İnsanlık tarihi boyunca binlerce medeniyet dünya üzerinde yer tutmuş, fakat ilkelerini ve hedeflerini yitirdikleri için, zamanla tarihin tozlu yapraklarına kaydolup, gitmişlerdir.
Bugün için; ancak zamanımıza kadar uzanabilmiş kalıntılarından kendileri hakkında fikir edinebildiğimiz bu medeniyetlerin, bir zamanlar dünyaya hükmetmiş olduklarını düşündüğümüzde; kendi varlığımızı da sorgulama ihtiyacı duyuyoruz. Evet, varlığının temeli yüksek Türk kültürü ve medeniyeti olan Türkiye'mizin durumu nedir ? Öyle ya, Bu cennet vatanda yaşayan bizler, ne kadar bu ülkenin hakkını verebiliyoruz ? Ya da diğer bir deyişle, bu güzel vatanda ne kadar yaşama azmimiz var? Aynı birey olarak biz insanlarda olduğu gibi, milletlerinde yaşama arzularını uyanık tutacak hedeflere ihtiyaçları vardır. Eğer bu arzularını yitirirlerse dirençlerini de kaybetmişlerdir. Nasıl ki bir insan hayattan bezdiğinde dünya yıkılsa umursamaz, aynı durum milletlerde de geçerlidir, yaşam güdülerini, yani birlik ve beraberlik içinde dünyanın geleceğine yön verme iradesini yitirdiklerinde hiç bir şey, mana ifade etmez olur. Yapılan incelemelerde, intihar etmeyi düşünen kişilerin kendilerinden her isteneni kabul ettikleri, o zamana kadar çok değerli saydıkları varlıklarını, hiç mesabesinde gördüklerini ve çevrelerine mal varlıklarını bağışladıkları görülmüştür. Aynı durum uluslar içinde söz konusudur. Eğer bir toplum, hayattan bezmiş ise sadece yaşamak ve varlığını bireysel olarak devam ettirmek kaygısına düşmüşse onun için hiçbir kutsal değer kalmamış demektir. Ona istediğinizi yaptırma şansına sahipsiniz demektir. Böyle durumdaki bir milletin elinden Kıbrıs'ı da, Kerkük'ü de, İstanbul'u da, her türlü ekonomik sömürüyü de isteme cesaretini kendilerinde bulabilirler...
Ülkemiz bu açıdan bakıldığında, hiç de iç açıcı bir görünüm arz etmemektedir. Türkiye'mizde insanlarımız "Aman ne olursa olsun da, Avrupa Birliğine girelim" kaygısıyla hareket ediyorlar görüntüsü vermektedir. Oysa dünyaya binlerce yıl hükmetmiş bir milletin devamı olduğunu iddia eden bizler için, bu durum ne utanç verici bir haldir ? Türkiye elbette ulu önder Atatürk'ün 10'uncu Yıl Nutku'nda dile getirdiği " Muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkacaktır." Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken iki önemli ayrıntı mevcuttur. Birincisi, Muasır medeniyet denilen şey nedir ? Bunun kesin bir tarifinin yapılması gereklidir. Eğer bu terim, batılılaşmak manasında kullanılıyorsa; ki Atatürk bunu, asla kastetmemiştir, bizim Kurtuluş Savaşı vermemize ne gerek vardı ? On binlerce insanımızı ne diye savaş meydanlarında şehit verdik? Nasıl olsa Avrupalılar yurdumuzu işgal etmişlerdi. Doğal olarak Avrupa Birliği üyesi olacaktık değil mi ? Demek ki batılılaşmak temel ereğimiz değilmiş. Bizim hedefimiz; "Türk milletini dünyaya öncü ve örnek hale getirmektir." Biz olarak, lider ülke olmak, azim ve kararından bir an dahi ayrılmadan; üst tavır sergileyen bir konuma sahip olmamız gereklidir. Dedelerimizin canlarını verip, kanlarını dökerek Türk yurdu haline getirdiği vatanımızı, birkaç kendini bilmez öyle istiyor diye, Brüksel kapılarında rezil etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Milletlerin kültürü aynı birer parmak izi gibidir. Eğer bir ulus kendi kültürü üzerine yaşıyorsa, ancak "ben varım" deme hakkına sahiptir. Yoksa parmak izi olmayan, kimliksiz ve kişiliksiz bir sürüden farkı yoktur. İkincisi Atatürk'ün 10. Yıl Nutku'nda ifade ettiği cümlenin içerdiği manadır. Atatürk ifadesinde "Türk kültürünü muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkaracağız !" derken Yüce Türk Milletinin önüne aşılması gereken bir "ufuk ötesi" çizgi çizmiştir, kızıl elma koymuştur. Bir ülküyü yani liderlik vazifesini, bu ulusa hedef olarak belirtmiştir. Oysa günümüzde, ortalıkta; Atatürkçülük nutukları atıp, küreselleşmeden dem vuranların, yakalarına Atatürk rozeti takmak ile işin bittiğini sanan zavallıların, gözden kaçırdıkları bir ifade vardır: Dikkat ederseniz bu tipler, Atatürk'ün bu veciz ifadesini "muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak" şeklinde bozarak maksatlarını, Onun arkasına gizlenerek ifa etmeye çalışmaktadırlar. Sözü bu şekilde bozduğunuzda liderlik, öncülük ve örneklik amacını insanların ellerinden alıyorsunuz, demektir. Halbuki insanlar gibi, milletler de ülküleriyle yaşarlar. Bu ülküyü onların ellerinden almak; yaşama azimlerini de almak ile eşdeğerdir. Bu, bir medeniyetin cinayete kurban edilmesidir. Oradaki "üst" kelimesi Türk milletinin üstün ahlak meziyetlerinin gereği olan, üst tavrı ifade etmektedir. Ona hiç kimsenin dokunmaya hakkı yoktur. Bin yıldır Anadolu coğrafyasında yaşayan biz Türkler, eğer ki daha binlerce yıl bu cennet vatanda yaşamak, Anadolu'yu ve Trakya'yı Türkiye olarak korumak arzusundaysak: Kendi özümüze de dönmek zorundayız. Elbette bu ifade, dünyaya kapıları kapatalım demek değildir. Ama kesinlikle onurlu bir işbirliği içinde bulunalım manasına gelir. Unutulmamalıdır ki; Avrupa varlığını devam ettirmek için, kesinlikle Türkiye'ye muhtaçtır. Ancak Türkiye'nin ufku açıktır, önünde onlarca seçenek mevcuttur. Avrupa Birliği dışında; Uzak Doğu - Pasifik işbirliği, Amerika, İslam Dünyası, Büyük Türk Dünyası ve Atatürk döneminde uygulanmış bulunan Sadabad Paktı benzeri yapılanmalara, ufku her zaman açıktır. Akla ilk gelen bu birlikteliklerin listesi daha da uzatıla bilinir. Türkiye'nin sınır komşularıyla iyi diyaloga geçip ticari antlaşmalar yapması dahi, şu anda içinde boğuştuğumuz ekonomik bunalımı aşmak için tek başına yeterlidir. Çünkü Türkiye'nin alt yapısı buna müsaittir. Unutmamalıyız ki: Güçlü Türkiye'ye, dünyanın elbette ihtiyacı vardır. Ama en önce, bizim ihtiyacımız vardır. Bunu asla göz ardı edemeyiz...