Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Milli Sıtrateji

 
Dr. Alptürk Ünlü

Yakınımızdaki Irak


Kuzey Irak’taki Petrol yatakları, yirminci yüzyıl başında çok ama çok önemliydi. Dünyadaki bilinen kaynaklar sınırlıydı. O yüzden İngilizler bölgeyi ele geçirip sömürmeyi esas almışlardı. Bunun için büyük mücadeleler verdiler.

Buna göre, önce İran’daki İngiliz diplomat d’Arcy, 1901 yılında Rusya sınırlarına yakın araziler hariç olmak üzere, yaklaşık 1.2 milyon kilometre karelik arazide, petrol arama ve kullanma imtiyazını altmış yıllığına almıştır. Bu bölgedeki petrol yatakları ile ilgilenen İngilizlerin, önce Anglo-Persian sonra Anglo-İranian adını vermiş oldukları Biritish Petroleum (BP), 1913 yılında İran’a müdahale sonucu doğmuş ve bilhassa, gücünü İran, Irak ve Kuveyt petrollerinden almıştır. Bu petrol şirketinin devleşip sömürüdeki yerini almasındaki en önemli isimlerden birisi, o dönemin meşhur İngiliz Donanma Bakanı Vinston Çörçil’dir. O Çörçil ki, İngiliz Avam Kamarasında şu sözleri sarf edecektir. “Efendiler, şunu iyi biliniz ki, bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir” Evet bir damla petrol, kimin arazisindeki petrol? Bir damla kan, kimlerin kanı ? Bunları tarihsel sürecin akışı içersinde, Türk milleti, Çanakkale’de, Sina’da vb. yerlerde acı bir biçimde yaşadı. İşte bu satırlarda bu dökülen kanların ne uğrunda, ne amaçla ve kimler eliyle döküldüğünün/döktürüldüğünün ip uçları vardır... Anglo-Sakson Yahudi ittifakının sembol isimlerinden birisi olan Çörçil, aynı zamanda Birinci dünya savaşının baş çığırtkanlarından olup, varlığı savaşlarla gündeme gelen insandır. Bu konuda ikinci dünya savaşı da iyi bir örnektir. Fakat malum dünyayı talan eden çevrelerin, yoğun destekleri sayesinde her yerde sefalet ve kan gölü oluşmuşken; bir elinde purosu ve sahte bir tebessümle dünyanın kurtarılmasını savunan bir kahraman (!) gibi sunulmaya çalışılmıştır. İnsanlar, yiyecek bir lokma ekmeği bulamazken, bu adam için o savaşların, o yokluk günlerinde, özel purolar temin edilmiş, o da sırıtarak ve her şey yolundaymış gibi purosunu tüttürüp durmuştur. Çörçil’in savaş çığırtkanı olduğu dönemlerde, dev zırhlılar olan diretnotları, dünya kamuoyuna sunmuş ve fakir Türk Milletinin bağışlarıyla, İngiltere’de inşa ettirdiği Sultan Osman, Reşadiye ve Fatih diretnotlarına el koydurmuş ve Çanakkale Cephesinin açılmasının da bir numaralı müsebbibi de olmuştur. Ayrıca, Kuzey Irak petrolleri üzerine de oyun tezgahlayanların öncüleri arasında yer almış ve başında olduğu İngiliz Donanma Komutanlığı, o dönemde “ yer yüzünün en büyük petrol şirketlerinden biri” durumuna gelmiştir.
1961 yılı itibariyle de, Irak petrol üretiminin üçte ikisi Kerkük bölgesinden çıkartılıyordu. Yani Türklerin arazisinden...Onlara bir fayda sağlamadan çıkarılıyordu. Aynı Bakü’deki Türklerin durumu da, bu şekilde değil miydi? Önce Çarlık Rusyası, sonra İngilizler geldi. Musavat falan denildi ve peşinden komünistlerle birlikte Ruslar tekrar geldi. Gelenler gidenler vardı. Fakat Azerbaycan Türkleri ve oturdukları arazideki petrollerde yerli yerindeydi. Ne yazık ki bunun kaymağını yiyemiyorlardı. Bir türlü de yiyemediler. Şimdi de Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı bölgelerinde etkin bir şekilde çalışıp duruyor. Ya İran’daki Türkler! Onların petrolü de Koçtaryan tarafından peşkeş çekilecekti. Bunu daha da sağlama almak isteyen İngilizler, Türk Kaçar hanedanına karşı bir Fars’ı şahlığa soyunduruyorlardı. Bu adamın adı Rıza’ydı. “Parlementoda kendine verilmiş rolünü ustalıkla oynamaya başladı” Zaman içersinde Şah yapılan Rıza, iler ki süreçte İngilizlere karşı ‘Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu’ anlayışıyla hareket ederek, Hitler Almanya’sına yanaştıysa da, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, o oyun öyle oynanmaz böyle oynanır diyerek, onu görevden alıp, Güney Afrika’ya sürdü. Yerine de oğlunu tahta çıkardı.
Dünya Petrolünün talanındaki üç büyük kartel, aralarında 17 Eylül 1928 de yaptıkları Anlaşma ile dünyayı daha iyi ve daha pürüzsüz bir şekilde sömürme kararı alırlar. Bu anlaşmanın maddelerinden birisi de şudur: “Petrolün fazla olduğu bölgelerde üretim azaltılacak” “Mal sahipleri ve guruplar tarafından kullanılmayan fazla petrol yükleri- hamuleleri- kartelin emrine verilecektir”
Kuzey Irak petrolünün tarihinde önemli rol alanlar arasında şu şahıslar vardır: Villiam Knoks d’arcy, Henri Deterding, Markus Samuel, finansör Rotzşild, Muğla 1849 doğumlu Zahariyas Bazileyos Zaharof, Türk Petrollerini peşkeş çekerek zengin olan Kayseri Talas’tan 1869 doğumlu Bay yüzde beş lakaplı, Kaluts Serkis Gülbenkyan, T.Lavrens, Gertrud Bel, Şerif Hüseyin oğlu Faysal,Nuri Sait Paşa, vb...
İRAN’DAKİ TÜRK PETROLLERİNİN PEŞKEŞÇİSİ :KOÇTARYAN
Birinci Dünya Savaşı yoğun bir askeri faaliyetin oluşmasına yol açmıştır. Kaynaklara göre: “Savaş sırasında başını bile kaşıyamayan İngiltere, İran’ın kuzeyindeki petrollü bölgeyi kontrol edecek durumda değildi; başka işlerle uğraşıyordu. Bu yüzden, bu bölgenin işletme imtiyazının bir ara, bir Gürcü(gerçekte Ermeni)’ye verilmesine karşı gelemedi.”(...)Savaştan önce, Rokofeller, İran’ın kuzeyinde bir miktar toprak almıştı. Şimdi aynı yerde bir Gürcü (Ermeni) gelip yerleşiyordu. Fakat ne olursa olsun İngiltere’nin olayları izleyecek zamanı yoktu. İran’la uğraşacak yerde, Türkleri yakın doğudan uzaklaştırmak, Irak ve Musul petrollerini ele geçirmek, Almanların Orta Asya ve Bakü petrollerinden yararlanmasına engel olmanın ardında koşuyordu”
Evet İngilizlerin hedefi Türkleri bölgede etkisiz kılmaktı. İngilizlerin Türk korkusu nedeniyle, bölgedeki faaliyetleri anti-Türk anlayışına yol açıyor ve Türklere geçit vermiyordu. Fakat başka başka kökenlilerin her türlü ortamda gelişmelerini sağlayıp, onları göz ardı ediyordu.
Bunlardan birisini, Raymond Furon şöyle açıklıyordu: “Şimal vilayetleri imtiyazına gelince, bu bir roman tefrikasına zemin olacak şekildedir. Sovyet ihtilaline değin şimali Acemistanın, Rus nüfuz mıntıkasına dahil olduğu malumdur. Halbuki,1916 martında ‘Rus tebaasından Akakius Mefodieviç Koçtararyan’ adında bir Gürcü (Ermeni)Tahran’a çıka gelmiştir. Bu zat, şimal petrolleri imtiyazını istemiş ve pek yolunda olarak almıştır. 1917’de Çarlık Hükümeti yerine Sovyetler geçmiştir. 1920’de, Koçtaryan yalnız başına kendi imtiyazından hiçbir istifade temin edemediğinden, onu Anglo-Persian’a satmış, o da hemen North Persian Petroleum adında bir şube tesis eylemiştir. 1921 şubatında eski Rus imtiyazlarının Sovyet hükümetinin müsaadesi alınmadan yabancılara satılmasını men-eden Rus-Acem muahedesi imzalanmıştır. Tabii bu münasebetle, Koçtaryan’ın İngiliz gurubuna satmış bulunduğu imtiyaz bahis mevzuu olmuştur. Anglo-Persian, Koçtaryan’ın Gürcü(Ermeni) ve müstakil bir Cumhuriyet yurttaşı olduğunu ileri sürdü. Sebep ile akıbet arasında bir rabıta oldu mu? Yalnız bilinen bir şey varsa çok geçmeden Gürcistan hükümeti ortadan kalktı. Artık müstakil bir Gürcistan mevcut bulunmayınca, şimal petrol imtiyazının bir hükmü olacağını münakaşaya mahal kalmamış ve tabii böyle bir münakaşada yapılmamıştır. Bunun üzerine Koçtaryan ile Gülbenkyan, Sovyetlerin müsaadesiyle hiç olmazsa Tahran civarındaki vilayetlere mahsus olmak üzere, Paris’te şimal petrolleri ile alakalanacak yeni bir gurup teşkil eylemişlerdir”.
MUSUL PETROLLERİNİN PEŞKEŞÇİSİ:GÜLBENKYAN
Araştırmacı Daniel Durand bundan sonraki gelişmelerle ilgili olarak da şu bilgileri verir: “ d’Arcy,İran’daki olağanüstü başarısıyla yetinmedi; o zaman bir Osmanlı eyaleti olan Mezopotamya’da bir imtiyaz almak için Türk Hazineyi Hassa Nazırı ile müzakerelere girişti. Fakat bu alanda, daha 19.yüzyıl sonundan beri ülkenin petrol imkanlarını ilan etmiş olan Bay GÜLBENKYAN adlı bir Ermeni jeologunun rekabetiyle karşılaştı. GÜLBENKYAN, d’Arcy tarafından yürütülen Biritanya çıkarları ve ayrıca Bağdat demiryolu ile ilgilenen Deutsche Bank’ın yürüttüğü Alman çıkarları arasındaki özel şekilde karışık olan entrikalar, 1912’de Turkish Petroıeum Company’nin kurulmasına yol açtı; o zaman bu şirketin sermayesinin yüzde ellisi d’Arcy gurubunun, yüzde yirmi beşi Shell’in bir şubesi, yüzde yirmi beşi Deustche Bank tarafından sağlandı; GÜLBENKYAN, hizmetlerinin karşılığı olarak Biritanya hissesinden yüzde beş alacaktı.”
Gülbenkyan hakkında Raif Karadağ şunları yazmıştır: “Birinci Cihan Harbi patladıktan fakat Osmanlı imparatorluğu bu harbe iştirak etmeden kısa bir müddet önce, petrol müzakerelerinde bulunmak üzere Cavit Bey (sabataycı) Londra’ya gitmişti. Yanında Duyunu Umumiye de mühim bir mevkii olan ve kendisine Ermeni hanedanına mensup bulunduğu süsünü vererek kendi kendine prens diyen Kaluts Gülbenkyan vardı. Birlikte yaptıkları bu seyahatten sonra Londra’da derhal müzakereler başladı. Cavit Bey İngiliz Hariciyesi ile müzakereler yaparken İstanbul’dan, Sadrazam Sait Halim Paşa’dan aldığı acele bir davet üzerine derhal İstanbul’a döndü.(...)Beraberinde Londra’ya götürmüş olduğu Gülbenkyan’ı müzakerelere Osmanlı Devleti adına devam etmek üzere orada bıraktı. Cavit Bey, kısa bir müddet sonra Londra’ya tekrar döneceğini ve petrol müzakerelerine yeniden devam edeceğini umut ediyordu. Fakat düşündüğü olmadı ve Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Harbine girdi. Artık yapacak bir şey yoktu. Gülbenkyan Londra’daydı ve Osmanlı Devletinin mümessili olarak petrol müzakerelerine devam ediyordu. İngilizlerin ellerine muazzam bir fırsat geçmiş oluyordu. Bunu mükemmel bir şekilde değerlendirdiler ve Gülbenkyan ile bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşma ile İngilizler, sonradan zorla girdikleri Musul’dan bir daha çıkmayacaklar ve Orta Şark petrollerini diledikleri gibi kullanacaklardı. Bu anlaşma, bir eski Türk(!) vatandaşını ‘Mister Yüzde Beş’ olarak dünyanın en zenginleri arasına soktu. İngilizler aynen İran’da olduğu gibi Irak petrollerini de akla gelmedik bir yolla ellerine geçirdiler”
Birinci Dünya Savaşı sonrasında: “Fransa, yenik Almanya’nın haklarının üstüne oturdu:ama, Amerika derhal kendine de pay ayrılmasını istedi” Osmanlının defterini dürecek olan Sevr anlaşması öncesindeki, Paris barış görüşmeleri (ilk kez 18 Ocak 1919’da toplandı) ve San Remo görüşmelerinde 24 Nisan 1920’de Fransa’nın isteğine İngilizler evet diyecekti. “1922 temmuzunda Londra’da Musul petrolleri üzerine kesin bir İngiliz –Amerikan anlaşması yapıldı. Anlaşmayı Standard Oil başkanı Valter Teagle ‘parafe’ etti. Dünyayı Amerika ve İngiliz petrolcüleri arasında bölüştüren bu Vaşington barışından ve Musul petrol kuyuları üzerine yapılan anlaşmanın imzalanmasından sonra–daha doğrusu açıktan açığa savaşa-son verilmiş oluyordu”. İngilizlerle Amerikalıların Musul petrolleri hususunda bir araya gelmelerini Çörçil istemiş, bu durumu Gülbenkyan’da sağlamıştı. Amerika kendi lehine gelişen bu durum nedeniyle Lozan’da Turkish Petroleum şirketinden söz ettirmeyecektir.
1925 yılına gelindiğinde Musul Petrolünde Gülbenkyan’ın hissesi yüzde beş, geri kalan yüzde doksan beşlik hisse de Anglo-Persian, Royal Dutch Shell, Amerikan konsorsiyumu ve Fransız petrol şirketi arasında eşit olarak bölüşülüyordu. Görüldüğü gibi o yılların dünya dengesini ellerinde tutan İngiltere, Amerika ve Fransa, Musul petrollerinin gelirlerinin aralarında paylaşmışlardır. Gerçekte yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin gerçekçi ve akılcı bir açıdan bakıldığında kısa vadede yapabileceği bir şey yoktur. Belki de bu nedenle Mustafa Kemal şunları söylüyordu: “Musul meselesini çözmek istediğimiz vakit bu meselede karşımızda yalnız İngilizler değil, Fransız, İtalyan, Japon ve bütün dünyanın düşmanları vardır”
Bir dönemin aymaz vatandaşlarının, yardımıyla İngilizlerin desteğini alıp Türkiye’nin kaderinin de Musul’da değişmesine yol açan Gülbenkyan’ın günümüzdeki pozisyonunda olan Türkiye’de insanlar var mıdır? İlgililer uyansın ve gerekli müdahaleyi yapsınlar diyoruz. Dünkü günlerin ıstırabını maliyeci Cavitler, Hüseyin Cahitler ve bilmem ne kadar ilgisiz ve bilgisizler yüzünden çeken bu millet, yine aynı sürece düşmesin diyoruz. Gülbenkyan, tam bir Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının ajanıydı. Bu sayede varlığını oluşturmuş ve sürdürmüştür. Anglo-İranian şirketine de ortak olmuş ve İngiliz yönetiminin bir ölçüde Fransa’da orta elçi payeliğine ulaşmış ve Musaddık dönemine kadar İran’daki ticari danışman pozisyonunu da korumuştur. Türk topraklarındaki yer altı kaynaklarını ayak oyunlarıyla İngilizlere peşkeş çeken bu Kayserili Ermeni, belki de Türk milletinden böylece intikam alıyordu. 1955 yılında Lizbon’da öldüğü zaman, milyarlarca dolarlık servetinin başına oğlu Nubar Serkis Gülbenkyan geçiyordu.
KAN DENİZİNDEN BESLENEN YUNANLI ZAHAROF
Gülbenkyan kurnazdı. Fakat talihi de vardı. Kendisi gibi Türklüğün üzerinde bir kılıç gibi sallanan ve İngilizlerin sayesinde kan ve ateş denizinden yükselen Muğlalı Zahariyas Bazileyos Zaharof, un, Kayserili Gülbenkyan’la olan mücadelesi tam anlamıyla bir roman konusudur. Bu romanın aktörleri arasında hiç şüphe yok ki homoseksüel ve meşhur bir Türk düşmanı olan Arabistanlı Lavrens’te vardır.
Zaharof’a karşı Gülbenkyan’ın tercih edilmesinin sonraki süreçteki ana nedeni, Türk-Yunan savaşındaki sonuçtu: “Bu işte üç yüz bin Yunan askeri “telef” oldu ve Rumlar; küçük Asya’dan sürüldüler. Petrolcüler savaş istiyorlardı. Ama ilk olarak karşılarında kendilerinden daha sağlam bir kişiyi, Mustafa Kemal’î bulmuşlardı. Zaharof bu oyunda 1 milyar kaybetti. Yunanlılara verdiği topların ve savaş malzemesinin de parasını kurtaramadı. Anglo-Persian, Zaharof’un yerine Kaluts Gülbenkyan’ı tutmaya başlamıştı. Gülbenkyan, Lavrensle birlikte Afganistan’da birkaç ihtilal düzenleyen önceleri de Standard Oil adına çalışmış bir Ermeni maliyeciydi. Anglo-Persian, Yunanistan’da yenilen Zaharof’a karşı çıktığında, temsilcisi olan bu Gülbenkyan’a yardım ediyordu” Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı kendisine hizmet edenleri hizmetleri ile orantılı bir şekilde ödüllendiriyordu. Zaharof ile birlikte, Türkleri Anadolu’dan atacağını sanan İngilizler, Mustafa Kemal’in tüm dünyada Türklük ateşini yükseltmesi ve mazlum uluslara örnek olması nedeniyle Zaharof’a kızgındılar. Oysa o Zaharof ki: “1915 yılında,Yunan politikasını petrol politikasına katmanın da üstesinden geldi. Orta Asya’nın petrol kaynaklarını avucuna almak amacıyla Türkler ile Yunanlılar arasında uygun düşecek olan yeni bir savaş düzenledi. Zaharof, buna paralel Doğu’nun petrol bölgelerini kayıtsız şartsız İngiltere’ye aktarma ülküsünü güdüyordu” İşte o aşamada karşılarına Mustafa Kemal çıkmıştı.
DERİN UYKUDAN UYANALIM
Akakius Mefodieviç Koçtararyan, nedense Ermeni kimliğini isminde ve özünde taşımasına ve son tahlilde Kayseri/Talas’tan olan Kaluts Serkis Gülbenkyan ile birlikte hareket etmelerine rağmen Türkiye’de pek bilinmez . Koçtaryan, Çarlık Rusyasına bağlı Gürcistan’da doğmuş bir Ermenidir. Doğmuş olduğu coğrafyanın konumu gereği, Gürcü olarak lanse edilmiştir.(aynı Josef V. Çugaşvili gibi- Stalin-o da Yahudiydi, dünyaya Gürcü olarak tanıtıldı.) Fakat kendisinin ne kadar uyanık bir Ermeni olduğunu, Güney Azerbaycan petrollerini İngilizlere peşkeş çekerken ve ırkdaşı Kaluts Serkis Gülbenkyan ile omuz omuza yürürlerken çok iyi bilmekteydi. Ya Zaharof’un ismini, geçmişini ve Yunan ordusuna mali desteğini, Türkiye’de kaç tarihçi, kaç sıtratejist bilmektedir?
En vahim ve acı olan durum nedir, biliyor musunuz? Bu şahısların, ne Türkiye’de ne de Türk dünyasında yeterince bilinmemesidir. Bu konuda Türkiye’deki üniversite hocalarının ilgisi ve bilgisinin hep benzer konular etrafına çekiliyor olması, bunların tanıtılmasını da engellemektedir. Bırakınız Koçtaryanı ve onun gibilerini, Musul petrollerini peşkeş çeken Gülbenkyan hakkında Türkiye üniversitelerinde kaç tez hazırlanmıştır ? Ya da dünyanın sayılı savaş zenginlerinden Zaharof hakkında ülkemizde kaç bilimsel çalışma yapılmış, kaç kitap yayınlanmıştır? Oysa bu adamlar, yakın dönem Türk tarihinin en önemli dikenleridir. Bu ve bunlar gibiler yüzünden, bu milletin anası Musul’dan İzmir’e kadar pek çok yerde ağlamıştır. Diyoruz ki sürekli bilmem hangi ilin kaçıncı kurtuluşu ile ilgili göstermelik törenler yapılacağına, orada harcanan paralar, bu tip şahısların kirli ve kanlı yüzlerini göstermek üzerine yapılacak araştırmalara harcansa...Bu ülkede ne kadar da çok sıtrateji merkezleri oluşturuldu. Fakat kaçta kaçının elamanları, Zaharof’u, Koçtyaryan’ı ve Gülbenkyan’ı tanımaktadır? Bilinen konular üzerine çalışıp, sadece birbirlerine unvan ve makam dağıtıp, kafa pası veren anlayış, bu ülkeden ne zaman def olup gidecek ki, içimizdeki geçmişin şeytanlarının ve gelecekte olması muhtemel şeytanların ipliği pazara çıkarılabilsin?
Kendisini ve çevresini bilmeyen insan kümelerinden, isim ve etiketlerde bilmem ne unvanları dahi olsa, ne fayda? Onlar ancak tarihimize, bu milletin kaynağını, basit maaşları boyutunda talan eden insanlar kadar düşeceklerdir. Gerçekten araştırma yapanlar ve bu tür faaliyet içersinde olanlar, bu sözlerimiz dışındadırlar. Onları tenzih ederiz ve bu uğurdaki mücadelelerinin devamını dileriz.
Siz sıtratejist ve bilmem ne olarak geçinenler, önce üzerinde durduğunuz coğrafyayı, kaynakları ile beslendiğiniz bu milleti ve bu milletin tarihsel süreçteki konumunu iyi öğreniniz. Türkiye’de sıtrateji üstüne ahkam kesenler, her yarde, her ortamda yorum yapanlardan kaçta kaçı Türkiye coğrafyasının, tarihinin ve birikimlerinin ne olduğunu bilmektedir. Yine onlardan ne kadarı, Türk dünyası coğrafyasının, tarihinin ve insan kümelerinin ve bu kümelerdeki boyutun hangi özelliğini bilmektedir? Siz hiç Kumuk adını duydunuz mu? Bu kelimeyle ilgili fikriniz nedir?
Medyum ya da falcı sıtratejistlerin yaklaşımının son tahlildeki yorumları, ülke adına faaliyetleri dondurmaktan ya da hedef saptırmaktan öte bir şey olmayacaktır. Zaten şu ana kadar da olmamıştır. Talihsizlik o kadar barizdir ki, Türkiye Cumhuriyeti 1938’den bu yana, ne Türk Milleti için, ne de Türk dünyası için ya da daha düzgün bir deyişle, bu milletin kendi geleceği için, doğru-dürüst ve sağlıklı hiç bir şey üretememektedir. Üretilmeye çalışılan kısır düşünceler de, buzluğa konulup dondurulmakta ve zamanı gelince ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülmekte ve yine de bir şeye çözüm olmamaktadır. Bunun en somut kanıtı malumunuz olduğu üzere, Kıbrıs Sorunudur. Siz öyle bir anlayış ve sözde aydın kümesi düşününüz ki; özüne, gerçeğine önem vermesin, ilgisiz şeylerle uğraşıp dursun. Siz bir üniversite düşününüz ki, bu üniversitenin ‘Uluslar arası İlişkiler Bölümü’ olsun, o bölümde falanca batılının, filanca zaman kesitindeki bilmem ne yazısını öğrencilere ezberletilsin. Bunlar olabilir mi? Olabilir. Ama hangi şartlarda? Önce kendini bildikten ve tanıdıktan sonra... Batılı dediğimiz insanlar önce kendini bilmiş ve sonra ajanları aracılığı ile doğuyu tanımaya çalışmıştır. Baron dö Tott bunlardan biridir. Tarihe meraklı olan Arbistanlı Lavrens bunlardan birisidir. Onun emrinde çalışmış ve Musul’un Türklerin elinden çıkışında önemli rol oynayan, Doğu dilleri üzerinde öğrenim görmüş olan Gertrud Bel ’de bunlardan birisidir. Oysa bizimkiler kendini bilmeden Batıyı bilmeye çalışıyor, farkında olarak ya da olmadan dozajı düşük ya da yüksek bir biçimde bir kısmı bilinçli, bir kısmı da bilinçsiz Türkiyeli Lavrensler olmaktan öte gidemiyorlar ve bu kafa ve anlayışla da hiçbir zaman gidemeyecekler. Maalesef önümüzde, zemini tıkayan ya da hedef saptıranlar olarak gezinip duracaklardır.
Evet önce kendini bil! Sana kendini bildirme imkanı vermeyenlerin haddini bilginle, becerinle bildir. Kazan’ı tencere, Kazak’ı giysi, Özbek’i sağ ya da sol bek olarak algılama... Biz o malum zevatın ne yaptığını bilenlerdeniz. Onları çok iyi algıladık ve algılıyoruz. Evet, Ahıska nerededir? Orada ne olmuştur? Ey hocalar! onları öğrencilerinize neden öğretmiyorsunuz? Öğretmediğiniz öğrencinizden, öğrettiğiniz eşya hukukunu veya falanca-filancayı içeren ilgisiz şeyleri istemeyi içinize sindirebiliyor musunuz? Bu mudur, Türkiye’nin lehine olan durum?. Bu eğitimden çıkan insan, her yerde her zaman Türk coğrafyasına, Türk sıratejisine, yani kısaca, özüne, kökenine, geleceğine ve kaynaklarına yabancı olmaya mahkumdur. Bu mahkumiyetten çıkan hocalar ve bol unvanlı profesörlerin çoğunun boşa kürek sallaması kaçınılmazdır.
Böyle bir ortamın ürünü olanların, bunlara çanak tutanların ve de ses çıkarmayanların Türkiye’yi algılaması mümkün değildir. Bu algılamamanın sonucunda, hazırlıksız yakalandık edebiyatı ve Hariciyesinin düştüğü komikliklerin bedelini, şu anda dahi cebimizden maaş olarak o malum şahıslara ödememiz, son derece acı ve ibret dolu bir durumdur. Türkiye’nin sıtrateji üreten merkezleri uyuya dursun. Onları izleyenlerden, Kürtçülüğü esas alanlar dahi, bu durumla alay etmektedir. Bunlardan birisi şunu rahatlıkla söylemektedir: “Nato’lu yıllarda Türkiye’nin kendine özgün bir sıtratejisi olamadı, Türkiye büyük sıtratejilerin bir parçası olarak kaldı. Sovyetlerin dağıldığı 90’lı yılların başlarında Amerikanın kendisini, kendi elleriyle Orta Asya’ya taşıyacağına iyice inanan Türkiye, AB ile olan ilişkilerine, olsa da olur olmasa da olur mantığıyla bakmaya başladı” Aynı gurubun şu tespitleri de çok ilginçtir: “Türkiye’nin sıtratejiler belirleme yetkisi o kadar sınırlanmıştır ki, sıtrateji adına oradan oraya atılıp durmaktadır.” Evet dikkat buyurunuz. Kürtçüler bile dalga geçerken doğru bir tespiti de yapmışlar. Bizim sıtratejistlerin ilgi ve bilgisine sunulur...
IRAK’A BASKI, PETROL YA DA GÜVENLİK İÇİN Mİ?
Irak’ta 1991 yılından beri süregelen Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının yoğun baskısının ana nedeni nedir diye sorulduğunda? Genelde birkaç gurup da, cevap aranmaya çalışılmaktadır. Bunlardan birincisi olarak Petrol gösterilmektedir. Burada teşhisin ya da mücadelenin adı, petrolün şunun bunun elinde olması sorunu değil, petrolün Türk dünyasının eline geçeceği korkusudur. Bu korku geçen yüzyılın ilk çeyreğinde İngilizlerce duyulmuş ve bu nedenle malum gelişmeler yaşanmıştır. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonraki süreç nedeniyle Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı sürekli Irak üstüne baskı yapmaktadır. Yapacaktır da nereye kadar? Bölgede Kürt Devleti oluşturana kadar...Neden Kürt Devleti istiyorlar? Onu da bir daha ki yazımızın konusunda yani, “YENİ SEVR” ile ilgili çalışmamızda açıklayacağız.
Kısaca Irak yönetimindeki, Türkmen nüfusunun arazileri üstündeki fay hattı 1990’larda kırılmıştır. Bunu gören Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, dünya kamuoyunda hedef saptırarak Irak’ın üstüne gelmekte ve bizi de kendi kendimizin ipini çekecek şekilde, oyunlarına alet etmektedir. Eğer sorun salt petrol dengelerinde olsa, Saddam yerine falanca gelir, filanca gelir iş bağlanır. Neden Kürt Devleti çabası sürdürülüyor? Petrolü düşünen ABD. neden İran üstüne bir Güney Azerbaycan Devleti kurdurmak şeklinde destek vermiyor? Sorun Irak değil, sorun petrolün Türk dünyasının eline geçmesi.
Efendim Irak üstüne Saddam yüzünden gidiliyormuş, onun diktatörlüğünden ve silahlarından korkulmaktaymış ve onun için gidiliyormuş. Dünya da Saddam’dan daha tehlikeli yöneticiler yok mu? Saddam daha çok kimin için tehlikeli? Onun silahları Amerikayı vurabilir mi? İsrail’i vururmuş. İsrail’i başkaları vuramaz mı? Vurur elbet. Atom bombası olan üçüncü dünya ülkeleri dahi yok mu? Var. Bu panik neden? Zemin oluşturma için... Saddam’ın diktatörlüğü, silahları ve abartılı gücünün sürekli gündeme getirilmesi müdahale etmek için gerekçelere zemin hazırlamaktan başka bir şey değildir. Bu durum dünkü süreçte İngilizlerin yönlendirmesi ve Cemiyeti Akvam eliyle Türkiye’ye karşı yapıldı. Sonuçta Musul gitti. Günümüzde ise Amerikalıların hedef göstermesi ve Birleşmiş Milletler eliyle sözde Saddam’a ve Irak’a karşı, Kürt Devleti’nin kurdurulması ve Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının çıkarları doğrultusunda yapılması şeklinde sürdürülmektedir.
Yahudilerin en az Amerikalı ve İngilizler kadar bölgeyle ilgilendikleri ve Kürtleri kullanmak istedikleri bir gerçektir. Bununla ilgili olarak geçen ay yazdığımız yazıda yaşadığımız bir olaydan örnek vermiştik. Yazar Hulusi Turgut 1960’ların sonlarına doğru Kuzey Irak’a gitmiş ve temaslarda bulunmuştu. Onun tespitleri arasında şunlarda vardı. Molla Mustafa Barzani’nin Fransa Cumhurbaşkanı Dö gol’e mektup yazdığı günlerde “Yahudiler Kürtlerle ilişki kurmak için temasa geçtiler. Yahudi temsilcisi Kürt temsilcisine şunları söylüyordu: ‘Fransa’daki harp sanayi bizim elimizdedir. Şimdi biz Irak’ın istediği uçakları vermeyeceğiz. Verdiğimiz takdirde, bunu size karşı kullanacaklarını biliyoruz . Gelin ittifak kuralım.’ Yahudi temsilcisi, Kürtlerle anlaşmak için böyle bir numara çevirirken General Dö gol’e de ‘Biz bu uçakları veremeyiz’ Araplar Miraj’lerimizi İsrail’e karşı kullanacaklar’ diyorlardı. Yahudi iki tarafı da böylece idare ettikten sonra Miraj tipi avcı jet uçaklarının Araplara verilmesine engel oldu.” Yine “Hollanda’nın Amsterdam şehrinde kurulmuş olan Kürt Cemiyeti’nin Başkanı Silvio Van Rooy başta olmak üzere üyelerinin büyük bir kısmı da Yahudidir. Acaba bu Avrupalı Yahudiler babalarının hayrına mı Kürt Cemiyetlerini kuruyor dersiniz? Yahudi, elini attığı işte menfaat görmese yanından bile geçmez. Yahudi’nin amacı, Araplarla Kürtleri birbirine düşürmek ve Orta-doğuda at oynatmaktır.” diyor, Yazar Hulusi Turgut...
Devam edeceğiz.


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002