Sıkıntılı olduğumuz günlerde hatırladığımız bir olgu var. Millet olarak birlik ve beraberlik içinde olmak, birleşmek, bütünleşmek. Gerçekleşmesi durumunda, Türk milletinin, dünyanın en büyük gücü haline geleceğini hepimiz biliyoruz. Ne yazık ki milletimiz, bu birliği bir türlü yakalayamıyor. Sebebi çok açık;
öncelikle Türk milletini sevenler, binlerce yıllık birikimine ve imkanlarına sahip çıkarak onu yeniden layık olduğu yere getirecek olan aydınlar, kısaca Türk milliyetçileri bir araya gelemiyor, tek vücut olamıyorlar, ki millet bir araya gelsin!
Bu memlekette, aklı başında fikir adamları yıllarca Türk milliyetçilerinin birleşmesi için mücadele etti.
Bu konuda yüzlerce makale, kitap yayınlandı. Çeşitli ortamlardaki konuşmalarda, birleşme ihtiyacı gündeme getirildi. Ne hikmetse, Türk milliyetçileri birleşemediler. Birleşmenin başlangıç noktası "birbirini sevmek" ten geçiyordu. Sevemediler. Türk Milletinin ali menfaatlerini ilgilendiren her konuda, aynı düşünceleri paylaşan, vaki saldırılarda aynı tepkileri gösteren insanların, birbirini neden sevemediğini çok düşündüm. Bu sevgisizliğin ve birleşememenin doğurduğu milletimiz için vahim sonuçlara kafamı patlattım. Şunları buldum:
Birinci olarak, mevcut eğitim sistemi içinde yetişen bir insanın, Türk milliyetçisi olarak yetişmesi çok zor ve sıra dışı. İşte bu zorluk, milliyetçileri diğer düşünce sahiplerinden daha gururlu ve kibirli yapıyor. Buna "kendini beğenmişlik" de diyebiliriz. Belki de gururlanmakta haklıdırlar. Ancak tabii olması gereken bir durum, yani her Türk'ün milletini sevmesi durumu övünç vesilesi yapılıyor. Tıpkı beş vakit namazını kılan bir Müslümanın doğal görevini yapmasının parmakla gösterilmesi gibi. Olağanüstü bir özellik değil, sıradan bir durum ama abartılıyor. İşte bu yanlış nokta, kendilerini tanıma ve imkanlarını keşfederek eksiklerini giderme noktasında Türk milliyetçilerini zayıf düşürüyor. Tabii, milletimizin binlerce yıllık birikimini, varlığını, tarihini, kültürünü, güzelliklerini, meselelerini tanıma sürecini de zayıflatıyor. Türk milliyetçileri genel olarak okumuyor, yazmıyorlar. Çünkü kendilerini yeterli görüyorlar. Bu durum kimlikleriyle zıt olsa da böyle. Kendisini ve milletinin imkanlarını, yapabileceklerini, yapamayacaklarını bilmeyen insanların, küçük ama millet için büyük sonuçlar doğuracak işler yapması da zor oluyor.
İkinci olarak, çeşitli milliyetçi kuruluşların çalışma sistemi kişilere bağlı olarak gelişmiştir. Yükü paylaşma ve paylaştırma bir kültür işidir. Bu davayı bu güne kadar ferdi kabiliyetler yürütmüş, bu ağır yük onların omuzlarında kalmıştır. Bu da yapılan çalışmaları olumlu veya olumsuz eleştirme alışkanlığının yerleşmesini engellemiştir. Az okuyan ve yazan, hatta az çalışan bir insanın, başkalarını eleştirmesi, eleştirilere açık olması mümkün mü?
Türk milliyetçileri kendine has bir eğitim sistemi uyguluyor. Bu konuda da kurumlaşamadıkları için usta çırak münasebeti içinde yetişiyorlar. Ustalar iyi ise ne alâ. Değilse? Bu sistemin sıkıntısı, insanlara
başkasının gözlüğüyle, şablonlarla bakmayı getirmesidir. Düşünme, fikir üretme, proje geliştirme gerektiren milli davalarda, kişiler, başkalarına bakar, onlardan bir teşebbüs gelmesini bekler hale
geliyorlar. Türk milliyetçileri, eğitimlerinde, önce iyi yetişmeyi; vasıflı, donanımlı, birikim sahibi bir insan yetiştirmeyi sağlayabilirlerse güçleneceklerdir. Şablonlarından sıyırarak insanlara bakmayı becerebilen Milliyetçiler, hem kendilerine, hem de milletlerine yardım edebilecek bir konuma geleceklerdir.
Dördüncü ve asıl üzerinde durmak istediğim nokta şudur: Türk milliyetçileri olarak kurumlaşamıyoruz.
Önce kendimizi, sonra birbirimizi ve milletimizi tanımalı ve sevmeliyiz. Fert fert ve birlikte neler yapabileceğimizin genel bir muhasebesini yapmalıyız. Türk milliyetçiliği fikrinin, yeniden kuvveden fiile geçtiği kırk yıllık son döneme bir bakalım. Partiler, ocaklar, dernekler, vakıflar, gazeteler, yayınlar. Hepsi kendi başına güreşen yüzlerce kurum. Bu kurumlar, ya "gerçek manasıyla kurumlaşamadıkları" için binlerce insanın emeği, parası ve zamanı boşa gitmiş, ya da dava, bazı şahısların gerçekte zayıf omuzlarında yürümek durumunda kalmıştır. Kendilerinden çok sonra ortaya çıkan daha dünkü kurumlar bile başarıya ulaşırken, milliyetçi kurumlar, başarısız olmuştur. Türk milliyetçilerinin, Türk milletinin düşmanlarının çabalarını, sınırlı da olsa durdurma başarısı, elbette her türlü takdirin üzerindedir. Ancak, gelinen nokta daha farklı olmalı idi: Mesela Türk milliyetçilerinin, milleti aydınlatan bir televizyonları olmalı idi. Günlük baskısı milyona ulaşmış ve Türk dünyasının her yerinde okunan gazeteleri, yüzlerce şubesi olan okulları, yurtları, sanat kurumları, ticari müesseseleri, veb siteleri.. olmalıydı. Böyle olması halinde neler yapılabilirdi düşünebiliyor musunuz?
Türk milliyetçileri birleşmelidir. Kendilerini ve milletlerini tanıyarak, şahıslarından geçerek, okuyarak, yazarak, tenkit ederek ve en önemlisi kurumlaşarak birleşmelidir. Asgari müştereklerden yola çıkarak, aynı alanda çalışan, aynı türdeki bütün kurumlar birleşmelidir. Birlikler, federasyonlar, konfederasyonlar kurulmalıdır. Öncelikle milliyetçi partiler bir araya gelmelidir. En kolay birlikler sanal alemde kurulabileceği için, bu alanda öncü birlikler oluşturabiliriz (Bu arada tamamen kısıtlı imkanlarla, gittikçe güçlenerek büyüyen, aylık Ufuk Ötesi gazetemizin günlük hale gelmesi en büyük arzumuzdur). Küçük şirketler birleşerek holdingleri, küçük eğitim kurumları birleşerek okulları, evler birleşerek yurtları, muayenehaneler birleşerek hastaneleri... kurmalıdır.
Bilgiler, fikirler üst üste konularak makaleler, kitaplar, ansiklopediler oluşur. Biz kullanmayı unuttuğumuz mahalli sözleri bir araya getirmiş olsaydık, bugün milyona yakın kelimeye ulaşan bir sözlüğümüz olabilirdi. İşler de böyledir. Öncekilerin bir tuğla koyduğu binaya sonrakiler bir kaç tuğla koyabilirler. Türk milliyetçileri tecrübelerini, yaşadıklarını, hatıralarını yazmalıdır. "Mamak" yazılmalı, tarihte ve bugünkü birleştirici örnek şahsiyetler, davanın asıl sahipleri öne çıkarılmalıdır.
Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti: Sadece Türkiye değil, Türk milleti tarihin en zor dönemeçlerinden birini geçmektedir. Dönemin varlık-yokluk davası olarak özetlenmesi boş değildir. Artık susmak ve beklemek zamanı geçmiştir. Ancak birleşerek büyümek ve milletimizi bu badireden atlatmak mümkün iken, kısık seslerle uçuruma yuvarlanışımızı seyretmek bize yakışmaz. Bu yüzden, kim birlikten bahsediyor, ortak özelliklerden dem vuruyorsa, o el üstünde tutulmalı, kim başkalıklardan söz ediyorsa o ihanet içinde görülmeli, birleşmeyi geciktirenler de aynı çerçevede mütalaa edilmelidir. Bu zor günler mutlaka aşılacaktır. Ancak çok çalışmak gerekecektir. İdareciler bu günün milliyetçiliği kurumlaşarak birleşmektir. Aydınlar, eli kalem tutanlar, görev hepimizindir.