mi: Bu nasıl (GÖZLEM), bu nasıl (OBJEKTİF) ?!!
Memleket dayanışma isteyen bir birliğe muhtaçtır.
Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.
ATATÜRK
Bir ananın yavrusunun üzerine titreyişi gibi: “Bu cennet vatan”ı çiçeğiyle, böceğiyle, kurduyla kuşuyla, havasıyla suyuyla, dağıyla bağıyla, yalısıyla yaylasıyla, yazısıyla yabanıyla, taşıyla kaşıyla, kurusuyla yaşıyla, yağmuruyla çamuruyla, sisiyle pusuyla sevmeye, koruyup kollamaya mecburuz. Onun sararmış solmuş veya kurumuş bir tek yaprağına bile özen göstermek durumundayız. “Yaş kesenin baş kestiği” unutulmamalıdır.
Cennetmekân Mehmet Akif’in “cennet” diye son derece isabetli olarak değerlendirdiği bu aziz toprakları hiç kimsenin cehenneme çevirmeye hakkı ve yetkisi yoktur.
Rahmetli Hikmet Birand’ın tabiatı koruma düşüncesini ortaya attığı 1950’lerde dünyanın “gelişmiş” ülkeleri sayılan yerlerde bile bu düşünce yeni yeni tartışılmaya başlanırken o, bir avuç ormancı ve ziraatçıyla tabiatı koruma bayrağını açmanın öncülüğünü yapar. Türkiye’yi karış karış gezer. Gördüklerini, yaşadıklarını, hissettiklerini okuyanlara da gösterir, yaşatır, sevdirir. Hem de ders vermeden, nasihat etmeden. Siz bakmayınız rahmetlinin “Bu kitabın yazarı edebiyatçı değil, biyologdur” demesine... Alçak gönüllüğün doruklarında kanat çırpan yazarımız elden geldiğince çok yeri, dolu dolu bakışlarla, bilerek, inceleyerek, anlayarak, hissederek gezmiştir. Gördüklerini herkesin, her kesimin soluk almadan okuyacağı bir biçimde yazıya dökmek mucizesini de göstermiştir.
Rahmetli Prof. Dr. Hikmet Birand’ın gökçek Türkçemizin şaheserlerinden olan kitaplarından söz etmek istiyoruz. Bu tabiat aşığı yalnız bitkileri değil, tabiattaki her şeyi sever, inceler ve ne olduklarını anlamaya, anlatmaya çalışır. Karabük caddelerinde (yalancı akasyaları) görünce, o çevrede bol sayıda yetişen güzelim ağaçların yerine bu yabancı ağacın dikilmesini kınar. Kalbinden vurulmuşa döner ve bir gönül yangınıyla feveran eder: “Ne ayıp!. Ne ayıp!..” Bu gün yaşananları 1950’lerde farkeden, okumaya doyulmayan, yıllar sonra yeniden okuduğumuzda anlatılamaz derecede zevk aldığımız “ALIÇ AĞACIYLA SOHBETLER ve ANADOLU MANZARALARI” tabiat sevgisiyle dolu doludur. Birand’a zamanında kulak verilmiş olsaydı, bugün “Ayağımızın altındaki toprak kayıyor, erozyon yüzünden her yıl Kıbrıs kadar toprak kaybediyoruz” diye dövünür müydük?!!
“Vefa İstanbul’da bir semtin adıdır” gibi yürek yaralayan espirilerin yapıldığı günümüzde vefa örneği veren ve işlek bir kalemi olduğu anlaşılan ve bu şaheserleri yayına hazırlayan Prof. Dr. Tuna Ekin’e gönüller dolusu teşekkürler. Prof. Dr. Hikmet Birand’a sonsuz rahmetler, kitapları nefis bir biçimde yayınlayan TÜBİTAK’a da tebrikler, tebrikler...
Sayılar
Matematik dersinde öğretmen say bakayım der, öğrenci de başlar saymaya:
- Milyon, milyar, trilyon, katrilyon, kentirilyon....
Öğretmenin:
-Niçin sustun, devam et!
demesi üzerine, yüzünde buruk bir gülümseme yayılan öğrenci devam eder:
-Hocam, der, bu gidişle galiba “fıttırilyon!..”
Telefonda
Can insan Atila Şentürk, hoş beşten sonra sitem edercesine konuşuyor:
-Dün tonton vardı, Baba vardı, Ana vardı, Erbakan vardı, Kutan vardı, Eco vardı... Karaoğlan vardı... Mavi akımcı Mesut vardı.
-Evet.
-Bu gün de İMF var, Kahkonen var, küreselleşme var, Gül var, Çiçek var, Tayyip var. Abdülkadir Aksu var. “Annem Kürt, eşim Türk. Çocuklarım ne?.. diyen, “28 Şubata kadar anlaşma olmazsa Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’ta AB toprağını işgal etmiş konuma düşer” (17 Aralık gazeteler) buyuran Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış var.
Henüz bir lise öğrencisiyken ‘hikâye’ konusunda Tarık Buğra’nın teşviklerini gören, okuma şampiyonu, yazma tembeli Turan Saföz, bayramımı kutladıktan sonra:
- Amca biliyor musun dedi, geçen gün bizim Atsız’a sordular: “Ne olacaksın?..”
-Ne cevap verdi?
-Hiç bir şey olamazsam “şair” olacağım...
-Atsız kaç yaşında?
-Onuna girmek üzere
-Ne diyeyim, ne söyleyeyim, babaya çekmiş!
Ölü alkışlamak
Globalleşmenin gereklerinden midir, evrenselleşmenin gereklerinden midir, küreselleşmenin koşullarından mıdır, yoksa AB’nin Kopenhag kriterlerinin dayatmalarından mıdır, her ne ise son zamanlarda nev-icat bir adet var: ÖLÜ ALKIŞLAMAK...
Bir kaç gün önce bir yerde şöyle bir konuşma cereyan etti:
Benim bildiğim beğenilen bir şey alkışlanır... Bir de protesto için uzun uzun alkışlanır, bırak git dercesine. Yıllar önce bir Mevlana gecesinde İstanbul Spor ve Sergi Sarayında (Şimdi Lütfi Kırdar) böyyük allame Gölpınarlı’ya yapıldığı gibi.
Peki uzun uzun (ölüyü alkışlamak) da ne demek?
Canım efendim sorduğun şeye bak: İyi ki kuyruğu titrettin... Gümleyip gittin, bizi de rahat ettirdin... bilemezsin... ne sevindik... ne sevindik!.. demek.
AB’ye girebilmek
Geçen sayıda bazı yanlışlıklar yapmışım. (Next) olacakmış, (nex) çıkmış vb. Canım efendim bunu da anlamayacak ne var sanki! Demek ki yeterince globalleşememişiz. Şimdi bizi bu cehaletle, bu dikkatsizlikle AB’ye elbette alamazlar. Alabilselerdi gökten altın, elmas yağacak, yerden de petrol ve uranyum fışkıracak. “Yevropa”dan da tırlar dolusu paralar gelecekti. Bir elimiz yağda, bir elimiz de balda olacaktı. Enflasyon sıfıra, belki de Aralık ayındaki soğuklar gibi sıfırın da bir hayli altına inecek, bir tek borçlu vatandaş kalmayacak, bütün hastalar şifa bulacak, kaynana gelin kavgaları da tarihe karışacaktı. Şimdi ben ağlamayayım, sızlamayayım da kimler ağlasın, sızlasın. Bu yüzdendir ki, gündüzleri huzurum, geceleri uykularım kaçtı.