Ya Üç Şerefeli, ya Eski Camii
Ya Sultan Selim, ya Sultan Süleyman
Geziyorum burda sabahtan beri,
Sürüklüyor beni tarih ve zaman...
Ahmet Kutsi TECER
Kutsal bir ayrıcalık olan bu topraklar üzerinde varoluşumuzu anlamaya ve açıklamaya çalışmak da zorlanıyorsanız, Edirne’ye yapılacak bir gezi ile gönül pencereniz açılacak ve içiniz tarihin ışıkları ile dolacaktır. Hani yıllardır oturduğunuz kentte, bir gün öylesine dolaşırken birden bir sokağa girer ve bir anda kala kalırsınız. İçinizde bir pişmanlık, yüreğinizde bir acı ile ‘’Daha önce bu sokağı niye keşfetmedim ki?’’ diye kendinize sorarsınız. Yüzlerce yıllık tarih, o sokağın içinde, sessice ılık bir ikindi güneşinde,sarmaşık gülleri ile sizi karşılamaktadır.’’ Koskoca beton binalar arasına sıkışmış ufacık bir sokak neden koca bir semt veya şehir olmaz ki?’’ derseniz, işte Edirne... Beraberce gezelim.
Yüzlerce istilâ, onlarca işgâl, bir o kadar yangın, taşkın ve deprem atlatan yine de yıkılmadan dimdik ayakta kalmayı becerebilen, engin yemyeşil Trakya ovasının, bereketli Tunca, Arda ve Ergene nehirlerinin kucağındaki eski başkentim, şimdi ki serhat şehrim, atalarımın bir yaz günü Tuna dan kafilelerle geçmeden önce, Meriç nehrinin kıyısında karargâh kurup, şahadet abdesti aldığı, Sultanların Otağ-ı Hümâyûn kurup, sadrazamların hil’at merasimlerinin yapıldığı,cömert, vefakâr Edirne.
Suların köprülerle, semaların minarelerle, semtlerinin darrüşifa ve medreselerle, sessizliğin nehir kıyılarında söğütlerle, cadde ve sokaklarının hatıralarla dopdolu olduğu Edirne, milattan öncesinden günümüze kadar hep medeniyetlerin şehri oldu. Başta Trak kabilelerinin pazaryeri olarak kullandığı, daha sonraları Makedonlar ve Romalıların yerleştiği, II. Yy. da Roma İmparatoru Hadrianus şehri yeniden kurunca adı Hadrianopolis olan, zamanla Edrenos, Edrenabolu, Erdene 18. yy. dan sonrada adı Edirne olarak günümüze kadar geldi. Şehir, 1361 yılında Lala Şahin Paşa tarafından fethedildikten sonra, Osmanlı İmparatorluğuna başkent olarak 97 yıl hizmet verdi. İstanbul başkent olduktan sonra da sultanların av mekânı olmasının karşılığında; camiiler, hanlar, hamamlar,çeşmeler, kervansaraylar, medreseler, yollar, yeni binalar, saray ve konaklar kazandı. Osmanlı-Rus savaşında Rusların, Balkan savaşlarında Bulgarların, Milli Mücadele de Yunanlıların zulümleri altında kalan kent ve halk çok acılar yaşamış Lozan Antlaşması ile serhat şehrimiz olmuştur.
Mimar Sinan’ın 80 yaşında iken yaptığı ‘’ustalık eserim’’ dediği Selimiye Camii uzaktan 2 minareli olarak görünecektir yaklaştıkça dahi size. Yakınına gelince 4 minareli bu muhteşem anıtın önünde ne kadar aciz olduğunuzu hissedecek, saygıyla eğilerek Mimar Sinan’ı rahmetle ve sevgiyle anacaksınız. 1569-1575 yılları arasında II. Selim’in emri ile yapılan camii kesme taştan olup, iç bölümü dahil 1.620 metrekaredir. 3 er şerefeli 4 zarif minarenin giriş yönündekilere tek yolla, diğer 2 sinde ise 3 şerefeye ayrı yollarla çıkılmaktadır. Taş, mermer, çini, ahşap,sedef işçiliğinin en mükemmel örneklerinin bir arada sergilendiği camiinin mihrap ve minberi mermerden olup, birer başyapıttır. Camiinin ortasındaki 12 mermer sütuna oturtulan müezzin mahfili ise altın varak Edirnekari kalem işidir. Çiniler sır altı tekniği ile özel olarak İznik’te yapılmış devrinin en mükemmel örnekleridir. Selimiye Camii’nin dış avlusunda ise Darül-Sübyan, Darül-Kurr’a ve Darül-Hadis binaları yer almakta olup Türk İslam Eserleri Müzesi bu bölümdedir. Camii terasının altında bulunan Arasta ise III.Murat zamanında yapılmıştır. Mimar Sinan’ın yaptığı üstü açık olan dükkanların karşısına Mimar Davut Ağa tarafından yapılan Arasta’da 73 kemer 124 dükkan bulunmaktadır. Edirne’nin sembolü olan Selimiye Camiinden başladığımız geziye, camii bahçesindeki Türk İslam Eserleri Müzesi ile devam ediyoruz. Selimiye Külliyesi içindeki Dar-ül Tedris Medresesinde pehlivan ve tekke eşyaları ile saraydan kalan mutfak eşyaları, ahşap eşyalar bu müze de sergilenmekte. Külliyenin arkasında ise Arkeoloji ve Etnografya Müzesi bulunmaktadır.
Etnografya bölümünde, Osmanlı ev eşyaları, halılar, kilimler, sikkeler, kıyafetler, ahşap Edirnekarî eşyalar, Arkeoloji bölümünde ise Prehistorik, Roma ve Bizans dönemine ait buluntular sergilenmektedir. Müze ziyaretlerimizi tamamladıktan sonra Üç Şerefeli Camiye doğru yola çıkıyoruz.
1443-1447 yılları arasında II.Murat tarafından yaptırılan dikdörtgen planındaki bu camii Osmanlı erken mimarisi ile klasik mimarisi arasındaki geçişi yansıtmaktadır. Revaklı avlu ilk defa bu camide kullanılmış; avlu dört köşesine yapılan minarelerle süslenmiştir. Camiye adını veren üç şerefeli minare 67.62 metre olup, her şerefeye ayrı yollardan çıkılmaktadır. Minarenin kırmızı taştan zikzaklar ve ak karelerle kazandırıldığı görünüm, revak kubbelerinin kalem işçiliği birer zarafet abidesidir. Eski Camii, Rüstempaşa Kervansarayı ve Bedesten, Üç Şerefeli Camiden çıkınca ana yolda Talat Paşa Bulvarının Köşesinde bizleri beklemekte.
Rüstem Paşa Kervansarayı Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Dikdörtgen bir avlunun çevresinde 2 katlı odalar vardır. Katların avluya bakan yüzleri revaklıdır. Revakların arkasında ocaklı ve nişli odalar bulunur. Kesme taş ve tuğladan yapılan binanın, üst kat pencerelerine ve kapı kemerlerine tuğla süslemeleri ile devinim kazandırılmıştır. Restore edilen saray günümüzde otel olarak hizmet vermektedir.
Adından anlaşılacağı üzere Osmanlı’dan günümüze ulaşan Edirne’deki en eski camii olan, Eski Camii 1403 de Emir Süleyman tarafından yapımına başlatılmış, 1414 de Çelebi Sultan Mehmet zamanın da bitmiştir. Mermer kapısı, iç mekandaki dekoratif yazı örnekleri, çok kubbeli, iki minareli mimarisi ile ‘’Osmanlı Ulu Camiiler’’ sınıfına girer. Sultan Çelebi Mehmet tarafından Eski camiye vakıf olarak yaptırılan Bedesten zamanında kıymetli eşyaların ve mücevherlerin satıldığı bir çarşı imiş. Dikdörtgen biçimindeki yapı 14 kubbe ile kaplı olup her cephenin ortasında bulunan 4 büyük kapısı mevcuttur. Dört bir kenarı dükkanların üzerinden dolaşarak dönen ahşap saçaklı yapının iç mekanlarında 36, dış mekanlarında ise 54 dükkan bulunmaktadır. Talat Paşa Bulvarından yolumuza devam ederken Ayşe Kadın Camii, Ekmekçioğlu Kervansarayı ve Kadı Bedrettin Camii bulunmaktadır.’’ Tarih insanoğlunun bıraktığı izlerdir’’ deyip bu mekânları da ziyaret edip, Eski İstanbul yoluna çıkıp, önce Tunca ve Meriç Köprülerine, sonra da Darülhadis Camii’ ne gidiyoruz.
Tunca Köprüsü, Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış olup, 11 ayak üstüne, 10 kemerli olup,yarısı ve yazıtlı köşkü su taşkınları nedeniyle yıkılmış, betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Meriç Köprüsü ise 1842 de Abdülmecit tarafından inşasına başlanmış, 1847 de tamamlanmış 263 metre uzunluğunda 7 metre genişliğinde, 13 ayak üstünde 12 sivri kemerli ortasında mermerden yazıtlı köşkü bulunan, muhteşem abidelerdir. Suyu, kültürü ve doğayı bir arada sadece Edirne’nin köprülerinde bulacağımız için çok şanslıyız. Edirne bu konuda bir hazine olup başta Yalnızgöz Köprüsü, Fatih Köprüsü, Saray Köprüsü ve Uzunköprü olmak üzere daha çok gezilecek köprü var.
Darülhadis Camii, Tunca nehrine yakın, Edirne Kalesi içinde, 1435 yılında II. Murat tarafından medrese olarak yaptırılmış, daha sonraları camii olarak ibadete açılmıştır. Neden bilmem, ön cephesi 6 mermer sütuna oturtulmuş revağı, ortadaki kubbeli girişi, yıkılmış yan sundurmaların ve çatıların kalmış izleri, arka tarafındaki içinde lahit kalmamış türbeleri ile bu kesme taştan bina ön avluda durduğumuzda, sanki biz onu değil de, o bizleri hüzünle seyrediyormuş gibi gelir. Sessizce avludan çıkıp, Şahmelek Camiini ziyaret edip, Gazimihal, Beyazıt köprülerine ve II. Beyazit Külliyesine gitmenin zamanı geldi.
Gazimihal Köprüsü Bizans döneminde Mikhael Palaiologos tarafından yaptırılmış, 1402 yılında Gazi Mihal Bey tarafından yeniden yapılırcasına onarılmış, 1640 yılında ise Kemankeş Kara Mustafa Paşa tarafından sivri kemerli kitabe köşkü yaptırılmıştır. Beyazıt Külliyesi yakınındaki Beyazıt Köprüsü ise Tunca nehri üzerinde kesme taştan 5 sivri kemerli 78 metre uzunluğunda bir köprüdür.
Camii, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam, mutfak, erzak depoları, ve diğer bölümleriyle çok geniş bir alana inşa edilen II.Beyazid Külliyesi 1484-1488 yılları ararsında Mimar Hayretine Tunca nehri kıyısında yaptırılmıştır. İrili ufaklı yüze yakın kubbe ile örtülü olan külliye muhteşem bir görünüme sahiptir. Edirne’nin diğer eserleri gibi beton binalar arasında boğulmamış, sere serpe doğa ve Edirne ile bütünleşmiştir. Tek kubbeli 2 minareli muhteşem bir anıt olan camii, zamanında göz hastalıkları ve akıl hastalıklarının tedavi edildiği darüşşifa binaları ile tıp medresesi atalarımızın bir kültür mirası olarak dimdik ayakta durmakta, hatta bir bölümü günümüzde Sağlık Müzesi olarak hizmet vermektedir.
Çarşılardan satın aldığımız elimizde hatıra meyve sabunu, süpürge, günümüz Edirnekarî işleri ve çini paketleri ile artık Saraçhane Köprüsünü görüp, Sarayiçine gitme vakidir. Sarayiçi yakınlarındaki Tunca nehri üstünde ki Saraçhane Köprüsü, II. Murat devri devlet adamlarından Şahabettin Paşa tarafından yapılmıştır. 120 metre uzunlukta 5 metre eninde ki köprü 11 ayaklı 12 kemerli olup, 2 yanındaki kemerleri toprak altında kalmıştır.Yakınında ki, zamanında Divan-ı Hümayûn ve Yargıtay olarak kullanılan Adalet Kasrı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Zemin dahil 4 katlı yapının, üst katında mermer fıskiyeli bir havuz bulunur.
Sarayiçinde; Sükûn bir şal olmuş Balkan Şehitliğimi örtmüştür. Balkan işgalinde düşmana kahramanca direnen, bu vatan için canını veren asker ve sivil 300 bini aşkın şehidimiz ve de 1913 yılında esir alınıp günlerce aç bırakılıp, ölüme terk edilen şehitlerimiz burada ebedî uykularını uyurken ne ben, ne de bizi bizden iyi takip eden yanımdaki Uzakdoğulu kafile, AB için bu topraklar adına verilen tavizleri anlamıyoruz. Başımı semaya kaldırıp, Mehmet Akif Ersoy’un su mısralarıyla haykırıyorum.
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yârap ne güneşler batıyor..
Muradiye Camiine uğrayıp Şükrü Paşa Anıtını görmek için başımız saygı ile önde, içimizden dualar okuyarak otobüsümüze biniyoruz. Sanayi sitelerini, yeni yerleşim alanlarını, terminal ve üniversite binalarını şehrin tarihi dokusunu koruyarak, şehir dışına imar edip, bizlere bir anıt şehir bırakan emeği geçen bütün yöneticilere ayrıca bu vesile ile teşekkür ediyoruz.
Muradiye Camii Sarayiçi’ ne hakim bir tepeye II. Murat tarafından yaptırılmış olup üzerinde kitabesi yoktur. Arka 2 kubbesi, şadırvanı , son cemaat yeri ile dıştan ne kadar sade gözükse bile, içerisi zamanın en güzel Türk çini sanatı ile kaplıdır. Çini çiçek motifleri ile kaplanmış mihrapta, çiniler de sıraltı ve renkli sır tekniği kullanılmıştır.
Balkan Savaşı sırasında Edirne’yi kahramanca savunan Şükrü Paşa ve Balkan şehitleri anısına savunma mevziilerinden biri olan Kıyık Tabya’sına inşa edilen Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Şehitleri Müzesi şehrin en yüksek tepelerinden birinde olup, Mimar Sinanlardan bu yana Edirne’ye şehircilik anlamında verilen önem gözler önüne seriliyor. Seslendirme sistemi ile dönemin atmosferinin canlandırdığı Balkan Savaşı Müzesini gezerken bir ses fısıldayacak kulağınıza,
Cennete bugün gülleri açmış görürüz de,
Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde...
...................
Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden
Şimşek gibi bir hatıra nal sesimizden............
Bu yüzden kutsal bir ayrıcalıktır bu topraklarda yaşamak. İşte Çanakkale.. İşte Edirne