Kasım 2008

Ö T E S İ

 

30.12.2024 



Tarih Bilinci

 
Rasim Giresunlu

Sıkıysa, ver kurtul!..


Evet, evet sıkıysa, ver kurtul!..Kurtulmak kolaysa eğer... Ver Kıbrıs’ı, kime ? Yunan’a mı, Rum’a mı veya başka birisine mi? Ver, ver utanma, sıkılma babanın malı gibi ver!!! Bak güzel kardeşim! Biz burada, bu köşede aylardır bir bilinçten, bir tarihten bahsediyoruz. Bunu değerlendir, oku, yorumla, tartış, okuduğunu başkalarına da okut. Bu da, milli bir görevdir, anlayışındayız.

Bu ülkenin bütün mensuplarının bildiği, anladığı bir işte ve sahada, doğru-dürüst yürümesi ve değer üretmesi lazımdır, diyoruz. Yoksa bilgisiz ve ilgisiz bir ortamın, kokuşmuş ve aynı zamanda okumuş cahillerinin, ellerindeki malum kitaplarla ya da dillerindeki kemikleşmiş sözcüklerle de bir yere varamayacağımıza inanıyoruz. Daha dünkü süreçte, II. Meşrutiyet sonrasında, bu ülke de “Ya Girit, ya taksim” diye bağıranlar yok muydu? Daha sonraki yıllarda da; ya Kıbrıs, ya taksim diye bağıranlar olmadı mı? Ne oldu onlara? Ne oldu, Girit’ e? Her halde onlar ve onların neslinden gelen bir kısım zevat, ya Girit, ya taksim sözcüklerinden; Girit’ imi istersiniz, İstanbul’daki Taksim’ imi şeklinde bir yanlış anlamaya (!) düşüp, Girit’ i, Selanik’ i ve diğer yerleri bıraktılar ve Taksim semti için çırpınıp durdular. Belki de o nedenle 1970’li yılların sonundan itibaren, Taksim semtinin o ünlü meydanını her 1 Mayıs günü Marks yoldaşın torunları, ele geçirmeye ve oralarda orak-çekiçli kızıl bayraklarla, naralar atmaya çalıştılar. Demek ki boşuna değilmiş(!) Bu Taksim (!) içinmiş her şey, öteki taksim unutulup/unutturulup gitmiş...
Mesela günümüzün gözde kavramlarından birisi de, mübadele denilen bir kelimedir. Bu ülkede ne kadar da çok bu kelimeyi sevenler ve dillendirenler varmış!.. Onlara hayırlı olsun!..Örneğin Girit’ten mübadele yoluyla Türkiye’ye gelenler var ya; bunların içersinde Türkçe’yi hiç bilmeyenlerin yüzdesi kaç kişiye tekabül ediyordu? Bu yüzde oranını bilmediğimiz insanların, Türk milletine verdikleri artı-değer, aldıkları ile orantılı bir şekilde gelişti mi? Bunlardan bazıları, yerlerinden-yurtlarından olmanın kuyruk acısıyla, özel ve hissi bir yanlışlığın izleri içersine düştüler mi? Oysa bu ülke, onları milli kimliğine değil, dini (Anadolu’dan da sadece Hıristiyan olmaları yüzünden gönderilen zavallı Karamanlılar gibi) kimliğine göre kabul etmişti. Bu yüzden onların soyundan gelenler arasında, Türkiye’deki başka azınlıklara yoğun bir biçimde koltuk çıkanlar var mıydı? Onlar arasında tarihin birikimine dönük yanlı ve yanlış veri tabanları esas alınarak, el-kol verme anlayışı, yükseltilip, moda oluyor muydu? Dede ve ninelerinin o topraklardan ayrılmasının müsebbibi Türkler miydi ki, ülkemizde o olumsuz davranışlar içersine giren torunlar, hemen gözümüze çarpıyordu? Aslında o diyarlardan Anadolu’ya gelmeseydiler, akıbetleri büyük ihtimalle günümüzdeki Boşnaklara ya da Çeçenlere benzemeyecek miydi? O halde gönderilme ya da gelme gerekçelerindeki olumsuzluğu inceleyerek değerlendirmeleri ve bu ülke insanın onlara kucak açıp yer ve yurt sağlamalarını hürmetle ve saygıyla yad etmeleri gerekmez mi? Aslen savunmaları gereken değer ve anlayış gerçekçilik ve objektif olma adına bu değil midir? Benim fedakar milletim! onları da; İzmir’de, Fethiye’de, Antalya’da vb. yerlerde araziler ve dahi topraklar vererek bağrına basmamış mıydı? Fakat bu Girit göçmenlerinden olup da yakın tarihin akıp giden sürecinde, Türkiye’deki mozaikçiliği körükleyenler içersinde figüranlık rolüne soyunanlar oldu mu? ? Halen de bu çizginin samimi bir yoldaşı gibi davranıp, malum rotasında gidenler acaba var mıdır?
Bu kadar çabuk ve oldukça kısa bir süreç sonrasında, nan-körlük girdabına düşenler ve düştükleri o girdapta debelenenler, bu ülkenin havasının, suyunun ve bilmem ne kadar oranlık pastasındaki paydadan çatal-bıçak daldırıp, daldırıp senden benden daha fazla hisse sahibi olanlar, var olmuş mudur? Ya da bunlardan bazıları, haksız rekabetin çizgisinde, kötü ve bozuk ürün sahibi olan üç kağıtçı insanlarla, düşüp-kalkma şeklinde, orta noktada müttefik olmuşlar mıdır? Biz şunu da biliyoruz ki, ateş olmayan yerden elbette duman da çıkmaz.
VER BAKALIM, NE AŞKINA
Ver kurtul(!) Ne aşkına? Pir aşkına mı, Allah aşkına mı? Ya da teslimiyetin dalkavukluğu aşkına mı? Daha da ötesi para-pul, makam ve mevki aşkına mı? Cümle alem bilsin, yakasındayız o tiplerin. Ne adına? Şehitler, gaziler ve benim saf, asil ve güzel milletim adına...Üç-beş dalkavuğa, çıkarcıya ve içimize sözde “kurt” gibi girip, özde “kurtçuk” gibi yaşayan ve küplerini dolduranlara inat, onur, erdem ve şeref adına...Dünyadaki olması gereken, gelecekteki yerimiz adına... Her zaman ve her şekilde, sizler de geçmişinize, gününüze ve geleceğinize sahip çıkın arkadaşlar! Ne adına? Kıbrıs’ta şehit düşenler adına... 1571’den 1974’e kadar katliama uğrayan çoluk-çocuk, genç ihtiyar adına...Direnmemiz lazım hak, hukuk ve gelecekteki günleriniz adına...Çünkü yarının yatırımı bugünden yapılır.
Ver sıkıysa, falanca, filanca efendi!..Fakat bil! Dün Girit’i verenler, dün Selanik’i verenler, dün adaları; Midilli’yi, Sakız’ı ve Rodos’u verenler, verip de kurtuldu mu ki, sen kurtulacaksın? Belki o verenleri, bu millet yeterince daha lanetlemedi. Milletin hafızası, tarih birikimi ve bilinci, elbette bir gün şenlenecek ve bu ülkenin topraklarını peşkeş çeken kişi ve zihniyetlerin ipliği daha kolay pazara çıkacak ve o gün belki de, o falanca şahısların nesli de, günümüzdeki gibi sözde başarılı bir sürecin(!) başarılı kadrolarının(!), liderlerinin(!) nesli olarak değil de, atalarının yaptıkları olumsuzlukların utancından dolayı, toplum içersinde dolaşamayacaklardır. Ey malum zevat! Dünkü tarihlerde verilenleri hep gördün. Fakat ne yazık ki hiç ibret almadın. Sonra sıra nereye gelecek? İstanbul’a mı? İzmir’e mi? Yoksa Samsun’a mı? Bil ki Yunanlı doymaz. Dün Mora, Teselya ve Epir, daha sonra da Batı Trakya ve Girit ve dahi adaların tekmil hissesi ile doymadı ki Kıbrıs ile doysun?Kıbrıs’ı Türkler kimlerden aldı? Yunanlılardan mı aldı ki, Yunanlılara geri versin?... Evet bizim atalarımız. Bundan yaklaşık 431 yıl önce Kıbrıs’ı Venediklilerden almışlardır. Yunanlılardan değil... Zaten Kıbrıs’ı İngilizler, üç kağıt ve baskıyla Sultan II.Abdülhamit’ten sözde kira karşılığında ve geçici olarak 1878 tarihinden itibaren almadılar mı? Bunun peşinden meşhur ‘Kıbrıs Sorunu’, Türkler için ortaya çıkmadı mı? Yani burada mazlum ve mağdur Türklerdir. İngilizler ise ara vuran ve ortalığı karıştırandır. Bu sorun zaman zaman Türkiye’yi ve oradaki Türkleri yoğun bir şekilde etkilemiş ve günümüzde yaşadığımız sürece getirmiştir. Bizim düşüncemizin diyalektiği doğru, fakat bu doğruluğu, uygun bir zemine oturtmamızı istemeyen bir anlayış ile içte ve dışta mücadele ediyoruz. Geleceğimiz için de etmek zorundayız. Bu baskıcı ve çıkarcı zihniyetin müdahalesi ile de, karşı karşıya olduğumuzun da bilincindeyiz.
İNGİLİZLER DİKELYA VE AGRATUR ÜSLERİNİ VERSİN
Kıbrıs’ta toprak verilmeli, bunu bizde kabul ediyoruz. Fakat hangi topraklar ve kime verilmeli? Kıbrıs’ı bir oyunla Türklerin elinden alan Anglo-Saksonların İngiliz kanadı, yine bir anlayışın gereği olarak Limasol ve Larnaka şehirlerine yakın bölgelerde bulunan, ellerindeki Dikelya ve Agratur üslerini Türklere vermeleri gerekmektedir. Bu tarihin hafıza düzlemindeki faaliyetlerinin incelenmesi sonrasında, varılması gereken adaletin sonucudur. Yani devletler hukukuna yansıtılması gereken bir eylemdir. Türkiye’nin hariciyesi bu durumla ilgili yeni politikalar üretip, Kıbrıslı Türklerle beraber olarak bu konuyu canlandırıp, uluslararası kamuoyuna sunmalıdır. Bu gelişmelerden sonra İngilizlerden talep edilecek olan Dikelya ve Agratur üs bölgelerindeki araziler, onlardan alınarak Kıbrıslı Rumlara verilebilir. Bu durum, Kıbrıslı Türkleri ve Türkiye’yi de demografik ve jeo-politik anlamda etkilemez ve şehitler ile gazilerin mücadelesini de anlamlı kılar. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar da böylece mutlu edilmiş olabilir. Bu durumdan da mutlu olmuyorlarsa, o zaman ülkemizin İçel ilinin Mut ilçesini gelip, turizmimize katkıda bulunmak istesinler ve bizde bu öneriyi canı gönülden kabul edelim ve onlar dahi böylece tam anlamıyla MUT’LU olarak evlerine dönsünler. Ya da bizden daha basit ve daha az masraflı bir öneri, Güney Kıbrıs’taki şehirler, Mut ilçesi ile kardeş şehir olsunlar. Böylece herkes MUT’LU olmuş olur...Anglo-Saksonlar, Agratur ve Dikelya’daki toprakları elden çıkarırlarsa üzülürlermiş, o da onların sorunu... Son birkaç yüz yılda hep biz ve bizler gibi mazlum milletler, fedakarlık edip varlıklarını, kaynaklarını ve pek çok şeylerini verdiler. O süreçte Türk milleti, sürekli elini taşın altına koydu. Biraz da onlar koysun. Bu konuda Hariciyeye ve Türk kamuoyuna çok iş düşüyor. Bu da bizim önerimiz. Daha iyisini biliyorlarsa yapsınlar da görelim.
Hem Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı ve de AB, neden Kıbrıs’ta yapıştırma bir devlet istiyor? İsrail’in güvenliği, Süveyş yolu ve petrol yollarının rahat bir şekilde denetlenmesi için mi? Türk Dünyasının Yeni Sakarya’sının önünün, 1974-1980 arası ABD tarafından feci bir şekilde kesildiğini ve bunun sonucunda bizler bu durumu; ambargo, terör, bölücülük, yokluk ve kuyruk anlamında yaşadık. Kıbrıs’ta yapıştırma bir devleti isteyenler, o adanın tarihindeki Türklere karşı yapılan katliamların fotoğraflarını hiç görmediler mi? Yapıştırma devleti isteyenler, kim ya da kimlerdir? Amaç ve hedefleri nedir? Jeo-politik ya da jeo-sıtratejik anlamda, beklentileri nedir? Bunlar, derinlemesine incelenip değerlendirilmelidir. Bu işler, derin devlet hikayesi ile uğraşanlara, emperyalizmin yağdanlığını ve şak-şakçılığını yapanlara ve şizofrenik bir şekilde hareket edip, Türk düşmanlığını sabah-akşam ağzında sakız edenlere, malum düşüncelerini üretme ve uygulama açısından teslim edilmemelidir. Türkiye’deki uluslararası sermayenin anti-ulusal cephesi, Kıbrıs’a nasıl bakıyor? Anti-ulusal cephenin bakışında Kıbrıs Türklüğü ve bu Türklerin Müslümanlığı neden öne alınmıyor? Kısaca diyebiliriz ki, sermaye millileşmeden hiçbir şey millileşmez ya da millileşen değerlerin gücü ve etkisi uzun ömürlü olmaz. Çünkü günümüzdeki kaynakların kalıcı ve son tahlil ortamındaki değerlendirme yeri, ekonomi ve buna bağlı güç odaklarıdır. Zaten tüm Batı tarihinin geçmişi: Yunan’dan, Roma’dan, Haçlılardan ve Marko Polo’dan bu yana, budur. Bu durum burjuvalaşan batıda , sömürgeci güçlerin belli ülkelerde yoğunlaşmasını da sağlamıştır. Milli özelliği kökten gelişmemiş olan bir sermayenin, ürettiği mal ve değerin kalitesi, göbeğinden bağlı olduğu emperyalist gurupların, dünya sömürü çarkındaki yeri ile orantılıdır. İsmi senin benim gibi olup da, anlayış ve değerleri gayri milli olan burjuvaların, kendi ülkelerine ihanetleri gayet kolaydır. Bu durum emperyalizmin hakimiyet teorisinin, ana damarlarından birisidir. Böyle bir anlayışla beslenen, Türkiye’deki burjuvaların, Türkiye’nin asli unsuru olan Türk milletine bakış açılarının, olumsuz ya da gösterişe dönük olması son derece normaldir. Günümüzün iş dünyasındaki insanların, Heybeliada Ruhban Okulu olayını ya da Fener Rum Patrikhanesinin Vatikanlaşma çabalarını desteklemeleri son derece doğaldır. Bu doğallık sonucunda da Kıbrıs’taki Türkleri de dışlamaları eşyanın tabiyatı gereğidir. Peki, yeni Türk ülkeleri bu konuya neden yeterince olumlu bakmıyor? Bu bakmamadaki pozisyon kimin ya da kimlerin suçudur? Ülkemizin Atatürk sonrası, dış politikasındaki politikasızlığı ve de hazırlıksız yakalandık diyenlerin payının, en üst düzeyde olduğu tarihi bir gerçek değil midir? Siz bir anlayış gurubu düşünün, varsayalım Türk sosyalist ve komünistleri... Dünyanın bütün ezilenlerine; Mozambik’ten Angola’ya, Nikaragua’dan Peru’ya sahip çıkarken, yanı başındaki Kıbrıs’a sahip çıkmasın ve bu sahip çıkmamayı iyi ve doğru bir şeymiş gibi tanıtsın...
Siz öyle bir İslamcı yaklaşım düşünün ki; İran-Libya-Nijerya-Endonezya- ve bilmem neresi desin. Bunun için D-8 masalı yazılsın ve oralarda gezinilsin. Fakat Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan vb. ile ilgilenilmesin... El insaf böyle bir anlayıştan nasıl bir ürün elde edebilirsiniz?. Girdiniz var mı ki, ürün anlamında çıktınız olsun? Oysa o Türk ülkeleri de Müslüman değil mi? Ülkemizde kimisi de masalla, onların gelecekteki yollarını kesmek adına palavradan ve inanmadan ‘Adriyatik’ten Çin’e veya ‘Yirmi birinci yüzyıl Türk asrı’ edebiyatı yapsın. Evet bu olayın Türkiye cephesi... Ya karşı taraf, yani yeni Türk ülkeleri...Ben onlardan fazla bir şey bekleyemiyorum Neden? Çünkü o ülkelerde, Sovyetlerin dağılması sonrasında demokratik ve çoğulculuk adına bir değişiklik olmadı ki? Hiç birinde geçmişin azılı KGB kaynaklı yöneticileri, doğru-dürüst bir ceza almadılar ki... Bir gece bir baktılar. Sovyetler Birliği’nin gölgesindeydiler. Başka bir gece bir baktılar, ayrılmış devletler haline gelmişler. Evet dünkü süreçteki eski yöneticiler, bir gecede yeni yöneticiler olmadılar mı? Arkadaş, senin bu yöneticilerden, ne ve nereye kadar beklentilerin olabilir? Onlar yakın geçmişin kızıl-kirli çamaşırlarını şu anda dahi üzerlerinden atmışlar mıdır? Bu çamaşırları maviye boyatmak sadece görüntüyü kurtaran bir çözüm değil midir? Bir düşünün! O ülkelerin en demokratik ve millileşme sürecine girmiş olanı, rahmetli Ebul Fez Elçibey yönetiminde yaşandı. Elçibey ve arkadaşları, anti-sosyalist ve Türk dünyası açılımlı bir anlayış getirmek istedi ise de, onlar dahi çeşitli ayak oyunları ve Türkiye’deki bazı çıkarcıların yardımıyla, ne yazık ki devrildi. Sovyetlerin tarihinde en üst noktaya çıkarılmış olan eski KGB generali, 40 yıllık memur Haydar Aliyev o ülkede yeni devletin yönetiminin başına getirildi. Artık Aliyev dahi, sözde de olsa milliyetçiydi(!) Oysa Türkçe’mizde güzel bir söz vardır: “Kırk yıllık Yani, olur mu Kani?” Evet olur mu? Ben demiyorum, atalar sözü böyle diyor...Görüldüğü üzere, Türkiye’nin iç ve dış potansiyellerinin, Türk Dünyasına yaklaşımlarının bedeli, Kıbrıs konusunda da diğer konularda olduğu gibi, yetersiz ve ilgisiz bir yansımaya yol açmıştır ve de açmaktadır. Bu durum sonucunda, adı geçen Türk ülkelerindeki yöneticilerde, yetişmelerinin ve anlayışlarının tarihsel özelliklerinin gereğini yapar şekilde, hareket etmektedirler. Bu durumun eksi-değeri, Türkler adına her ortam ve sahada geliştirilmektedir.
YEDİNCİ CUMHURBAŞKANI
Papaz önünde günah çıkarmak, Hıristiyan geleneğinde söz konusu olabilir. Fakat bizler Müslüman bir milletiz. Günah çıkaramayız. Çıksa çıksa üzerimizden, elbisemiz ve giysilerimiz çıkar. Çıksa çıksa vücudumuzdan, keselenmek ya da sabunlanmak koşuluyla kir çıkar. Bu da insan olmanın ve onun temizlenmesinin gereğidir. Çıksa çıksa ağzımızdan, millet lehine söz çıkar. Peki öyleyse, Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren ne demek istiyor? Bizim askerimiz fazla mı gitmiş? Onları kendileri mi yollamış? O zaman o fazlayı, para üstü gibi geri mi vermeliyiz? Peki hedef geri vermekse, Sayın Evren, Kıbrıs’taki topraklarda fazla gidiş sırasında, şehit olanların canlarını ailelerine, analarına, babalarına ve yavrularına geri verebilecek mi? O telaffuz ettiği fazla gidiş sırasında, yaralanıp gazi olarak yaşamlarını eksik uzuvları ile sürdürenlerin ellerini, ayaklarını ve gözlerini de mi geri verecek? O zaman bu askerler canlarını ekstradan versinler, kanlarını döksünler diye mi fazladan gidildi? Belki her şeyin bir bedeli var; fakat o bedelin maliyeti altına girenler, nedense hep aynı insanlar ve onların çocukları değil mi? Marmarisli Evren’i biz, Amerikalı General Rocırs için, Yunanistan adına çektiği kıyaktan dolayı iyi tanıyoruz. Fakat bizim saf ve temiz milletimiz daha tanımadı. Marmaris’teki devasa villasında yan gelip yatmaya ve bu yatışlarda ilkokul çocukları gibi resim yapmaya, bu iş benzemiyor... Bizce ilerlemiş yaşında yerinde sayıp, Türk Milletinin verdiği kaynakları iyi değerlendirmelidir. Yerinde duramıyorsa, korumalarını alıp, dolaşmalıdır. Yok eğer ağzı durmuyorsa, sakız ya da kuru yemiş kullanmalıdır. Fakat o, sakızı alana kadar, Yunanlı Osmanlıdan doksan sene önce, Sakız’ı bedava ve fazladan aldı. Fakat hiçbir Yunanlı yönetici, biz bunu fazladan aldık demedi ve de geri de vermedi. Oysa Sakız ağzımızda değildi ama, gözümüzün önünde ve burnumuzun dibindeydi. Haritayı alıp önünüze koyarsanız, tam anlamıyla görürsünüz, somut olan gerçeği...Yetmiyorsa kıyı boyunca tekneyle, Sakız’ın önünden geçersiniz ve de geçerken dokunacağınızı sanırsınız. Tüm bunları yapamıyorsanız açarsınız tarih kitaplarını, bir de olaya o cepheden bakarsınız. Ki malum topçusunuz, cepheleri iyi bilirsiniz. Bize Sakız’ı ya da Midilli’yi vermediler ve biz de bir Alman gemisine, o günlerde, bu nedenle Midilli adını verdik. Fakat o gemi dahi, yine İngilizlerin oyunu sonucu, denizin dibini boyladı. Onun için Netekim! Sadece yaşamak değil, okumak ve görmek lazım. Durum ve ahval bu merkezde....


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002